Bu derecede belirgin bir araç yetersizliği ile devasa işlere girişmek gerekmektedir; kolay değildir. Bununla birlikte, araçların güçlendirilmesi ihmal edilmedikçe, abartılacak bir sorun yoktur.

İğne ile kuyu

Bu ikisi bir araya gelir mi, diyenler çıkabilir; hem de sayıları çok olabilir. Hele o deyimi bilmeyen, fazlaca işitmemiş olan, özellikle öyle bir durumla pek karşılaşmamış, karşılaşsa bile kolayına kaçıp vazgeçmiş olan insanlar arasında bu sayı daha da çok olacaktır; olması muhtemeldir. Öyleleri bu tür yazıları okur mu, o da ayrı.

Şu son sözlerle rengimi belli etmiş olsam da mümkün olduğunca yansız davranmaya çalışacağım; yazı boyunca, demek istiyorum.

İğneyi bildiğiniz iğne olarak düşünmekte sakınca yok. Dikiş dikmek için kullanılan üç tip iğneden herhangi biri. İlkine, makine iğnesi denir, şu ya da bu gelişkinlikteki dikiş makinelerinde iplik takılarak kullanılır; ikincisi, terzilerin bir ucundaki deliğe iplik geçirerek ellerinde yaptıkları işlemler için kullandıkları iğnedir ki, o da dikiş iğnesi olarak bilinir. Üçüncüsünün ise son aşamaya gelmeden önceki çeşitli işlemlerde kumaşları tutturmak için kullanılan ve adına toplu iğne denen nesne olduğunu söylersek eksik kalmamış olur. 

Bu yazdıklarımın kendi yaşadıklarıma dayandığını söyleyebilirim; yarım yüzyıldan çok daha eskilerle ilgilidir, bir terzi çocuğunun yaşantılarıdır. Ancak, bir yandan, hani günlük konuşmalarda abartının şehvetine kapılarak “milattan önce” deriz ya, o kadar eskide kalmıştır; bir yandan da, o geçmişte bir ev işçisine tanıklık etmekle ilgilidir. Dolayısıyla, bugünün gerçekliğinden uzaktır. Uzaktır da, bugünün gerçekliğinin dünün gerçekliğinden bağımsız olduğunu kim söylemiş? 

Bu arada, şu “ev işçiliği” teriminin, öyle ya burada bir terim olarak ve ne işçisi ne patronu ne fabrikası ne de bir yerlerde kaydı kuydu olan tek başına bir çalışan anlamında  kullanmış durumdayım, ne kadar doğru olduğunu benim bu alanda yazıp çizen dostlarım irdeleseler, değer mi değmez mi bilmem de, iyi olabilir. 

Gelelim iğne ile kuyuya. 

Soru şu: İğne ile kuyu kazılır mı? Bizim çok bilinen, en azından benim çok bilindiğini sandığım, deyişimize göre kazılır, öte bile geçilir. Öte geçmeyi sona bırakıp devam edelim.

İğne ile kuyu kazmak deyiminin iki farklı anlamından söz edilebileceği kanısındayım. İlki ve, sanırım, en yaygın olanı şudur: Çok yetersiz araçlarla, ama bıkıp usanmadan, sabırla çalışırsanız, amacınıza ulaşmanız mümkündür. Burada altını çizmek gereken iki noktadan biri, araçların yetersizliğine yapılan vurgudur. İkincisi ve daha önemlisi ise bu yetersizliğin mutlak olmadığı, sabırla, çalışıp didinerek aşılabileceğidir. Ancak bu sabır sözcüğünün sevimsizliği, iticiliği nedeniyle, onun yerine, sürekli, inatçı, akılcı ve benzeri sözcüklerin konulması; bu sıfatların uygun düştüğü çabaların öne çıkarılması daha doğru olur. En azından benim açımdan böyledir. 

Bunun deyimin olumlu anlamı ya da yorumlanışı olduğunu düşünüyorum. Bir de ikinci ve olumsuz bir anlamı vardır.
Burada araçların yetersizliği ön plandadır; ön planda ve belirleyici ağırlıktadır. O kadar ki, ne için uğraşılırsa uğraşılsın, umut yoktur ya da “yok gibidir”; çünkü, kullanılabilecek araçların ulaşılmak üzere yola çıkılmış amaçlara göre çok yetersiz oluşunun yanı sıra karşı tarafın elindeki araçlar karşılaştırılamayacak kadar çok, çeşitli ve etkilidir.

Buradaki çeşitli ve etkili sıfatlarının altının çizilmiş olduğunu ekleyelim.

Orta yolculuk gibi sevimsiz bir yakıştırmayı göze alarak doğru anlayışın şurada olduğunu belirtmeye cesaret edebiliyorum: İğne ile kuyu kazılır, ama bunu yaparken yukarıda belirttiğim sabırlı, bu sözcüğü bir kenara bırakmıştık, inatçı, akılcı, yaratıcı türü sıfatlar belirleyici önem taşır. Daha da önemlisi, zaman boyutudur. Hep iğne ile devam edilirse  kuyu bir türlü açılamaz. Şöyle de söylenebilir: Kazma işine devam edilirken araçların geliştirilmesi de işin kendisi kadar önemlidir. İşe başlarken yetersizliğine aldırmadan kullanılan araçlar, hele amaca ulaşmakta ortaya çıkan gecikmeler uzadıkça, büsbütün umutsuzluk kaynağına dönüşebilir.

Şu son değindiğimiz zaman boyutunun devreye soktuğu bir tehdidi de akılda bulundurmak gerekir. Kazma işi iğneyle miğneyle, bu kadar küçümsemeyelim, bin bir türlü güçlük ve onları aşmak için gösterilen özveriyle sürüp giderken, açığa çıkarılan işe yaramaz toprağın, başka bir anlatımla, bir biçimde kurtulmak gereken süprüntünün yeniden kuyuya doldurulmasına yönelik iç ve dış kaynaklı girişimler de ortaya çıkar; çıkabildiği her zaman ve her yerde görülmüştür. Bunlara fırsat vermemek de en az öteki çabalar kadar yaşamsaldır; bu yaşamsal sözcüğü nedense bana hep yetersiz görünmüştür, biraz küf kokulu olsa da şöyle demeli, hayat memat meselesidir. Öyle olduğuna kim bilir kaç kez ve ne kadar farklı coğrafyalarda tanık olmuşuzdur; içimizden kimileri bu tür durumları iliğinde kemiğinde yaşamış, acısını çekmiş, zararını görmüştür. 

Bütün bu sözleri yazmakla şöyle bir saptamaya doğru yaklaşmamızın kolaylaştığını sanıyorum: Nesnelliği elden bırakmadan devrimci sıfatını yakıştırabildiğimiz, her zaman gerekli bir alçak gönüllükle kendimizi de saflarında saydığımız kim bilir kaç milyonlarca insan açısından, geçen yüzyıl umutlu ve muazzam alt üst oluşlarla başlamıştı. Öyle de devam etti. Bizim Nâzım türünden devrimcilerin yaşamakla övündükleri bir yüzyıl olarak… Ama öyle bitmedi. Aynı romantizmi sürdürerek dile getirirsek, övünmeyi değil utanmayı gerektiren bir kapanış oldu.

Bu kapanış benzersiz bir yenilgiydi. Benzersizliği şuradaydı: Bir yandan vahşi bir öç almayı içeriyordu; hem sonlarının geldiğini düşünerek tir tir titreyenlerin ilkel intikam duygularını tatmin etti hem de uzantıları olabildiğince geleceğe ulaşacak bir yıkıp dökmeye yöneldi. Öte yandan, yalnız geçmişin hesabını görmeyi değil, son zamanlarda ülkemizde modalaştırılmış deyişle, çürümüş bir düzenin “beka sorunu”nu çözmeyi, bu mümkün olmasa da hafifletmeyi amaçladı.

Bu durumun, yeryüzünün her yanında, farklı yoğunluklarda olsa bile, iğne ile kuyu kazma çaresizliğini dayatması doğaldır. İsteyen, çaresizlik yerine gerçekçilik demeyi seçebilir; bu seçim, önemli bir fark yaratmaz. Sonuç olarak, bu derecede belirgin bir araç yetersizliği ile devasa işlere girişmek gerekmektedir; kolay değildir. Bununla birlikte, araçların çoğaltılıp güçlendirilmesi ihmal edilmedikçe, abartılacak bir sorun yoktur. 

Üstelik, işin dönüp dolaşıp şurada çözüleceğinin bilinmesi, küçümsenmeyecek bir moral üstünlük kazandıracaktır; daha önemlisi, kitlelerin bilincine yerleştikçe bu üstünlük eninde sonunda belirleyici bir maddi güce dönüşecektir: Hayatın sürmesini sağlayan toplumsal üretim, kapitalist sınıf ya da, daha genel bir anlatımla, herhangi bir sömürücü sınıf olmadan da mümkündür; mümkün olmanın ötesinde, daha kolay ve katılanlar için çok daha mutluluk vericidir. İnsanlık bunu yakın geçmişinde yaşamıştır. Ama emekçiler olmadan toplumsal üretimin gerçekleşmesi, dolayısıyla hayatın devam etmesi mümkün değildir.