Bilin ki tüm bunlar için aşı yetmez! Aşı olun ama bir de irrasyonaliteye karşı sorumluluk alın, harekete geçin. Yapılacak çok iş var.

İrrasyonalitenin rasyonalitesi

Geçtiğimiz hafta içinde uzunca bir aradan sonra üç hekim COVID’e bağlı olarak yaşamını kaybetti. Böylece Nisan-Mayıs aylarından sonra yeniden hekim/sağlıkçı ölümlerini duymaya başlamış olduk.

Ama bu sefer küçük bir fark vardı: Üç hekim meslektaşımız aşı olmamıştı.

Biliyorsunuz COVID için geliştirilen aşılar Aralık ayının sonundan itibaren uygulanmaya başlandı. İlk olarak sağlıkçılara ve 65 yaş üstüne uygulandı. Uygulamadan birkaç ay sonra ise sağlıkçılar arasında salgın, hastane yatışları ve ölümlerde ciddi azalma oldu. Yani çok tartışılsa da, elimizde resmî ve bilimsel rakamlar olmasa da bir gerçeklik olarak aşılama işe yaradı.

İşe yaradı ama sağlıkçılar arasında bile aşılanma oranı %80’lerde kaldı. Yani neredeyse her beş sağlıkçıdan birisi aşılanmadı ya da eksik aşılandı (ikinci ya da üçüncü dozu yaptırmadı).

Hekim ölümlerinden hemen önceki günlerde ise yine COVID’e bağlı olarak yaşamını yitiren bir gazetecinin haberi paylaşıldı sosyal medyada. O da aşı olmamıştı. Çevresine ise aşı olmamasının sebebini COVID salgınını ve aşıları “emperyalizmle” ilişkilendirerek açıklamıştı.

Aşılamanın Türkiye’de ne kadar yaşamı kurtardığını tam olarak bilmiyoruz. Bakanlık salgının başından bu yana yaptığı gibi ısrarla spesifik sayıları, oranları açıklamıyor. Açıkladığı sayılar, rakamlar ise hep tartışmalı oluyor ve bilgi sağlamak yerine şüphe ve kuşkuları arttırıyor.

Ama başka ülkelerin verileri üzerinden aşılamanın ne yaptığını az çok biliyoruz: Örneğin İngiltere’de aşılmanın 100.000 kişinin yaşamını kurtardığı tahmin ediliyor. İsrail’de salgının seyri aşılama ile dramatik olarak değişti. Türkiye’de ise ancak gözlemlerle yetinebiliyoruz: Aşılananlar hasta olmuyor, olurlarsa da ciddi hastalık geçirmiyor, hastaneye yatmıyor. Hastanelerde artık “aşılı hastaya” pek rastlanmıyor.

Ancak rakamlar, sayılar, gözlemler geniş bir kesimdeki şüpheleri gidermeye de yetmiyor. Aşı olanlar dahil birçok insan COVID’in “büyük şirketlerin oyunu olduğunu” düşünüyor. Düşünmese bile sorguluyor.

Buna kendi adıma “ilkel (vahşi) kapitalizm karşıtlığı” demeyi öneriyorum. Şöyle ki…

Birçok insan düzenin işleyişi ile salgın ve aşı piyasası arasında bir ilişki olduğunu görüyor, seziyor. İyi, güzel! Ama sorun burada başlıyor. Başlıyor çünkü çoğu kişi bu ilişkideki ağırlığı düzenin kendisine değil de kişilere yüklüyor: “Bill Gates hepimizi çipleyecek!” gibi ya da “Süper-elitlerin yeni dünya düzeni bu!” şeklinde. Düzenin yerini kişiler alıyor. Laf arasında kapitalizm ya da emperyalizm geçtiğinde ise siyasal bütünlüklü bir değerlendirmenin parçası olarak değil de parçalı bir algılayışın sıradan terimi olarak yer alıyorlar.

Sonuçta ne oluyor? Sınıf ve tarih bilinci ile malul (olması daha iyi, gelişkin, sorun çözücü olacak olan) değerlendirmelerin yerini komplo teorileri, kaygı ve paranoya alıyor. İnternet, kahvehaneler, eş-dost sohbetleri kapitalizme karşı sınıf bilinciyle harekete geçmiş yazılar, kişilerle değil bunlarla dolu. Gerek gırgırına gerekse ciddi ciddi. (Ayrıca her gırgırda bir gerçeklik payı da yok mudur?)

Peki, kapitalizm-salgın-aşılar faslında sezilen işleyişe dair ağırlığı düzene değil de kişilere vermek ne sağlıyor?

Açıkçası sorunu kişilere yüklemek insanları harekete geçmek zorunluluğundan da kurtarıyor. Kişilerin değişmesi ile işlerin değişebileceğine dair algıyı da besliyor. Örgütlenme ya da bir araya gelme ihtiyacı, köklü (ya da kısmi bir) dönüşüm gerekliliği, sorumluluk alma, üstlenme… İnanlar tüm bunlardan kendisini kurtarmış oluyor. Rahatlık için kurtuluşunu vermiş oluyor.

Düzen açısında ise mesele bir Hollywood filmine dönüşmüş oluyor. Aksiyon filmi tadında rasyonalitenin irrasyonalitesi! Daha ne olsun. Yeter ki mutlu son olsun! Ya da “irrasyonalite” yine bir başka iraasyonaliteye havale ediliyor. Örneğin Yunanistan’da aşılama için Ekümenik Barthalemo’nun “COVID aşısından korkmak tamamıyla irrasyoneldir” demesinden medet umuluyor. Türkiye ya da bir başka ülke de çok farklı değil. Pandeminin başında Amerikan televizyonlarında o güçlü nefesleri ile koronavirüsü kovan evanjelist vaizler de hatırlanabilir.

Güzel değil mi? Çok güzel. İrrasyonel bir düzen irasyonaliteye dayanarak ayakta kalıyor.               

Ancak biliyoruz ki irrasyonellik belirtileri ya da komplo teorileri sadece aşılara ya da salgına sınırlı değil. Sürekli var. Bugün bu ülkede o meşhur “ölümcül hastalığı” düşünmeyen, varlığına inanmayan, onu beklemeyen muhalif bulmak çok zor! Herkes olduğuna inanıyor, şüpheleniyor ve bunu sık sık konuşuyor.

Ve bu tür fısıltılar, konuşmalar, inanışlar bir tek Türkiye’ye özgü, sınırlı da değil. Seçim sonuçlarının şaibeli olmasının düşünülmediği ülke kalmamış durumda. ABD’den Fransa’ya seçimlerin güvenilir olduğuna dair algı neredeyse yerlerde sürünüyor. Diktatörlük yok ama gönüllü dikta her yerde! Daha ne olsun.

Bu irrasyonelite bir tür refleks, bir tür savunma mekanizması gibi. Neye karşı? Düzene karşı. Ama düzen için.

Öyle olunca da aşılamadaki soru işaretleri bir türlü aşılamıyor. Söylentilere herkes kulak kabartıyor. En basitinden aşı olalım mı diye bir tereddüt yaşanıyor!

Bilin ki tüm bunlar için aşı yetmez!

Aşı olun ama bir de irrasyonaliteye karşı sorumluluk alın, harekete geçin. Yapılacak çok iş var.

*  

Öbür yandan yazıyı bitirmeden şu küçük farkı hatırlamakta da fayda var. 80’lerde ya da 90’larda olsaydık sol “rasyonalitenin irrasyonelitesini” konuşuyor olurdu. Şimdi ise en azından kimse çıkıp da deliliğe övgü düzmüyor, düzemiyor. Bu da sol adına küçük, minik bir ilerleme sayılabilir. Az mı?