Kızıllığı silindi, kaldı geride ışıksız bir ay. Değişmek için çırpınıyor kaderi… Yani, devrim gerek herkese!

Hilal-i Ahmer

Yıl 1995. Kuzey Irak'ta yardım malzemeleri dağıtan Kızılay aracına bir saldırı yapıldı. Duhok'a 10 kilometre uzaklıktaki bir benzin istasyonundaki saldırıda üç Kızılay görevlisinin yanı sıra dört Kuzey Iraklı ve aracı koruyan iki Peşmerge öldü, 25 kişi de yaralandı. Kuzey Irak kaynaklı haberler saldırının aynı bölgede yedi Kürt çobanın öldürülmesine misilleme olduğunu iddia ediyordu. Kızılay’a yapılan misilleme iddiası hepimize çok tuhaf gelmişti. 

Henüz Hürriyet gazetesi Ahmet Hakan felaketini yaşamamıştı. Arada haber verdiği de oluyordu yani. Kızılaycıların Ankara Kocatepe Camii’nde yapılan cenaze törenine çok sayıda MİT’çinin katıldığını yazınca anlaşıldı olayın aslının ne olduğu. Kızılaycılar gerçekte Kızılaycı değildi…

Yıl 2006. MİT’te görevli oldukları belirtilen iki kişi, içkili bir mekândan çıktıktan sonra Kızılay'da havaya ateş açtı. MİT'te Şube Müdürü olduğu öğrenilen B.S. ile yine MİT'te görevli memur B.K., gece saat 03.00 sıralarında bir gazinodan zilzurna çıkmışlar, Kızılay'da 8 el ateş ederek geceye renk katmışlardı. Menekşe Sokak'ta ateş etmeye devam eden iki istihbaratçı polisin uzun uğraşları sonucunda gözaltına alındı. Tabii durumlarının nezaketine binaen, mahkemeye sevk edilmeden serbest bırakıldı. Ama kimsenin aklına bu olayın haberini yapanları engellemek gelmedi. 

Eskiden, askeri vesayet varken ve henüz ileri demokrasiye geçmemişken bu tür haberleri rahatça yazabiliyorduk. Haberi yazanlara, yayınlayanlara soruşturma yapmak, dava açmak gelmiyordu kimsenin aklına. 2014'te, niyeyse, değiştirdiler durumu. Yazmayı yasakladılar. Malumunuzdur, bizim Barışları da o yasaya dayanarak tutup içeri tıktılar. 

Nereden nereye geldiğimizi şöyle açıklayayım. Hem MİT hem Emniyet üzerine çok sert sayılabilecek iki kitap kaleme aldım. İkisine de davalar açıldı ama bu davalar kişisel şikayetler üzerine açılmış davalardı. Kamu, “sen nasıl böyle şeyler yazarsın” demedi. Dedim ya, o zamanlar askeri vesayet vardı.

***

Neyse, bugünkü mevzumuz MİT değil Kızılay zaten. Bu kurumun MİT’le yolu sık sık kesiştiği için MİT’e de geçerken değinmiş olduk. Başka kesişmeler de var uzun tarihinde. Mesela Suriye’de Beyaz Baretliler (The White Helmets) adlı karanlık örgütle…

Bu sözde insani yardım örgütü, emperyalist merkezlerce karanlık operasyonları gerçekleştirmesi için kuruldu. Kahramanlarından biri Körfez’in petrol monarşileri için paralı asker olarak çalışan, eski Britanya subayı ve MI6 ajanı James Le Mesurier’di. Le Mesurier, bir takım “Suriyelilere” Türkiye’de eğitim verdi ve Suriye’yi parçalamaya çalışan “muhaliflere” destek vermek üzere Suriye’ye geri gönderdi. Zaten adamımız “The White Helmets” adlı örgütü de İstanbul’da kurmuştu. Çok faaldi, 2016 Haziranında Kraliçe’den Suriye’deki faaliyetleri nedeniyle özel nişan da aldı. "Arabistanlı Lawrence"ın Suriyeli versiyonudur. 

İşte Suriye’ye demokrasi götürmek için canla başla çalışan bu arkadaş, ABD ve İngiltere hükumetleri adına Suriye’de eğitim programları da düzenliyordu. Tabii program yine Türkiye üzerinden yürütülüyordu. Hatta AKUT’un da yardımıyla 20 kişilik bir ekibe kurs verilmiş, bir savunma ekibi yaratılmıştı. Sonra devreye Kızılay girdi. “Ak” Baretliler artık Kızılay’ın himayesinde çalışacaktı. Kızılay Basın Müşavirliği’nden Selahattin Bostan, 15 Ağustos 2016 ‘da “The White Helmets grubu, Suriye’de insan hayatının korunması için çaba gösteren önemli bir insani yardım kuruluşudur” demiş ve iş birliği iddialarını kabul etmişti. Şükür ki kuruluşun “El Kaide Örgütüyle bağı olduğuna değin” ellerine herhangi bir bilgi ve belge geçmemişti. Beyaz Baretliler’in baretleri hep beyaz kalmıştı! Bu olayın da MİT’in görüş alanında gerçekleştiğini tahmin etmişsinizdir. 

Hatırlatalım tablo tamamlansın: Suriyeli Lawrence’ımız geçen yıl Beyoğlu’nun bir sokağında ölü bulundu. Evinin penceresinden veya balkonundan düşmüş, ölmüştü.

Tuhaf zamanların olaylarıdır. Anlatılanlar şizofren bir hayatın kanıtlarıdır. Kimse göründüğü gibi değildir, kimse yaptığı işi yapmamaktadır. Kızılay dahil! 

***

Eski adı Hilal-i Ahmer. “Kızıl Ay”ın Arapça-Osmanlıca versiyonu bu. 22 Ağustos 1864’te Cenevre’de 12 devletin katılımı ile düzenlenen toplantıda Uluslararası Kızılhaç’ın kurulmasına karar verilmiş. Bir yıl sonra Osmanlı da katılmak istemiş organizasyona. Ancak Osmanlı Sultanı kuruluşun simgesi olan “haç” işaretinden işkillenmiş. Batıdaki işlerin de dışında kalmamak istiyormuş fakat. 1867 yılında Mekteb-i Tıbbiye hocası Dr. Abdullah Bey, Paris'te toplanan ilk Kızılhaç kongresine delege olarak gönderilmiş. 

Abdullah Bey, yetkilileri “yerli ve milli” bir organizasyon oluşturmaya ikna etmiş. Mekteb-i Tıbbiye Nazırı Marko Paşa başkanlığında “Mecruhin ve Marza-yı Askeriyeye İmdat ve Muavenet Cemiyeti” kurulmuş. Kızılay’ın başlangıcıdır. 

Cemiyetin başkanı Marko Paşa tanıdık geldi değil mi? Asıl adı Marko Apostolidis. Paşa hastalarını sabırla dinler, bir tür psikoterapi yaparmış. E haliyle halk arasında ünlenmiş. Derdini anlatmaya fazlasıyla teşne olanlara söylenen “derdini Marko Paşa’ya anlat” sözü de oradan türemiş. Sebahattin Ali ve Aziz Nesin vaktiyle devlet tarafından sık sık kapatılan ve her defasında yeniden açmayı başardıkları dergilerine de “Marko Paşa” adını vermişlerdi. Tabii devlet dinlemedi, onu da kapattı. “Malum Paşa”dan bir öncekidir. Lafı uzatmayalım, Kızılay’ın kızıl ayı da bizim Marko Paşa’nın icadıdır. 

Haç sorununu bu şekilde halleden cemiyet, 14 Nisan 1877’de resmen kuruldu. Aynı yıl anayasayı askıya alan ve meşrutiyet yerine otokratik bir yönetime geçiş yapan Abdülhamit tarafından rafa kaldırıldı. Bir daha ayağa kalkması ancak II. Meşrutiyet ile mümkün oldu. Varlığını “Hürriyet”e borçlu kurumlarımızdan biridir. Cumhuriyette Kızılay oldu, varsa tek kızıllığı o tarihtendir!

***

12 Eylül düzenin bütünüyle çürüdüğünü ortaya çıkarmıştı. Galiba Kızılay’ın çürümeye başlamasının miladı da o darbe. Türk Hava Kurumu ve Çocuk Esirgeme Kurumu ile birlikte Cuntanın kapatmadığı üç dernekten biriydi. Generaller, kapatmak yerine bu derneği devletin yurt dışı operasyonlarının bir parçası haline getirdi. Kızılay artık eski Kızılay değildi.

***

Peki “neydi” diye soruyorsanız onu da söyleyeyim. Kızılay üyesi ve eski şube başkanı Çetin Yavuz 25 Ekim 2016'da Güroymak Cumhuriyet Başsavcılığı'na Kızılay yetkilileri hakkında "Görevi kötüye Kullanma" iddiası ile suç duyurusunda bulundu. Derneğin halktan topladığı bağışları iktidar yandaşı vakıf ve organizasyonlara aktardığını öyle öğrendik. Son başkanı da o vakıflardan birinden, yolsuzluk iddiaları ve kayyımdan sıyrılarak kuruma yatay geçiş yapmıştı zaten. 

Kızılay, Elazığ depreminden sonra hem başkanının halktan 10 lira istemesi, hem de Ensar Vakfı'na yapılan usulsüz bağışa aracılık etmesi ile yeniden gündeme geldi. Ankara'da belediye şirketi iken özelleştirilip yandaş bir patrona zimmetlenen "Başkentgaz" 2017'de Kızılay'a 8 milyon dolarlık bağış yapmış, paranın 75 bin dolarını Kızılay almış, kalan 7 milyon 925 bin dolar iktidarın himayesindeki Ensar Vakfı'na aktarılmıştı. 

Halkın parasını yandaş vakfa aktarmak ve vergiden kaçmak için plan yaptıkları anlaşılıyordu. Mevzuata göre, Kızılay'a yapılan bağışların yüzde 100'ü vergiden muaftı. Böylece hem yandaş vakfa yandaş şirket üzerinden para aktarılmış oluyor hem de vergiden kaçılmış olunuyordu. Kızılay Başkanı, "Vergi kaçırmak yok, vergiden kaçınma var. Bu ikisi farklı şeyler" diye açıkladı olayı. Hastaya, yaralıya, düşküne yardım için kurulmuş bir dernek, karmaşık organizasyonların içinde kaybolup gitmiş, tarihinden “kaçınmış”tı…

Hakkını yemeyelim, Kızılay'daki usulsüzlük iddiaları 1990’lı yıllardan bu yana gündemde. O dönemde 20 yıl süreyle kuruma başkanlık yapan Kemal Demir ve dönemin Kızılay yöneticileri, fahiş maaşlar, usulsüz alımlar, lükse dayalı tüketim vb. nedenlerle soruşturmalar geçirmişti. İddialar aynı minvalde devam ediyor. Dolarla kiralanan yalılar, on binlerle ifade eden maaşlar, milyonlarla ifade edilen yolsuzluklar, adam kayırmalar, yardım paralarıyla alınan lüks cipler, yüz binlerce liraya dekore edilen makam odaları iddiaları havada uçuşuyor. Ve bu iddialarla ilgili tek bir soruşturma, araştırma, dava yok. 

2005 yılında Muğla Fethiye Kızılay şubesine, Kızılay Genel Merkezi tarafından müfettiş gönderildi. Müfettiş yaptığı denetimde 29 bin TL'lik yolsuzluk yapıldığı tespit etti. Yolsuzluğun çoğu uygunsuz telefon hatlarından porno dinlemek için yapılmıştı. Dönemin Kızılay Şube Başkanı kurumun saygınlığını düşünerek faturaları ödediğini açıkladı. “Nasıl” diye sordu gazeteciler. “Kimsesiz Çocuklara Yardım Fonu”ndan diye cevapladı…. Böyle bir aymazlık, böyle bir çürümüşlüktür.

***

Bakın şimdi bu tarihe. Halkımızın, aydınlarımızın emeğiyle, alın teriyle yaratılmış bir kurumun parça parça çürüyüşünü göreceksiniz. Ülkenin muktedirleri, çürüterek ayakta kalabileceklerini gördüler. Çürüttüler. AKP çürümüş olanı aldı, hayat öpücüğü verdi. Çürümüş zombiler dolaşıyor o yüzden ortalıkta. Her adımda ülkeyi, insanlarını kemiriyorlar. Çürütüyorlar. Ülke tarihinin hazin hikayesidir.

Kızıllığı silindi, kaldı geride ışıksız bir ay. Değişmek için çırpınıyor kaderi… Yani, devrim gerek herkese!