'Eğer 14 Mayıs akşamı birtakım katakulliler çevrilecekse bunun en büyük nedeni toplumsal muhalefetin ve sokak siyasetinin muhalefetin de dahliyle sönümlendirilmesi olacak.'

Hile?

Türkiye tarihinin en kritik ve en öngörülemez seçimlerinden birine artık sadece günler kaldı. En kritik, çünkü 20 yıllık rejimin yoluna devam edip edemeyeceği bu seçimin neticesinde belli olacak. En öngörülemez, çünkü 20 yılın sonuna gelmiş olmamıza rağmen ve pandemi, deprem, ekonomik kriz gibi son derece yıkıcı sonuçlar yaratan hadiseler yaşadığımız halde seçim sonuçlarına dair kesin bir şey söyleyemiyoruz, birtakım net öngörülerde bulunamıyoruz.

Bunun en önemli nedeni, bugün hala bütün anketlerde iktidar partisinin oyunun yüzde 30’lar, Erdoğan’ın oyunun ise yüzde 40’lar seviyesinde olması; üstelik seçim yaklaştıkça bu oylarda herhangi bir erime görülmüyor, bilakis az da olsa bir yükseliş var. İktidar da zaten bu oya yaslanarak seçim akşamı birtakım oyunlara tevessül etmenin planlarını yapıyor, oraya hazırlanıyor.

Peki neden? Neden bunca hadisenin sonunda iktidarın ve Erdoğan’ın oyları “bu iş bitti” denecek seviyeye hiç inmedi, “ya kazanırlarsa” sorusu neden hala tedavülde?

Bu elbette ki öncelikle AKP’nin rejim inşa eden bir parti olmasıyla, devletleşmesiyle, güvenlik aygıtı ve medya üzerindeki kontrolüyle, kendi kadrolarını yaratmasıyla, kurduğu rant ağlarıyla vs. ilgili ancak mesele sadece bu değil.

Bunun gerisinde esas olarak muhalefetin geride kalan 20 yıl boyunca sistematik ve örgütlü bir şekilde iktidarı yıpratmayı, sıkıştırmayı hiç denememiş olması, bunun için halk hareketini, toplumsal muhalefeti, alanları, meydanları, sokağı hiç devreye sokmaması, topluma anayasal ve demokratik haklarını kullanması konusunda öncülük etmemesi ve siyasal mücadeleyi tam da iktidarın istediği gibi sandığa, seçimlere sıkıştırması var.

Bugün gelinen noktada iktidarın yaşadığı yorgunluk muhalefetten sistematik bir şekilde yediği yumruklardan, onun tarafından yıpratılmış, zayıflatılmış olmasından değil 20 yıllık iktidar yorgunluğundan, kendi tercihlerinden ve çelişkilerinden kaynaklanıyor. Bu da o yorgunluğun oy oranlarını iktidarı kesinkes götürecek bir seviyeye indirmemesini beraberinde getiriyor, iktidar partisi zayıflıyor ama dağılmıyor, yıpranıyor ama ayakta kalmaya devam ediyor.

Hal böyle olunca iktidar seçimlere bütün gücüyle asılıyor, oy oranını seçimi kazanabilecek bir seviyeye yükseltme ihtimali zayıf olsa da seçime muhtemel müdahalesinin meşruiyetine hizmet edecek bir oy oranına ulaşmanın hesaplarını yapıyor. Yani % 45’in üzerinde alınacak her oyun seçim sonuçlarını tanımama, seçime hile karıştırma, sandıklara müdahale etme gibi birtakım işlerin “arkamızda milli irade var” denilerek meşrulaştırılmasının önünü açacağı düşünülüyor.

Muhalefetin iktidarı yoran, yıpratan, sıkıştıran bir siyaset izlememesinin, bunun için toplumsal muhalefete ve sokağa başvurmamasının ilk sonucu düşmeyen oylar ise ikinci sonucu da iktidara sandığı manipüle edecek işlere girişme cesaretini veriyor olması. İktidar, mühürsüz oy pusulalarından İstanbul seçim sonuçlarının tanınmamasına, seçim kanunundaki her türlü değişiklikten 7 Haziran-1 Kasım arası yaşananlara uzanan bir genişlikte, sandığa yönelik müdahalelerine muhalefetin bugüne kadar güçlü bir karşılık vermediğini, oyun esnasında oyunun kurallarının rakip oyuncu tarafından değiştirilmesine ve hile yapılmasına herhangi bir ses çıkarmadığını biliyor ve cesaretini de buradan alıyor.

Bugün geldiğimiz noktada, matematiksel olarak seçimleri kazanma şansı azaldıkça iktidarın sandık dışı birtakım işlere kalkışacağının sinyallerini daha güçlü bir şekilde verdiği görülebiliyor. Soylu’nun 14 Mayıs seçimlerini 15 Temmuz darbe girişimine benzetip “14 Mayıs batının siyasi darbe girişimidir” demesi nedensiz değil. Tıpkı HÜDA-PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcı’nın "Birinci turda bitecek ama fark az olursa şimdiden kendinizi hazırlayın. Mutlak surette onlar yapabilecekleri bütün hileleri yapacaklar ama kaybettiklerinde onlar hile yaptı diyecekler. Bu fırsatı onlara vermemek lazım” demesi gibi. Zaten Kılıçdaroğlu’nun da gidişata dair birtakım duyumları var ki o da “son on gün yapacaklarınızı biliyoruz” diyerek iktidara seçim öncesinde ve seçim günü yaşanabileceklere dair uyarılarda bulunuyor.

Seçime bu kadar az bir süre kalmışken iktidarın seçmen davranışlarını değiştirecek büyüklükte bir tertibe kalkışması artık pek mümkün görünmüyor. Bütün yatırımın seçim gününe ve sandıkların kapanışına yapıldığı, eğer bir manipülasyon söz konusu olacaksa bunun seçim gecesi olacağı ve bir kez daha atı alanın Üsküdar’ı geçmesine çalışılacağı görülebiliyor.

Esas mesele ise bunun yaşanması halinde muhalefetin ne yapacağı. Muhalefet geçmiş seçimlerde olduğu gibi bunu da sineye mi çekecek yoksa halkın elinde kalan tek araç olan sandığın da gasp edilmesine itiraz edecek mi bunu göreceğiz. Eğer bu olmazsa halkın kendiliğinden ve muhalefetten herhangi bir çağrı beklemeksizin oylarına sahip çıkıp çıkmayacağı da başka bir soru. Bunların yaşanması halinde iktidarın vereceği yanıt, neyi ne kadar göze alabileceği, devletin güvenlik aygıtının nasıl bir tutum takınacağı gibi soruların da mutlaka sorulması ve denkleme dahil edilmesi gerekiyor.

Brezilya seçimleri öncesinde devlet başkanı Bolsonaro’nun seçimleri kaybetse dahi sonuçları tanımayacağı ya da sandığı manipüle edeceği yönündeki işaretler çoğaldığında yüz binlerce insan başkent Sao Paulo’da ve ülkenin başka şehirlerinde meydanlara dökülmüş ve uyarı mitingleri yapmıştı. Bugün ise bizde meydanlar doluyor evet ama hala o meydanlardan sandık dışı yollara başvurulmasına ya da seçim sonuçlarının tanınmaması gibi işlere kalkışılmamasına dair güçlü ve etkili mesajlar verilmiyor, gereken uyarılar yapılmıyor.

Eğer 14 Mayıs akşamı birtakım katakulliler çevrilecekse bunun en büyük nedeni toplumsal muhalefetin ve sokak siyasetinin muhalefetin de dahliyle sönümlendirilmesi olacak. Böyle bir şey yaşanması halinde muhalefet geçmişte davrandığı gibi davranır, halk da herhangi bir itirazda bulunmaz ve kendisine ait olanın çalınmasına izin verirse, bu aynı zamanda geleceğinin de çalınmasına izin vermek anlamına gelecek.

Tam da bu nedenle, sahip çıkılacak şeyin bir oydan çok daha fazlası olduğunu görmemiz ve buna izin vermememiz, bize ait olana ve geleceğimize kolektif bir akılla ve kolektif bir iradeyle sahip çıkmamız gerekiyor.