Korktukça karartıyorlar ve düşmemek için hızlanıyorlar. Ancak biliyoruz, karanlıkta hız ölümcüldür.

Hızlı ve korkulu

Beyaz takkeli oğlanlar ellerinde Kuranlarla geçit töreni yapıyor. Arkada dualar okunuyor. Kızlar ve oğlanlar tek tip giydirilmiş, ayrı yerlerde toplanmış, kıyafetler IŞİD modeli. Ancak toplantının organizatörü IŞİD değil Diyanet İşleri Başkanlığı. AKP iktidarı, TSK'nın cihatçı “Özgür Suriye Ordusu” ile birlikte kontrol altında tuttuğu bölgede eğitim faaliyetinde…

Eğitim dedikleri hafızlık öğretimi. Kuran ezberleyip ezberden okumaya hafızlık diyorlar. İşgal altında tuttukları topraklarda Arap halkının çocuklarına layık gördükleri eğitim modeli bu. Kurs bitmiş, “icazet”e gelmiş sıra. Ortaçağ usulü diploma törenidir. 

Bu kentte daha önce de vali-kaymakam atamış, “İslami İlimler Fakültesi” kurup işletmeye başlamışlardı. Adından anlaşıldığı gibi bu ihraç malı “fakülte”nin içine pek çok “ilim” sığdırmışlar. Hafızlık bunlardan biri olmalı. Ezbere dayalı tekrara “ilim” adı verince ezber ezber olmaktan çıkmıyor ama olsun. İlim, ilim bilmektir! 

TRT'nin Arapça kanalı söz konusu törenden devşirdiği görüntüleri paylaştı. Devletin dinden sorumlu bürokrasisi tam kadro oradaydı. Arap çocuklarına Diyanet’in inayetiyle hafızlık öğretmeyi başarmışlardı. Sahnesi Azez’dir, Suriye Arap Cumhuriyeti’nden koparılmış ve “özgür” kılınmış bir toprak parçasıdır. Özgürlükten anladıkları IŞİD modeli yaşam tarzıdır…
Bu görüntüler aynı zamanda AKP’li yıllarda Laik Cumhuriyetin nasıl bir ucubeye dönüştürüldüğünün kanıtıdır. Sadece sınır ötesinde değil ülke içinde de yapmak istedikleri bu. Ancak ülke henüz bunlara hazır değil. Halka IŞİD entarisi giydirmeyi beceremediler haliyle. Fakat niyet ettiler, orasını biliyoruz.

***

Toplum direniyor ama devlet dönüştü. Yalnız bu dönüşüm tek başına AKP’nin marifeti değildir. Türkiye’nin egemen sınıfı son 50 yılda devletin bu yönde dönüşmesini istedi, plan-program yaptı, arkasına güç yığdı, uygulaması için darbeler tezgahladı. 12 Eylül devleti Azez’deki haline dönüştürmek için peydahlandı. Cunta bir başlangıç yaptı, AKP tamamladı. Yani AKP dönüşümün sebebi değil basit bir sonucudur. 

Bu dönüşümü erken haber veren kitaplardan biri “Öteki İslam” kitabımdır. Kaynakları var, yani kitap yazıldığında doğrultu çoktan belli olmuştu. 

O kaynaklardan biri Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi Profesör Taha Parla imzasını taşıyor. Parla’nın 19 Mayıs 1986 tarihli Yeni Gündem dergisinde yayınlanan makalesinin başlığı “Dini Milliyetçilik”tir. Öteki İslam’da “Dinci Milliyetçilik” başlığıyla yer alıyor. Çünkü dini değil dinci bir program söz konusudur. 

Parla “Dini Milliyetçilik” analizine şöyle başlıyor: “12 Eylül'den sonra kamu yaşamında birçok önemli değişiklik meydana geldi. Bunlardan biri de, din-devlet ilişkisi konusunda 60 yıldır sürmekte olan bir kültür savaşının ve siyasi mücadelenin taraflarının ve bunların güç konumlarının değişmesidir. 1980-86 yönetimleri klasik Kemalist laiklik ilkesini hiç değilse kısmen ve fiilen terk etmişler; dini, devletin gözetiminde tekrar kamu yaşamanın hatta siyasi yaşamın sınırları içine almışlardır. Din, ama belli bir tür din ve dinsel gruplar, toplumda zaaf noktasından kuvvet noktasına geçmiştir.” Yani “Kemalist rejim” AKP tarafından değil 12 Eylül Cuntası tarafından yürürlükten kaldırılmıştır. 

Parla’ya göre Batıcı-Milliyetçi Kemalist Sentez “Tarihin durdurulup sıfırdan başlatılabileceğine inanan aksiyoncu ve voluntarist” bir tarih anlayışına dayanıyordu. Haliyle kendi siyasal programını oluştururken İslamiyet’i çıkarıp atabileceklerine inanıyorlardı. “Laik bir düzen kurmak istiyorlardı” şeklinde çevirebiliriz. Bununla birlikte dediği önemlidir; 12 Eylül Cuntası Kemalizm’in denklemden çıkardığı dini geri çağırmış, dinci milliyetçi bir devlet düzeni kurmuştur. Rejim değişikliğidir. 

Parla, Kemalizm’in yerine kurulan rejim hakkında da hakkında çok nettir. Şöyle not ediyor: “…12 Eylül'den sonra meydana geldiğini düşündüğüm değişiklik, yönetimlerin ve bürokrasinin klasik Kemalist laik çizgiyi bırakarak, Türk-İslâm Sentezi adı altında (vurgu Türk'te) oluşmaya başlayan dinci bir milliyetçiliğe (vurgu milliyetçilikte) razı gelişleridir.” Demek ki yeni rejimin generallerce şekillendirilen ilk hali “Türk-İslam Sentezi” diye adlandırılan Dinci bir Milliyetçiliktir. 

***

Azez’deki tabloya ulaşmaya çalışıyoruz, devam ediyoruz. Yıkılan “Batıcı Milliyetçi” rejimin yerine kurulan Dinci Milliyetçi yeni rejimin devlette ortaya çıkardığı değişim, “Dini Milliyetçilik”te şöyle ifade ediliyor: “1980'lere kadar ancak ‘hortlayabilen’ ve de kovalanan din, bu kez yönetimlerin refakatinde emin adımlarla sahneye gelmiştir. Her Türk yurttaşının nüfus cüzdanında İslâm yazmasına karşın 1980'lere kadar neredeyse bir ‘alt kültür’ statüsünde kalan dinin, Ortodoks devletçi türü, artık ‘resmi ideoloji’ Kemalizm'in yanı başında ‘resmi kültür’ olmak yoluna girmiş bulunuyor.” 1982 Anayasası esasında bu değişimin belgesidir. Din o belgeyle birlikte kamu yaşamına kesin bir biçimde geri dönmüştür. 

Demek ki toplumun İslamizasyonunu sadece AKP’ye bakarak anlayamayız. Bizdeki tartışmasız bir ordu malıdır. Ordunun envanterine de TÜSİAD merkezli büyük patronlar tarafından kaydedilmiştir. 24 Ocak kararlarıyla piyasa toplumunun önündeki engeller kaldırılırken devlet eski haliyle varlığını sürdüremezdi. Dönüştürdüler. 

Çok ilginç, “Dinci Milliyetçilik” tartışmalarına hep “başkanlık sistemi” tartışması eşlik etti. Dini kamu yaşamına sokanlar aynı zamanda güçlü bir idare istiyorlardı. Demek ki toplumun İslamizasyonu ile güçlü yönetim ihtiyacı arasında doğrusal bir ilişki var. Toplum dindarlaşacak ve idare güçlenecek; Programın özeti budur.  

Bu özet, programın “enternasyonal” yanını da ele vermektedir. “Dini Milliyetçilik” makalesi programın bu niteliğine de atıfta bulunuyor. Devlet kontrolünde Dinci Milliyetçilik, 1980'ler Türkiye’sine özgü bir şey değildir. Üçüncü Dünya ülkeleri için geliştirilen "bürokratik-otoriter yönetimlerle yeniden gelenekselleşme" tezleri ve politikaları ile uyum ve irtibat içindedir. ABD’li akademisyenlerce "sosyal bilimsel" dayanak kazandırılan bu tezler, yerli uygulamacılar tarafından, yalnızca sola değil, genel olarak demokrasiye karşı kullanılan devlet politikalarına dönüştürülmüştür. Özetle devlet kontrolündeki dini milliyetçilik programının içeriği ve hedefi anti komünizmdir. Yani hep aynı sınıf refleksine ulaşıyoruz. Gericileşiyorlar, çünkü çok korkuyorlar. Karanlığın sebebi patronların büyük korkusudur. Korktukça daha çok karartıyorlar. Karanlıktayız. 

***

Programa AKP katkısına geliyoruz. Cunta işi Dinci Milliyetçilik 90’lı yılların ortalarında işlemez hale geldi. Kemalizm’in çöküşüyle birlikte “Milliyetçi” yan da etkisizleşmişti. Dinci Milliyetçi dönüşüm sırasında patlak veren Kürt sorunu rejimi başka bir tutkal arayışına sürüklüyordu. Dinin bu rolü üstleneceğine inandılar. Refah Partisi ve AKP o inançtan doğdu. Dinci Milliyetçi rejim, dincilerin yönetimine geçmişti.

Böylece Cuntanın programı mantıki sonuçlarına ulaştı. Bugün yürürlükte olan “Milliyetçi Dinci” (vurgu dinde) bir rejimdir. Yeni olmakla birlikte Cunta’nın Dinci Milliyetçiliğinin içinden çıkmıştır, 12 Eylül kokuludur. Azez’de ordusu ve imamlarıyla birlikte bu kadar rahat çalışmalarının arkasında işte bu tarih vardır. 

***

İslamizasyon tartışmalarına hep “başkanlık sistemi” tartışması eşlik etti. Rol modeli Kenan Evren’dir. Bugünkü muadilleri onun açtığı yoldan ilerledi. Demek ki toplumun İslamizasyonu ile güçlü yönetim ihtiyacı arasında doğrusal bir ilişki var. Toplum dindarlaşacak ve idare güçlenecek; programın özeti budur.  

Cumhurbaşkanı Başdanışmanı “Ata”sı silik Mehmet Uçum birkaç gün önce bunu kendi tarzıyla ifade etti. “Parlamenter sistemle ilgili muhalefetin tüm beklentileri bir hayalden öteye gidemez”, dedi. Parlamenter sistemin en önemli sorunu olan dağınık, çok başlı, parçalı yönetim uygulamasının ortaya çıkardığı zafiyetleri ve sorunları artık geride bırakmışlardı. Toplumun İslamizasyonu ile birlikte devletin dönüşümü de tamamlanmıştı, söylediği budur. 

Korktukça karartıyorlar ve düşmemek için hızlanıyorlar. Ancak biliyoruz, karanlıkta hız ölümcüldür.  

Yalnız "bürokratik-otoriter yönetimlerle yeniden gelenekselleşme" programının hızdan ve karanlıktan başka sonuçları var: Kapitalizmde parlamento bir lükstür, ortaya çıkmıştır. Demokrasi ise zaten ham bir hayaldi, yaşandı bitti. Haliyle Mehmet Uçum’un işaret ettiği gibi artık devleti “yavaşlatmak” üzerine kurulu bir siyasi mücadele mümkün değildir. Çünkü devletin ve tabii rejimin hızlanmazsa düşeceği bir evredeyiz.

***

Hızlandırdılar ve kararttılar. Bu durumda, parlamenter sistemle ilgili bir beklenti için de imkan kalmadı. 

Ancak biz hayal kuranlardan değiliz. Biliriz, yavaşlatamayız ama yeniden kurabiliriz. Büyük netliktir.