Tüm bu zenginlik safsatası sadece ucuz iş gücünü çeken bir rüyaya, dev bir reklama dönüşüyor.

İrlanda: Kira ve konut krizi kapitalizmde sonsuza dek sürebilir

İrlanda’da konut ve kira krizi, Ukrayna savaşının ardından kronik bir seyre oturmuş gibi görünüyor. Konu sadece İrlanda’yı ilgilendirmiyor; Türkiye dahil olmak üzere enternasyonal bir sorundan bahsediyoruz (insanca barınma). Tabii bu sorun sadece biz alın teriyle yaşayanların sorunuymuş gibi görünüyor. Kriz birilerinin yaşamı için felaket olurken, küçük bir azınlığın sonsuz fırsatlara kavuşması anlamına geliyor. İstatistiklerin Kelt mucizesi İrlanda, bu görünümüyle yaralı bir Kelt kaplanına benziyor. Sayılar yalan söylemez klişesinin yerini, sayılar buz gibi yalan söyler alıyor. Tüm bu zenginlik safsatası sadece ucuz iş gücünü çeken bir rüyaya, dev bir reklama dönüşüyor.

Reklamlar cumhuriyetine hoş geldiniz.

Dublin Genel Posta İdaresi (GPO) Önünde Çadırlarıyla Hayatta Kalmaya Çalışan ve Konut Krizini Protesto Eden Evsizler

İrlanda sermayesinin kalıcı olmayan ucuz iş gücüne ihtiyacı var. Türkiye’de iktisat bilimi içerisinde güncel bir tartışma mı bilmiyorum. Öyle olması gerekiyor. Zira, Türkiye son yıllarda ciddi bir biçimde iş gücü kaybediyor. Tabii bir o kadar da göç alıyor. Son zamanlardaki iş gücü kaybı bu yüzden Türkiye sermayesini ne kadar telaşlandırıyor hiç bilmiyorum. Bu göç özellikle sınırlı birikime sahip küçük burjuvaları avlamak için sistem tarafından bir fırsata dönüştürülüyor. Ehrenburg’un retoriğiyle durumu ifade edecek olursak, küçük burjuvazi her zamanki gibi kendini çok önemsiyor ve apolitik küçük burjuvazi her zamanki gibi çok ama çok korkuyor. Türkiye’nin küçük burjuvazisi gerçekte Avrupa’nın ucuz iş gücü, yani dev proleter ordusu. Sigortasını yatırmadığı, sosyal haklardan muaf tuttuğu bir köle yığınından bahsediyoruz. Bu köle yığını kendini ne zamana kadar üstün eğitimli, üstün insan olarak görmeye devam edecek?  Algılar, efsunlar ya da rüyalar ilgi alanım olmadığı için gerçeklerden ilerlemeye çalışıyorum. Nedir kalıcı olmayan iş gücü? Kıta üzerinde sürekli mobilize olan, tüm işçi haklarından muaf köle. İşte İrlanda sermayesi için en makbul göçmen grubunu bu kitle oluşturuyor. Sadece İrlanda sermayesi için geçerli bir durumdan bahsetmiyorum. Almanya’nın iş gücü açığı artıyor ve yasalar göçmenleri çekebilmek adına renkli reklamlar eşliğinde esnetiliyor (Almanya’da tahmini 7 milyon kişinin emekliye ayrılacağı söyleniyor). Neden bu grup makbul göçmen? Çünkü, Avrupa’da sermayedarlar büyük yük olarak gördükleri emeklilik fonlarından kurtulmak istiyor. Avrupa sermayesinin emeklilik fonu kabusunu daha detaylı ve uzun bir makalede ele almak gerekir. Şimdilik bu konuları Gelenek dergisine yazmak üzere erteliyorum. Yine de okurlar göçmenin makbulünün, emeklilik yönünden de makbul oluşunu akıldan çıkarmamalı. Kendini bir türlü göç ettiği yere ait hissedemeyen üniversite mezunu ama bar tuvaleti temizlemek zorunda olan kibirli bu köleye muhteşem bir düzen inşa ediliyor. Şu veciz sözü yeniden hatırlayalım: ‘İleri endüstri toplumunun köleleri, yüceltilmiş kölelerdir’. Bunu sadece emek sömürüsüyle sınırlamamak gerekiyor. Kapitalizmde tüm ekonomik ilişkiler grift olmak zorunda. İrlandalı mülk sahipleri, ülkeye gelen ucuz iş gücünden dolayı çok memnun. Kiraların boynunu bükmemek üzere artan eğilimini bu cereyanda aramak gerekiyor. Kitleler halinde ülkeye hücum eden yasal ve yasa dışı göç (neyse artık bu yasa dışı) mülkiyet sahiplerinin istismar kabiliyetini arttırıyor. Bir istismar düzeni olan kapitalizm, artan istismar olasılığı karşısında daha bir iştahlanıyor. İşte bu yüzden ilticacı olmayan göç, temelde kapitalistler tarafından ‘makbul göç’ olarak nitelendiriliyor ve medya bu algının gelişmesine katkıda bulunuyor. Bu şekilde göç edenler de zaten kendilerini ‘makbul göçmen’ olarak görmeye çok hevesliler. Net bir biçimde ifade etmem gerekirse, bu zihniyete sahipler apolitik budalalar. “Ben mülteci değilim” söylemiyle kendisini üstün bir insan olarak gören zavallı göçmen, gerçekte devletin sorumluluklarını üstlenen bir budalaya dönüşüyor. Bu noktada artık makas değiştirebiliriz. Peki, mülteciler neden makbul olmayan göçmenler?

II. Dünya Savaşı sonrası dünya düzeninde oluşturulan Cenevre sözleşmesi, iltica temelli göçte devletlere ciddi sorumluluklar yüklüyor. Mülteci statüsü alan kişilere insanlık onuruna yaraşır bir hayat inşa etmek bu sözleşmeye taraf olan devletlerin yükümlülükleri. Devlet mültecilik hakkı verdiği insanlara eğitim programları, siyasi koruma (can güvenliği), sosyal konut (bu bir kutu değil gerçek bir ev olmalı) ve ihtiyaç halinde psikolojik destek dahil olmak üzere tüm sağlık giderlerini karşılamak zorunda. Listeyi ve hakları daha fazla uzatabiliriz. İşte büyük, sosyalist bir ülkenin olmadığı (SSCB) ve işçi haklarının tamamen silindiği emperyalist bir düzende mülteciler makbul olmayan göçmen statüsündeler. Artık olmayan kamusal sağlık hizmetlerinden faydalanabiliyor ve şansları yaver giderse sosyal konutlara yerleşebiliyorlar. Bu haklar temelde proletaryayı rahatsız etmiyor, burjuvaziyi rahatsız ediyor. Burjuvaziye göre yoksullar için harcanacak tek bir peni bile yük olarak görünüyor. İşte faşistler tam bu kapıdan bir ajan olarak içeri giriyor. Tamamen buharlaşan tüm kamusal hakların yükünü mültecilerin üzerine yıkıveriyor. Oysa Ukrayna savaşı öncesinde İrlanda’da ilticacıların sayısı, ekonomik temelli göç edenlerin sayısının yanında devede kulak kalırdı. Savaş sonrasında bu sayının hala benzer bir uçuruma sahip olduğunu düşünüyorum. İrlanda’da ırkçılar ne diyor? Bu soruya geçmeden önce küçük bir parantez daha açmak istiyorum. Yasal düzenlemelerle mülteciler makbul kölelere dönüşebiliyorlar. İrlanda’da yüz yüze görüştüğüm Afrika kökenli mültecilerin bazıları İngiltere’de yıllarca yasal haklarını aramış ve bulamamış kişilerdi. Artık genç olarak kabul edilemeyecek bu emekçiler, İngiltere sermayesi tarafından iyice sömürüldükten sonra yılkı atı misali sınır dışı edilmişler ya da İrlanda’ya itilmişlerdi. Benzer bir durum İrlanda için de söz konusu. 10 yıldan fazla bir süre evraklarını bekleyen insanlar bu süre zarfında köle olarak çalıştırılmakta, kıdem tazminatları ve emeklilik haklarının doğacağı bir evrede bir anda sınır dışı edilmekteler. Tekrar ifade etmek gerekirse, tüm bu konular başlı başına yazılması ve irdelenmesi gereken meseleler. Buradaki gerçeklikler bize mülteci ve göçmen kategorisinin işçi sınıfı için önemli bir mücadele başlığı olduğunu gösteriyor. Bu yüzyıllardır süren kapitalist düzenin yarattığı bir gerçeklik (sadece bu çağa özgü değil) ve yüz yıllardır milliyetçi hezeyanlarla bu gerçeklikten kaçmaya çalışıyoruz. Sendika lideri Michael Lynch’in dediği gibi faşistlerin yaşamlarımızı cehenneme çeviren söylemlerini yerle bir etme zamanı geldi. Dünyanın bütün işçileri birleşmek zorunda!

İrlanda full

Ukrayna savaşı başladıktan sonra ırkçılar kendilerine yeni bir retorik yarattılar. #IrelandisFull diyorlar. Gerçekten İrlanda doldu mu? Ülkenin geçmişte ulaştığı en yüksek nüfus sayısına bakarsak bu kocaman bir yalan. Ayrıca ırkçıların yasal sığınmacıları hedefe oturtması, burjuvazinin ‘makbul olmayan’ mültecilerle olan savaşını net bir biçimde gösteriyor. Irkçıların kavrayamadığı bir şey daha var. İrlanda’daki tüm göçmenler bir gecede ülkeyi terk etseler, ülke kapitalist üretim koşullarında yıllarca ayakta kalamayacak bir biçimde ekonomik çöküntü yaşar.

Elbette sarışın ve mavi gözlü Ukraynalı mültecileri makbul olarak kabul ediyoruz, onlar Avrupa burjuvazisinin göz bebeği. Savaş öncesinde İrlanda ekonomisinin bel kemiği olan restoran ve otelciler birliği, hükümete acil kodlu bir mesaj göndermiştir. Otel ve restoran sahiplerinin çok acil 10 bin kişilik ucuz iş gücüne ihtiyacı vardı. Ülkeye gelen 63.000 Ukraynalı bu açlığı giderebilmiş olabilir. Ukraynalılar olmasa bile kendilerini korkunç bir krizin pençesinden İrlanda’ya atan Türkler de bu açlığı giderebilirdi. Makbul Ukraynalı mülteci zırvalığı sadece Avrupa’ya özgü değildi. Kendisini sonsuz derecede Avrupalı sayan Türkiye’nin zavallı medya figürleri, bu ırkçı tavra utanmadan cephane taşıdılar. Adı lazım değil sözde bir muhalif kanalda elinde mikrofon kendisini Ukrayna sahasında bulan mahir bir gazeteci, hiç utanmadan ve zerre sıkılmadan şu yalanı söyleyebildi: “Burada sadece kadın ve çocuklar var. Erkekler, eşlerine sarılıp savaşa gidiyorlar. Onlar, savaştan kaçan Suriyeli, Iraklı ya da barbar doğulu insanlar değiller. Onlar, gerçekten vatansever”. Bu alçaklığı küfür dışında herhangi bir yolla okurlarıma açıklamam gerçekten zor. Yine de dişlerimi sıkarak çizgiden çıkmayacağım. Aklı kendine çok fazla gelen bu rezil gazeteciye İrlanda’dan net bir cevap vereyim. Tullamore’da sahada gazetecilik yaparken pek çok Ukraynalı, hatta Kırım Türkleriyle kendi anadilimde bile iletişim kurma imkânı buldum. Bu göçmenlerin arasından savaş çağında pek çok sağlıklı erkek vardı. Zaten bu normalde göç üzerinde çalışanlar için şaşırtıcı bir sonuç değil. Sadece cahil ve bu konu hakkında zerre bir şey bilmeyen ırkçı ve medya maymunlarının anlamadığı bir durum bu. Göç mesafesi arttıkça yaşlı, kadın ve çocukların uzak ülkeye göç etmesi zorlaşır. Mesafeyi bir kenara bırakalım, yaşlı ve hamile insanların yanlarında refakatçileri olmadan gidebilecekleri bir yer yok! Doğal olarak savaştan kaçan sağlıklı erkekler en uzak varış noktasına daha fazla erişir. Bu gerçek bir yana, hakikaten boylu poslu güçlü Ukraynalı erkeklerle karşılaştık. Bunu ırkçı retoriği berkitmek için söylemiyorum. O, klişe soruyu bu göçmen erkeklere yönelttiğimizde, yani neden ülkelerinde savaşmadıklarını sorduğumuzda şu cevabı aldık: “İnsanlar savaşı oyun sanıyorlar ama savaş bir oyun değil ve biz savaşmak istemiyoruz”. Vatan-Millet-Sakarya 35’lik batarya söylemlerini geçelim. Bu söylem bizleri uyutmak için icat edilmiş. Gerçekten savaş bir oyun değil ve günümüzdeki savaş teknolojileri göz önüne alınırsa eğer karşımızda ciddi bir ölüm makinesi olduğunu kabul edelim. Ayrıca ‘savaş’ denen şeyin kapitalizmde ekonomik bir faaliyet olduğu gerçeğini unutmayalım. Buradaki köşemde aylar önce İngiltere’nin günlük 2 bin dolarla savaşacak lejyonerler aradığını yazmıştım. Bugün, savaş konusunda uzman biriyseniz dünyanın çeşitli bölgelerinde yüksek ücretlerle çalışmaya başlayabilirsiniz.  Türkiye halkına karşı suç işleyen bu şahsa karşı bir not daha eklemek isterim. Tanımadığın kendi ülkende, Felluce halkının Amerikan askerlerine karşı destansı direnişi hakkında türküler yakıldı (Grup Yorum) ve Felluce-Bağdat Bulutsuzluk Özlemi’nin albüm kapağı oldu. Hani savaşmıyor, hani vatanlarını korumuyor diye aşağıladığınız o doğulu barbar insanlar var ya koca Amerikan ölüm makinesine karşı bedenlerini ortaya koydu ve hepsi tek başlarınaydı. Suriye savaşını hiç saymıyorum. Yaşayanlar iç savaş denen lanetin, dış savaştan daha berbat bir şey olduğunu söyler. Ve Suriye halkı 10 yıldan fazla bir süredir bu belayla mücadele ediyor. Hem de tüm emperyalist güçlerin büyük yığınağına rağmen.

İşte İrlanda’nın evsizlik sorunundan Felluce direnişine kadar geldik. Felluce direnişini kırmak için ABD kimyasal silahlar kullanarak savaş suçu işledi. Kaderin cilvesi, Irak’a kimyasal silah bahanesiyle girenler, Irak halkına karşı gözlerini kırpmadan kimyasal silah kullandılar. Şimdi, okurlar bu gazetecinin adını neden vermiyorsun diye sorabilir. Adını verdiğimde özür dilemeyeceğini ve ırkçılığından asla utanmayacağını bildiğim için isim vermiyorum. Nasılsa Türkiye’de ne yaparsanız yapın utanmıyorsunuz. UTANMAZLAR CUMHURİYETİNE HOŞ GELDİNİZ.

İrlanda full falan değil. Doğulu mülteciler de Avrupalı halka o kadar yabancı değil. Faşist retorik geçmişten aldığı mirasla her şeyi korkunç bir yalan üzerine inşa ediyor. Kendilerine yakın olduklarını düşündükleri Ukrayna ahaliside aslında o kadar yakın değil. Gelelim bir diğer önemli iddiaya İrlanda çok fazla mı mülteci kabul ediyor? Bu da kocaman bir yalan. Dünyada gerçekleşen göçün esas yükünü yoksul ve orta gelir grubundaki ülkeler karşılıyor. Aşağıdaki veriler bunu net bir biçimde ortaya koyuyor.

Göç: Gerçekte Almanya dışında göçün esas yükünü Türkiye, Kolombiya, Pakistan ve Uganda çekiyor. Yani AB değil.

İrlanda’daki Konut Krizini Net Bir Biçimde Ortaya Koyan Güncel Rakamlar

Birleşmiş Milletler'in 2008 istatistiklerinde de Türkiye zirvede yer alıyor. Türkiye, NATO ve AB’nin fiziki sınırı (Meksika Duvarı) olmayı kabul etmiş durumda. Bu da bir geçiş noktası olan Türkiye’nin bir halklar hapishanesine dönüşmesine neden oluyor. Demek ki tüm dünyadaki göçün yükünü İrlanda çektiği için insanlar evsiz kalmıyor. Şimdi, herkes şu sorunun cevabını arıyor: ‘Ev fiyatları ve kiralar ne zaman düşecek?’. Bu soruyu kendim yanıtlamak yerine, herkesin sorduğu o soruyu alanında değerli çalışmalar yürüten Nevzat Evrim Önal’a yönelttim. Yazıyı bu soruyla ve Nevzat Evrim’in cevabıyla sonlandırmak istiyorum.

‘ Konut krizinin sadece İrlanda'yı kapsamadığını, tüm dünyada ve Türkiye'de yakıcı bir sorun olduğunun farkındayım. Kriz diyoruz ama sizin gıda konusunda da söylediğiniz gibi esasında ortada kıt kaynaklardan ötürü yaşanan bir kriz yok. Örneğin: İrlanda'da sadece atıl durumdaki evler bile devlet tarafından kamulaştırılsa ve talittan geçirilse evsizliğin büyük oranda ortadan kalkacağı söyleniyor. Yine de devlet bu alanda inatla regülasyon yapmaya direniyor. Koalisyon hükumeti verdiği sözleri yerine getirmekten bile çok uzakta. Gıda ve enerji konularında piyasayı regüle eden İrlanda devleti, konut sorununa müdahale etmiyor ve bu mesele kimilerinin iddiasına göre piyasanın görünmez elinin insafına bırakılıyor. Sizce piyasanın bu görünmez eli ne zaman insafa gelir de kira ve konut fiyatları emekçiler için daha makul bir düzeye gelir?’
Nevzat Evrim Önal: Öncelikle, piyasanın bir görünmez eli falan yok. Tekellerin giderek saklanması imkânsız hale gelen çıkarları var. Bu çıkarları tatmin edecek biçimde çalışan piyasada kimseye, hele ki yoksul emekçilere insaflı falan davranmayacaktır.

Bakın, Dünya Bankası'nın hesaplarına göre bugün İrlanda, dünya sıralamasında satın alma gücü paritesine göre kişi başı gayrisafi yurtiçi hasılası en yüksek üçüncü ülke. Sırlamada İsviçre'den, Norveç'ten yukarıda. OECD rakamlarına göre, çalışılan her saat başına üretilen ekonomik değer açısından ise açık ara birinci ülke. Ama hala yoksulluk var. Emekçiler çılgınca değer üretiyor, patrona kâr sağlıyor bu ülkede, büyük bir zenginlik yaratılıyor ama hala yoksulluk, evsizlik, sefalet var. Piyasanın görünürü görünmezi bu işte. Piyasa eşitlik değil, eşitsizlik üretir. Piyasayı kendi haline bırakırsanız tekeller büyür. Bugün dünyada bir de ülkelerin konut sektörlerini finansal yatırım alanı olarak gören büyük miktarda sermaye var. Bunlar satın aldıkları konutları kullanımda dahi tutmuyor, yalnızca fiyatı yükselince satılacak bir finansal varlık olarak görüyor. Konut piyasasını devletleştirmek, bu çıkarların önünü kesmek demektir. Ve bu, sermayenin egemen kesimlerinin de istediği bir durum olmadığı müddetçe, hiçbir burjuva hükümet böyle bir müdahalede bulunmayacaktır.

Emekçilerin ihtiyaçlarının devlet güvencesinde olabileceği tek düzen sosyalizmdir. Herhangi bir sosyal demokrat iktidarı en iyi ihtimalle geçici iyileşmeler sağlayabilir ve tarihte defalarca gördüğümüz üzere, bir süre sonra da verdiklerini geri alsınlar diye sahneyi sağcılara bırakır. Bu yüzden işçi sınıfı, kendi iktidar programı etrafında, kendi partisinde örgütlenmeli ve kendi partisine oy vermelidir.