İnsan haklarına ve temel özgürlüklere yönelik eğitim - insanlar arasında barış içinde yaşamayı sağlayacak eğitim - ancak laik, bilimsel, kamusal ve parasız eğitimdir.

İnsan hakları (I)

İnsanlık açısından, 76 yıl önce 10 Aralık 1948’de "İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi"nin yayımlanması, bazı eksiklikleri olsa da ve pek çok ülke tarafından uyulmasa da, barış içinde yaşamanın önemli bir adımıdır. Bu bildirgenin arkasında insanlığın binlerce yıldır yaşadığı acı-tatlı deneyimler ve insan aklı vardır. 

İlk insanlar, toplayıcı toplumlar ve daha sonrasında da avcı toplumlar, açlıklarını gidermek için herhalde zaman zaman birbirini öldürmek zorunda kalmıştır. Avcı toplumundan tarım toplumuna geçilirken, doğanın ve hayvanların sömürülmeye başlanmasıyla insan emeğinin sömürülmesi de artmıştır. Tarım toplumunda insanların birlikte yaşamaya başlamasıyla sırasıyla köyler, kentler ve kent devletleri ortaya çıkmıştır. Kent devletleri arasındaki güç kazanma savaşları köle uygulamasını başlatmış, kent devletleri krallıklara/imparatorluklara dönüşürken kölelik yaygınlaşıp bir meta haline gelmiştir. Bu arada kadınlar da bir tür köle durumuna düşürülmüştür. Örneğin okullar açıldığında, yüz yıllarca kız çocukları okula alınmamıştır. Kölelik, semavi dinler öncesinde var olan inançlar tarafından olduğu gibi, ne yazık ki semavi dinler olan Musevilik, Hristiyanlık ve İslamiyet tarafından da kabul edilmiştir. Buna karşın ilkçağda bile adaleti savunan ve köleliğe karşı çıkan düşünürler olmuştur. Örneğin Konfüçyüs (M.Ö. 551-478), güçlü iktidarların adaletsizlikleri yok edip kişilere ve ailelere huzur getirebileceğini belirtmiştir. Pers İmparatoru Büyük Kiros (MÖ 590-429), fethettiği topraklardaki insanlara, ibadetlerini özgürce yapma hakkı tanımıştır. Yunan Aristoteles (MÖ 384-322), “Doğa gereği kendine değil, ama bir başkasına ait olan kişi, doğa gereği köledir” derken, Alkidamas (MÖ 420- 320?), “Tanrı herkese özgürlük vermiştir, kölelik kabul edilemez” demiştir.

İnsanların aynı inançta olması bile savaşları engellememiştir. Tarihsel süreçte, kardeşini öldürüp başa geçen de, halifeyi öldürüp kendisini halife ilan eden de vardır. Müslüman Araplarla Müslüman Türkler birbirleriyle savaştığı gibi Hristiyanlar da birbirleriyle savaşmışlardır. Haçlı Seferlerini gerçekleştirenler, Müslüman Anadolu ile Ortadoğu’yu yağmaladıkları gibi Bizans’ı da yağmalamıştır. İnanç birliği, ABD’de, Rusya’da, Osmanlı’da, İspanya’da ve Afganistan’da olduğu gibi iç savaşları da engelleyememiştir. 

Tarihsel süreçte yaşanan her savaş ve sonrasında galip gelenin ele geçirdiği yörede gerçekleştirdiği yağmalama, katliam ve esir almalar, birer insanlık dramı niteliğindedir. Hz. İsa’nın ölümünden sonra Roma’nın Hristiyan olanlara karşı gösterdiği tutum da, daha sonra Hristiyanların ya da Müslümanların ele geçirdikleri yöre insanına kendi inançlarını zorla kabul ettirmeleri de birer dramdır. Kadınlarla kölelerin yaşadıkları akıl-almaz vahşetlerle doludur. ABD’nin siyah kölelere karşı tutumu, Roma İmparatorluğunun kölelere karşı tutumu kadar acımasızdır. Avrupa devletleri işgal ettikleri yörelerde -Kuzey, Orta ve Güney Amerika’da, Avustralya’da, …- neredeyse yerli halkları yok etmişlerdir. 

İlkçağda olduğu gibi daha sonraları da insan haklarına sahip çıkanlar olmuştur. Örneğin Basralı El- Maverdi (974-1058), halifenin, adalete uygun hareket etmemesi halinde, görevinden uzaklaştırılması gerektiğini savunmuştur. Balasagunlu Yusuf, XI. yüzyılda "Kutatgu Bilig" adlı kitabında, hükümdarların, insanların hepsine iyi ve adil davranması gerektiğini yazmıştır. İtalyan Marsilius Patavinus (1270-1340), yasaların yapılmasına halkın doğrudan katılmasının gerekli olduğunu ve kimseye zorla iman aşılanamayacağını savunmuştur. Bu tür düşünceler Rönesans ile birlikte Aydınlanma sürecinde Avrupa’da hızla yayılmıştır. Örneğin John Locke (1632-1704), insanın vazgeçilmez doğal haklara sahip olduğunu ve siyasi düzenin amacının hürriyeti güvence altına almak olduğunu açıklamıştır. Fransız Montesquieu (1689-1755), bireyin özgürlüğü ve haklarının denetimi için kuvvetler ayrılığının önemine değinmiştir. Fransız Voltaire (1694-1778), dini kurumlarla güç sahibi insanların bireyleri yargılamadan cezalandırma hakkı olmadığını savunmuştur. Cenevreli Jean Jacques Rousseau (1712-1778), siyasal toplumun, eşit hak ve yükümlülükleri olan bireylerin iradelerine dayanan bir yapı olduğunu belirtmiş, "halkın egemenliği" kavramını getirmiştir. 

İlginçtir, siyah kölelerle yerlilere karşı kıyımlarıyla bilenen Kuzey Amerika’daki 13 devlet, 4 Temmuz 1776 tarihli "Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi"nde1, “Tüm insanların eşit yaratıldığını, Yaradanları tarafından kendilerine devredilemez hakların verildiğini ve bu hakların Yaşam, Özgürlük ve Mutluluğa erişme haklarının bulunduğu gerçeklerinin apaçık ortada olduğunu kabul ediyoruz” demişlerdir. İnsanların eşitliği ilk kez resmi bir yazıda ifade edilmiştir. Ardından da 26 Ağustos 1789’da, “İnsanlar, haklar bakımından özgür ve eşit doğar ve yaşarlar; Özgürlük başkalarına zarar vermeden istediğini yapabilmektir; Her insan suçlu olduğuna karar verilinceye kadar masum sayılır” gibi ifadeler içeren "Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi"2 yayımlanmıştır. Köle uygulaması 1777’de Vermont’ta, 1792’de Danimarka’da, 1794’te Fransa’da, 1807’de İngiltere’de ve 1865’te de ABD’de yasaklanmıştır. Ancak bu bildirgeler ve köleliğin yasaklanması pek işe yaramamıştır. Bu arada Galli Robert Owen (1771-1858) ile Alman Karl Marx (1813-1883) ve Friedrich Engels (1820-1895), emekçilerin haklarına sahip çıkmışlardır.

Savaşlarda belirli kurallara uyulmasını sağlamak üzere 1864’te "Uluslararası Kızılhaç Komitesi" oluşturulmuştur. 1899 ve 1907 yıllarında dünyanın güçlü devletlerinin katıldığı Lahey Barış Konferansları düzenlenmiştir. Bu gelişmeler de bir işe yaramamış ve 1914-1918 yılları arasında I. Dünya Savaşı yaşanmıştır. Savaş sonunda Paris Barış Konferansı çalışmaları başlamış, dünyada kalıcı barışı ve adaleti, sağlamak amacıyla 10 Ocak 1920’de de Amerika ile Rusya’nın katılmadığı Cemiyet-i Akvam (Milletler Cemiyet) kurulmuştur. Yine de 1 Eylül 1939-1965 yılları arasında 80 milyon kadar insanın öldüğü II. Dünya Savaşı yaşanmıştır. H. G. Wells’in1940’ta yayımlanan "İnsan Hakları" kitabı bu konudaki gelişmelere hız katmıştır. 

ABD, Çin, İngiltere ve Sovyetler Birliği delegeleri 1944’te Birlemiş Milletler Ana Sözleşmesi’nin temel ilkelerini belirlemişlerdir. Bu ilkeler 50 devletin katılımıyla tartışıldıktan sonra Haziran 1945’de Birleşmiş Milletler Ana Sözleşmesi adıyla imzalanmıştır.  24 Ekim 1945’de Birleşmiş Milletler (BM) kurulmuştur. II. Dünya Savaşı’nda Hitler’in Almanya’da ve işgal ettiği ülkelerdeki Yahudiler uyguladığı soykırım insan hakları konusunun ele alınmasını öne çıkarmıştır. BM’de yapılan çalışmalar sonunda hazırlanan bir metin, 10 Aralık 1948’de "İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi"3 (İHEB) olarak kabul edilmiştir. Otuz maddelik bu bildirgedeki bazı ifadeler şöyledir: 

  • Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdanla donatılmışlardır, birbirlerine kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar (m.1).
  • Herkes ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da başka türden kanaat, ulusal ya da toplumsal köken, mülkiyet, doğuş veya başka türden statü gibi herhangi bir ayrım gözetilmeksizin, bu Bildirgede belirtilen bütün hak ve özgürlüklere sahiptir (m. 2.1).
  • Herkesin yaşama hakkı ile kişi özgürlüğü ve güvenliğine hakkı vardır (m. 3).
  • Herkesin düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne hakkı vardır (m.18).
  • Herkesin kanaat ve ifade özgürlüğüne hakkı vardır (m.19).
  • Herkes, eğitim hakkına sahiptir. Eğitim, en azından ilk ve temel öğrenim aşamalarında parasızdır. İlköğretim zorunludur. Teknik ve mesleki eğitim herkese açıktır. Yüksek öğrenim, yeteneğe göre herkese eşit olarak sağlanır (m. 26.1).
  • Eğitim, insan kişiliğinin tam geliştirilmesine, insan haklarına ve temel özgürlüklere saygıyı güçlendirmeye yönelik olmalıdır. Eğitim, bütün uluslar, ırklar ve dinsel gruplar arasında anlayış, hoşgörü ve dostluğu yerleştirmeli ve Birleşmiş Milletlerin barışı koruma yolundaki etkinliklerini güçlendirmelidir (m. 26.2).

İnsan Hakları Bildirgesi, emekçi haklarıyla ülkelerin bağımsızlık haklarına değinilmemesi gibi bazı eksikliklerine karşın eşitlik vurgusuyla barış içinde yaşamanın anahtarı gibidir. Günümüzde de örnekleri görüldüğü üzere, insan haklarına saygılı olan devletler barış içinde yaşamaktadır. Piyasacı/kapitalist, dini kurallarla yönetilen, gerici ya da faşist devletler ise bu bildirgeye de daha sonra kabul edilmiş evrensel bildirgelere de, işlerine gelmediği zaman zerre kadar değer vermemektedirler. 

Bu bildirgede belirtildiği gibi eğitim, “insan kişiliğinin tam geliştirilmesine, insan haklarına ve temel özgürlüklere saygıyı güçlendirmeye yönelik” olmalıdır. İnsan haklarına ve temel özgürlüklere yönelik eğitim - insanlar arasında barış içinde yaşamayı sağlayacak eğitim - ancak laik, bilimsel, kamusal ve parasız eğitimdir. 

okcabolr@gmail. com