'İran’da tekrar İşçi Konseyleri kuruluyor, grevler yaşanıyor. İllegal birçok Marksist örgütün kurulduğu söyleniyor. Bu sefer değilse bile bir vadede İran devrimini arıyor.'

İran'da sınıflar yok mu?

Mehsa Amini’nin ahlak polisi tarafından başörtüsünün uygunsuzluğu nedeniyle gözaltına alınması ve gözaltında darp edilmesi nedeniyle yaşamını yitirmesinin ardından başlayan ayaklanma nerdeyse bir ayına yaklaşıyor.

İran Devleti ayaklanmaya katılanların yaş ortalamasının 15 olduğunu ve ayaklanmanın kandırılmış gençlere dayandığını söyledi. Rakam doğru mu bilmiyoruz, ama ayaklanmayı dar bir toplumsal kesime mal etme girişiminin iyi niyetli olmadığı belli.

İran dışındaki bazı örgütlenmeler ise bu olayların bir kadın ayaklanması olduğunu ileri sürüyorlar. Kadınların ayaklanma ve devrimlerdeki öne çıkışının sürece nasıl bir güç kattığını tarihsel örneklerinden ve güncel deneyimlerden biliyoruz. Ancak bu öncülük olayların sınıflar üstü olduğu anlamına gelmiyor.

Bazı kesimler ise Mehsa Amini’nin Kürt kimliğinden dolayı ayaklanmayı başlangıçta İran Kürt hareketi ile ilişkilendirmeye çalıştı, buna karşılık ayaklanma İran’ın neredeyse bütün kent ve kasabalarına yayılınca bu daha az söylenir hale geldi.

Oysa sınıflı toplumların kurulmasından bu yana dünyada yaşanan olayları sınıf mücadeleleri dışında inceleyemez ve anlayamazsınız. Eğer sınıflar üstü bir inceleme ve takdim söz konusuysa bu yine egemen sınıfın emekçi sınıfların aklını seyreltmeye dönük bir marifeti olarak okunmalıdır.

Tarih yazımı ve okumalarında özgücülük Türkiye’de de ön plandaydı, “sınıfsız, imtiyazsız bir kitlenin çılgın eylemi” sınıf analizine ve Marksizm’e asla sığmayacak biricik bir olay olarak yıllarca işlendi.

Ancak İran’ın son 50 yıllık tarihine yaklaşım Türkiye’deki özgücülüğü kat kat geçmiş gözüküyor. Sınıflar üstü bir “İran İslam Devrimi” kavramı nerdeyse 43 yıldır yaşananları anlamamızı engelliyor.

1978’e gelindiğinde İran soyluluğu ve ABD işbirlikçisi sermaye sınıfının temsilcisi olan Şah’a karşı yükselen toplumsal karşıtlık büyük bir ayaklanmaya dönüşür. Şah’ın yenilmesinde İran’ın komünist partisi olan TUDEH’in ve fabrikalardaki örgütlülüğünün büyük bir etkisi olur. Sanayi bölgelerinde grevleri yönetecek kararları alabilen İşçi Konseyleri kurulmuştur. Özellikle petro-kimya sanayisindeki grev Şah’ın devrilmesinde kritik bir rol oynar.

Devrimden hemen sonra iktidarı Molalarla paylaşan TUDEH’in nerelerde hata yaptığına bu yazıda girmeyeceğiz. Ancak esnaf, eşraf, köylü sınıfları ve küçük burjuvaziye yaslanan Mollalar kısa bir süre sonra komünistleri tasfiye ederler. Binlerce komünistin ve solcunun katledildiği hep anlatıla durulur, ancak bu olayın İran işçi sınıfının burjuvazi karşısında yenilgisi olduğu vurgulanmaz. Devrim kaybedilmiş, bir karşı devrime dönüşmüştür.

Kafaları karıştıran bir diğer olay ise Molla rejiminin ABD ve İsrail karşıtı olmasıdır. Oysa 1980’li yıllarda İran Sovyetler Birliği’ni kuşatan İslamcı rejime sahip devletlere katılmış ve kuşatmayı sağlamlaştırmıştır.

Olayın başka bir boyutu ise Mollaların iktidara geldiği ilk yıllarda toplumsal adaletçi, sosyal devletçi ve kamucu bir yönelim izlemeleridir. Dünyada hala sosyalizmin önemli bir güç ve rakiplerinin komünistler olması, belki Şiilikten kaynaklanan bazı kültürel ögeler bu yönelimi sağlamış olabilir.

Ancak Sovyetler Birliği’nin siyasi coğrafyadan çekildiği ve neo-liberalizmin zaferini bütün dünya emekçi sınıflarına karşı ilan ettiği yıllarda Molla rejimi ile İran burjuvazisi arasındaki sınıfsal ilişki belirgin hale gelmeye başlar. 

1990’lara kadar kamucu ve ithal ikameci iktisat kurallarına bağlı İran ekonomisini liberalleştiren dalgalar birbirini takip eder. Bizdekine çok benziyor, süreç devlet içindeki kamucu kesimlerin tasfiyesini de içerir. Bu kısa yazıda iyi tanımlanabilen bu liberal dalgalardan uzun boylu bahsetmeyeceğiz.

Ancak Molla rejiminin bir süredir yaşadığı ve bugün başat hale gelen meşruiyet krizine giden yol böylece döşenir.

Özelleştirmeler büyük bir toplumsal eşitsizliğe neden olur. Bugün işçiler fiili olarak sendikasızlar, sigortasız ve kayıt dışı çalıştırılıyorlar, saat başı ücret dünyadaki en düşük ücretlerden biri.

Eğitim, sağlık ve hatta emekliliğin giderek daha fazla cepten ödemeye bağlı hale geldiği görülüyor.

Kamu mülkünün yağmalanması Devrim Muhafızları’na bağlı dini vakıflar tarafından yönetiliyor. Bazı kesimler çok zengin olurken, emekçi sınıflar hızla yoksullaşıyorlar ve düzenin bekasını sağlayan “orta sınıflar” eriyor.

Liberalleşmenin öbür adı toplumsal çürümedir. İran’da son 10 yıldır inanılmaz bir yolsuzluk furyası halkın öfkesini çekerek öne çıkıyor. Devlet bunu içlerindeki çürük elmalara bağlıyor ve temizlemeye çalışıyor. Oysa bu İran kapitalizminin ürününden başka bir şey değil.

Ayrıca İran’da son yıllarda ciddi bir kuraklık krizi ve susuzluk yaşanıyor. Bunun altında muhakkak genel olarak emperyalist sistemin neden olduğu iklim krizi var, ancak Molla rejiminin bu süreci yönetemediği de söyleniyor. Bunu Türkiye’den de biliyoruz, sermaye sınıfı kendini finanse etmek için kullandığı bütçeyi çevreyle ilgili olayların düzeltilmesi için kullanmaktan kaçıyor. Dolayısı ile kuraklık ve tarımın etkilenmesi de sınıfsal bir çatışmaya dönüyor.

Emperyalist paylaşım savaşının aslında sermaye sınıfının bütün dünyadaki emekçilere karşı açılmış bir savaş olduğunu hep söylüyoruz. İran emekçileri de gıda güvenliği krizi ve yüzde 40’ları aşan enflasyonla bu saldırıyı yaşıyorlar.

Sonuçta İran’da tekrar İşçi Konseyleri kuruluyor, onların öncülük ettiği grevler yaşanıyor. Ülke düzeyinde çok etkili olmasa da illegal birçok Marksist örgütün kurulduğu söyleniyor. Hapse girip çıkan, işkence gören veya öldürülmüş kadın-erkek birçok işçi önderinin ismi anılıyor. Biz de saygıyla eğiliyoruz önlerinde.

Bu sefer değilse bile bir vadede İran devrimini arıyor.

Bu sefer çaldırmama iradesiyle.