Emekçilerden esirgenen bütçe kaynakları ve abartılı likidite genişlemesi… Bu bileşke, saray stratejisinin özetidir: Toplumsal bunalım yaratarak şirketleri kurtarmak, ihya etmek…

IMF verilerinde Türkiye ve diğerleri

IMF ve Dünya Bankası, Ekim 2021 toplantıları vesilesiyle yeni raporlar, belgeler yayımladı. Bunlarda uluslararası ekonominin seyri incelendi; istatistikler, öngörüler, politika önerileri revizyondan geçti. 

Bugün IMF’nin iki önemli raporunun yeni ve güncellenmiş istatistikleri üzerinde duracağım: Ekim 2021 tarihli Dünya Ekonomisinin Görünümü (World Economic Outlook) ve Kamu Maliyesi (Fiscal Monitor) raporları… Bunlarda yer alan Türkiye verilerini “yükselen ekonomiler” olarak adlandırılan çevre ekonomileri ile karşılaştırmak istiyorum. 

“Yükselen ekonomiler”, neoliberal akımın iktisat diline yerleştirdiği yapay bir terimdir. Uluslararası sermaye açısından önem taşıyan, belli bir eşiği aşmış olan, sayıları 25-30 arasında değişen büyük çevre (“Güney”) ülkesi ile sınırlıdır. Küçük ve yoksul “gelişmekte olan” ülkeler dışlanmıştır. 

Türkiye’de korona salgınında izlenen; bugüne de uzanan iktisat politikalarını tartışıyor, eleştiriyoruz. Bu yazıdaki karşılaştırmayı da esas olarak 2019-2021 ile sınırlıyorum. Bu kritik üç yılda ekonomimizin nicel göstergeleri ile diğer “yükselen” ekonomiler arasındaki ayrışmalar, bu tartışmalara da ışık tutabilecektir.  

İstikrarsızlık  göstergeleri: Enflasyon, cari açık 

Liberal iktisat çevreleri için öncelik taşıyan makro-ekonomik istikrar göstergeleri ile başlayalım. 

Elbette enflasyon öncelik taşıyacaktır. Ülkeler-arası enflasyon karşılaştırmasında son üç yılda çift haneli enflasyonu (%15,2 → %12,3 →%17,0) yaşamakta olan tek “yükselen” ekonomi Türkiye’dir. IMF’ye göre çift haneli enflasyon ülkemizde 2026’ya kadar sürecektir. 

Diğer istikrarsızlık göstergesi cari işlem açığıdır. Asya’nın “yükselen” ekonomileri, genellikle cari işlem fazlası vermektedir. Çevre ülkelerinde kronik dış açıklar Latin Amerika, Balkan ve Kuzey Afrika coğrafyalarında yoğunlaşmıştır. 

IMF’nin 2019 sonrası istatistikleri, Türkiye’yi kronik ve kesintisiz dış açık veren (Brezilya, Kolombiya gibi) “yükselen” ülkeler içine yerleştiriyor. Bu öngörülere göre Türkiye, 2022-2026 döneminde durgun (%3,3’lük) bir büyüme temposu içinde millî gelirin (GSYH’nın) yüzde 2’si civarında bir dış açık oranına yerleşecektir. 

Bu tespitlere, öngörülere göre Türkiye’nin makro-ekonomik istikrarsızlığı yakın gelecekte de sürecektir. 

Büyüme: Ekonomik kriz yok 

Korona salgınının etkileri açısından önem taşıyan iki temel gösterge ile sürdürelim. Büyüme ve işsizlik… 

Salgın yılı olan 2020’de dünya ekonomisi daralmış; Batı ülkelerinin tümü küçülmüştür. “Yükselen” ekonomilerde ise salgına rağmen GSYH artışları gerçekleştiren ülke sayısı üçtür: Vietnam (%2,9), Çin (%2,3) ve Türkiye (%1,8)… Saray iktidarının bu durumu öne çıkardığını; propaganda aracı olarak kullandığını da biliyoruz. 

Gelelim 2021 öngörülerine: Tüm ülkeler, 2020’deki kayıplarını az veya çok telafi etmektedir. IMF bu yılın Türkiye büyüme öngörüsünü ise yüzde 5,8’den yüzde 9’a yükseltti. Diğer “yükselen” ekonomiler arasında Türkiye GSYH artışları açısından bir kez daha önlerde yer alıyor: Şili (%11,0) ve Hindistan’ın (%9,5) ardından üçüncü sırada… 

İşsizlik: Toplumsal bunalım var

IMF verilerinde Türkiye 2020-2021’de salgına rağmen yüzde 11’e yaklaşan bir tempoyla büyümekte; benzerlerine göre ön saflarda yer almaktadır. Ne var ki insanlarımızın çoğu Türkiye’yi bunalımda görmektedir. İstatistikler ile algılamalar arasındaki uyumsuzluk, sert bir “bölüşüm şoku”ndan kaynaklanıyor. Göstergelerini bu köşede açıklamıştım: (“Türkiye Ekonomisi: Kriz Yok; Toplumsal Bunalım Var”, Sol Haber, 6 Ağustos 2021).

IMF raporları bölüşüm göstergeleri içermiyor; ama yukarıdaki tespiti kısmen işsizlik verilerinden izleyebiliyoruz. Önümüzdeki yılın öngörülerini de ekleyelim ve Türkiye’nin 2020-2022 (dar tanımlı) işsizlik oranlarını aktaralım: (%13,1 → %12,2 → %11,0)… 

 Diğer “yükselen” ekonomilerle karşılaştıralım. Bu üç yılda Türkiye’yi aşan işsizlik yüzdeleri iki ülkeyle sınırlıdır: Kolombiya (16,1 → 14,5 → 13,8) ve Brezilya (13,5 → 13,8 → 13,1)…  İkisinin de son yıllarda ağır sınıfsal gerilimler içinde olduğunu biliyoruz. 

IMF, Türkiye için 2026’ya kadar %3,3’lük bir büyüme temposu öngörüyor.  Aynı dönemin işsizlik oranları da daima %10’u aşıyor. Demek oluyor ki yüzde 4’ün altında öngörülen bir büyüme eğilimi, çift haneli işsizlik oranını sürdürecektir. 

Bu tespiti, Türkiye’nin bugünkü astronomik emek rezervleri ile birleştirin. Türkiye’nin 2021’deki toplumsal bunalımı yakın geleceğe de taşınacaktır. 

Israrla vurgulamalıyız: Tek çözüm köklü, devrimci bir dönüşümdür. 

Malî disiplin ve finansal genişleme bileşkesi…  

IMF verileri salgında Türkiye’de izlenen iktisat politikalarından birine ışık tutuyor: Bütçe kaynakları emekçilerden esirgenmiştir. Tüm gelişmiş ve “yükselen” ekonomilerde izlenen yöntemin tam tersi… Salgından etkilenen insanlara bütçe aktarımları o ülkelerde öne çıkmış; kamu açıkları tırmanmıştır. 

IMF’nin 2021 tarihli Fiscal Monitor raporunun salgın arifesi ve salgın yılı (2019-2020) tablolarına göz atalım (ss. 68-72, Tablo A10-A14). Bu iki yıl içinde tüm yükselen ekonomilerde kamu açıkları / GSYH ortalaması, çarpıcı boyutta artmıştır: %4,7 →   %9,6… Artış eğilimi, Güney coğrafyasının tüm bölge (ve Türkiye’nin de dahil olduğu Avrupa ve G20) ortalamaları için de geçerlidir.

Tek çarpıcı istisna Türkiye’dir. Saray iktidarı, salgın koşullarında bütçede kemer sıkmayı yeğlemiş; 2019-2020 arasında genel devlet açığının millî gelirdeki payını 0,3 puan (%5,6  → %5,3…) düşürmüştür. Faiz dışı bütçe dengesi ölçümü de aynı eğilimi gösteriyor. 

Kritik belirleyici, bütçe harcamaları oranındaki 1,7 puanlık (%35,7 → %34,0) gerilemedir. Emekçilerden ve (başta sağlık olmak üzere) reel sektörden esirgenen kamu kaynakları… Vergi hasılatının da (büyük ölçüde şirketlere dönük af ve indirimler sayesinde) 1,4 puan aşındığını ekleyelim. Meslektaşlarımız (Oğuz Oyan, Aziz Konukman, Mustafa Durmuş) çeşitli vesilelerle açıkladılar ki, salgın sonrasında izlenen maliye politikalarının bölüşüm yansıması “regresif”  (gelir eşitsizliklerini artırıcı) olmuştur, 

İlginç ve görünürde “ters yönde” bir tespit, kamu borcu / GSYH oranında gözleniyor:  2019-2020 arasında bu oran (yüzde olarak) 7,1 puan artmıştır (32,7  → 39,8). Bütçe harcamaları ve açığı daralırken devlet borçları nasıl arttı? 

Yanıt, 2019 sonrasında şirketlerin devletçe (bütçe dışı, finansal yöntemlerle) desteklenmesi, “kurtarılması” ile ilgilidir. Finansal genişlemenin bir boyutu da TCMB ve kamu bankalarının dış borçlarının artırılmasıdır. Özel sektörün dış yükümlülükleri dolaylı olarak devlete aktarılmıştır. Bu tespit, incelediğimiz raporlarda değil, Türkiye dış borç tablolarının dökümünde gözleniyor. 

Ek (ancak belirleyici) bir ayrıntıyı IMF’nin Haziran 2021 tarihli Türkiye raporu vermekteydi: Likidite ve kredi genişlemesi bakımından salgın yılında Türkiye, benzer “yükselen” ekonomiler arasında ilk sıradadır (s.8).  

Emekçilerden esirgenen bütçe kaynakları ve abartılı likidite genişlemesi… Bu bileşke, saray stratejisinin özetidir: Toplumsal bunalım yaratarak şirketleri kurtarmak, ihya etmek… Bu yıl gerçekleşecek yüzde 9’luk büyüme sayesinde karşılığını sandıkta almayı umuyorlar. Toplumsal bunalımın mağdurları ezici çoğunlukta olduğu için sonuç şüphelidir...