İnsanın insan tarafından sömürülmesine dayanan toplumlarda seçim, hemen hemen hangi düzeyde ve hangi amaçla yapılırsa yapılsın, hileden arınmış olmaz.

Hile ile seçim

Hangi sözlüğe bakılsa Arapça kökenli bir sözcük olan “hile”nin karşılığı olarak bir ya da birçok insanı aldatmak, yanıltmak için kurulan yalan dolan, çevrilen dolap, oynanan oyun ve benzeri anlamlar bulunur. Bunun insanın insanı sömürmesine dayanan, bu dayanaktan yoksun kaldığında varlığını sürdürmesi imkânsızlaşan toplumsal düzenlerin ayrılmaz bir parçası oluşu doğaldır. Bu doğallık, düzenin her alt bölmesinde, her toplumsal kesitinde, her önemli kurumsallaşmasında kendini gösterir.

Buraya kadar yazdığım birkaç cümledeki saptamaların sonucu, artık doğal sözcüğünü kullanmıyorum, çünkü git gide her türlü kabul edilemezliği doğal karşıladığım sanılabilir, dolayısıyla doğal değil beklenen sonucu, şu sıralar güncel konumuz olan seçimin de hileden uzak kalamayacağı, daha doğrusu, uzak bırakılamayacağıdır. Nitekim, şimdi de, tarihimiz boyunca da, başka coğrafyalardaki sömürüye dayalı toplumsal düzenlerin bugününde ve geçmişinde de, hile ile seçimin yan yana giden olgular olarak ortaya çıktığı görülmüştür. Biraz dolambaçlı bir anlatım oldu; sadeleştirelim: İnsanın insan tarafından sömürülmesine dayanan toplumlarda seçim, hemen hemen hangi düzeyde ve hangi amaçla yapılırsa yapılsın, hileden arınmış olmaz, en başta değindiğimiz anlamı pek güzel vurgulayan deyimle yinelersek, hilesiz hurdasız olmaz. İşin değişmeyen özü budur. Değişen ise hilenin ağırlığı, yaygınlığı, çeşitliliği, inceliği ya da kabalığıdır. Örnek olsun, seçim barajı özünde bir hiledir, kurgulanmış bir oyundur; yüzde 9-10 ya da 2-3 olması yalnız ağırlık farkıdır, egemenlerin hesabına göre düzenlenmiş bir ayrıntıdır.

Öte yandan, ortaya çıkan sonuçları birincil olarak hileye bağlamak ne kadar yanıltıcı ise kısaca bu sözcükle anlatılan olguyu önemsememek de o kadar eksiklidir. Yıllardır politik söylemin ön sıraları arasına yerleştirilmiş bir olguyu dikkate almadan değerlendirme ve çözümlemeler yapmak, belleksizliğin işareti olabilir, bir; daha önemlisi, yapılacak çözümlemenin açıklayıcı gücünü azaltır, iki.

***

Bu kadar hile hurda sözü ettikten sonra, kendi ülkemizi göz önünde bulundurarak, bunlara ilişkin bir tür sınıflandırma denemesine girişmek yadırganmayabilir.

En başa, sık sık başvurulan yanıltıcı benzetmeye uyularak anlatılırsa, adaletsiz bir yarışın söz konusu olduğu yazılmalıdır. Devlet erkini ellerinde tutan toplumsal sınıf ve katmanların temsilcileri ile ezilenlerin temsilcileri akla gelebilecek her konuda eşitsizliğin belirleyici olduğu koşullarda seçime katılırlar. Bu eşitsizlik ve adaletsizlik, başka her şeyi şu ya da bu ölçüde etkiler.

İkincisi, seçme hakkına sahip oldukları en başta kabul edilmiş bireyleri saptayıp bu hakkı kullanmalarını kayda geçiren seçmen kütüklerinin düzenlenişi her türlü yansızlık ölçütünü yok eden bir değişiklikle devletin iç işlerini, bir başka deyişle, kolluk güçlerini yöneten bakanlığa bırakılmış durumdadır. Buna, bir de, son 10 yılda gittikçe ağırlaşmış sığınmacılar sorununun düzenleyici otoriteye sağladığı imkânlar eklenmelidir. Bütün bunları “sahte seçmenler” başlığı altında sınıflandırmak mümkündür.

Üçüncüsü, sahte seçmenler kategorisinin bir uzantısı da sayılabilir, bizim ülkemizde kanıksanarak bir teknik terime dönüştürülmüş anlatımıyla “mükerrer oy” konusudur ve buna  gelenekselleşmiş bir sorun demek yerindedir. Özellikle son seçimde bunun bir alt kümesi olan görev kâğıdı ile birden çok oy kullanan kamu personelinin, çok dile getirilen bir konu olduğunu biliyoruz. “Genel oy hakkı” olarak bilinen ve hep üzerinde durduğumuz hakkın bize göre daha uygarca mı diyelim, ne diyelim, bizden daha gelişkin biçimde kullanılabildiği ülkelerde bunun çok ilkel bir sorun olarak görüleceğini herhalde söyleyebiliriz. Ancak, bu ilkel sorunun yine ilkel, ama etkili bir çözümü olarak bir ara uygulanan parmak boyasından vazgeçildiğini ve yeniden uygulanmasının ısrarla gündemden çıkarıldığını da eklemek gerekir. Sadece bunun değil, burada sıralanan bütün etkenlerin tarihe geçecek bir ürünü, birçok sandıktaki yüzde 100’leri çok aşarak fütursuzluğun doruğa ulaştığını gösteren katılım oranlarıdır! 

Dördüncü olarak, yine şu son seçimde çok başvurulduğu anlaşılmakla birlikte, hiç de yeni sayılmayacak bir kategori olarak, oy sayım sonuçlarının kayda geçirildiği sandık tutanakları ile en son geçerlilik kazanmış seçim kurulu kayıtlarının uyuşmazlığından söz edilebilir. Açıkça söylenirse, A için kullanılan oyun B için kullanılmış olarak kabul edilmesi sorunundan söz ediyoruz. Seçimdi sandıktı milli iradeydi şuydu buydu her şeyi sıfırlayan bir durumdur ve bir kez yapılarak çok farklı özellikler taşıyan yerlerde birden çok kez yinelenebilmesi, saptanabilen toplam sayıdan bağımsız olarak, bütün sonuçları o çok bilinen sözcükle “şaibeli”, daha güzeli ile “ayıplı” kılmak için yeterlidir.

Son olarak, herhalde her türlü seçimin başlıca uygulama ilkelerinden biri olan “gizli oy, açık sayım”a değinilebilir. Burada da bir ya da birkaç saptanmış örneğin varlığının, yaygın uygulama olabileceğine ilişkin kuşkuları haklılaştırdığı bir durumla karşı karşıyayız. Artık ülkemizde gizli oy açık sayım, açık oy gizli sayım, açık oy açık sayım biçiminde belirtebileceğimiz üç tip uygulamadan söz etmek mümkündür ve son ikisinin ne kadar sınırlı yaygınlıkta olursa olsun varlığı bile, asıl ilke olan ilkini kuşku altına sokar.

Burada keselim. Ne kadar uzatsak, eksik bıraktıklarımız olacak.

***

Herhangi bir seçimden bağımsız olarak yapılabilecek çözümlemelerde de düşman, karşı taraf, rakip türü sözcükler, kimi zaman kavramlaştırılarak kimi zaman günlük dildeki sıradan sözcükler olarak kullanılır. Bunlara, karşı saflardakilere, olağanüstü güçlü, çok yıkıcı ya da kurucu benzeri nitelikler yakıştırırsanız, kendi tarafınızı o kadar mazur görürsünüz, böyle görmekte belli bir haklılık kazanırsınız. Böylece, yalnız ufak tefek eksiklerinizi kolayca hoşgörmekle kalmaz, büyük yanılgılarınızı kavrama yeteneğinizi de ya büsbütün yitirir ya da kullanamaz duruma gelirsiniz.

Böyle bir yetersizlik durumu, özellikle devrimci teoriyi geliştirme konusundaki durgunluk ya da kısırlığın, abartılarak söylendiğinde, bir anakronizm görünümüne bürünmesiyle birlikte ortaya çıkarsa, sorun daha da ciddi demektir. “Devrimci teori olmadan, devrimci eylem olmaz.” saptamasının geçerliliğini tartışılır kılacak herhangi bir neden hâlâ yok; görünür gelecekte var olabileceğine ilişkin bir işaret de bulunmuyor. Buradan yola çıkılarak şu da eklenebilir: Devrimci teorinin yeterliliği, devrimci eylemin sınamasından geçirilerek geliştirilmesine bağlıdır.

***

Kitaplığımda başka bir kaynağı ararken rastladım: 100 Soruda TKP başlığını taşıyan, ilk basımı partinin genel merkezi tarafından Eylül 2017’de yapılmış  bir kitapçık. Oradaki “TKP seçimlere nasıl bakıyor?” biçiminde dile getirilmiş 94. soruya verilen yanıtın yarıya yakın bölümünü, yeterince derli toplu ve açıklayıcı bulduğum için noktasına virgülüne dokunmadan, ama kendimce bazı bölümlerin altını çizerek aktarıyorum:    

TKP’nin seçimlere girme amacı mecliste temsil edilme hedefine sıkıştırılamaz. TKP için seçimler sosyalizm mücadelesinde bir araçtır. Bunun nedeni şu anki seçim sisteminin adaletsizliğinden dolayı TKP’nin barajı aşıp meclise girmesinin oldukça zor olması değildir. TKP bundan çok daha zor bir hedef için, emekçiler adına iktidarı almak için uğraşmaktadır.

“Üstelik AKP’li yıllarda Türkiye’de seçimlere gereğinden fazla önem verilmesi ve bu seçimlerden alınan sonuçların yarattığı hayal kırıklığı, insanları mücadeleden uzaklaştırmaktadır. TKP, seçimlere yaklaşımıyla, seçimlerin siyasette tuttuğu yerin önemsizleşmesi için de çaba harcamaktadır. İnsanların tüm mücadeleyi seçimlerde oy kullanmaya indirgemesi bu ülkenin başına gelebilecek en büyük felaketlerden birisidir.

Parti, temel hedefleriyle seçimlere dönük yaklaşımı arasında bir boşluğun oluşmasına izin vermez ve devrimci stratejisinden vazgeçmez. Seçimlerde elde edilmesi muhtemel bir başarı için ilkelerinden taviz vermez, örneğin yalnızca seçim odaklı hesaplarla geçici ittifaklar kurmaz.

“TKP, seçimlerde sosyalizm alternatifinin mümkün olan en geniş kesimlerce desteklenmesi için uğraşır. Seçimlerde de örgütlenme faaliyetine öncelik verir.

Yukarıdaki uzunca alıntıda “TKP” yerine devrimciler, devrimci bir parti, işçi sınıfının devrimci partisi ve benzeri sözcükler de yazılabilir; dile getirilen doğrular değişmez, sadece genelleştirilmiş olur.

Bir de şu aklıma geliyor durup dururken: Modern olimpiyatların kurucusu sayılan Pierre de Coubertin’in sözü olarak bilinir. Olimpiyat oyunlarında önemli olan kazanmak değil, katılmaktır demişti Baron hazretleri. Buna ne zaman ve ne kadar uyulduğu çok kuşku götürür. Çok uzun zamandan beri, kazanmaktan başka bir düşüncenin kalmadığını, üstelik kazanmak için büyük paralar harcamak gerektiğini ve kazananların birikimlerini katladığını biliyoruz. 

İlk söylendiğinde bile ne kadar hükmü olduğu belirsiz, hele kurulabilmiş sosyalizmin devrimci sporcuları oralardan çekildikten sonra büsbütün anlamını yitirmiş bir söz işte. Nerden aklıma geldiyse!