Hesaplaşma, takvim sayfalarından “seçim”lenebilen, bütün çabaların ve çalışmaların ring dövüşlerinde olduğu gibi o gün ve o saat ortaya koyulabildiği bir şey değil.

Hesaplaşma zamanına tarih koymak

Yaklaşık 9 yıl önce…

31 Mayıs 2013’ün akşamında binlerle sayılabilecek insan seli İstiklal Caddesi’ni doldurmaya başlamıştı. Bir ay öncesinde sorulsa çoğunun “olmaz” diyeceği bir an yaşanıyordu.

Milyonlar, Erdoğan’a “bitmedik, buradayız” diyor, kural ve sınır tanımayan hükümete sınırların nereden geçtiğini gösteriyordu.

Erdoğan güçlü olduğunu düşünüyordu. Bir engeli daha aşacaktı. “İsteseniz de istemeseniz de yapacağız” derken aleve benzin döktüğünün farkında değildi. 

Erdoğan tabii ki de ne yaptığının farkındaydı. Üzerine basıp geçebileceğini düşünüyordu engelin. Ama “hesap hatası” böyle bir şeydi zaten. Olaylar beklemediği bir hızla gelişti, beklemediği tepki bütün Türkiye’ye yayılırken kendi saflarındaki çatlak sesleri de daha net işitmeye başladı. Erdoğan kendini olayın orta yerinde buluvermişti.

Haziran direnişçisi de ne için sokağa çıktığının farkındaydı. Yılların birikmişliğinin patlamaya evrildiğini elbette görebiliyordu. Ama o da kendini olayın orta yerinde buluvermişti. Onu 31 Mayıs akşamı heyecan ve telaş içerisinde Taksim’e götürenin ne olduğunu tam olarak anlayamıyordu. Anlaması gerekmiyordu da. Olaylar beklenmeyen bir hızla gelişiyordu. Zamanın ne getireceği belli değildi ama zamanın parçası olunmalıydı.

Erdoğan attığı her adımla kendi meşruiyetiyle oynarken, sokakları dolduranların meşruiyetine katkıda bulunuyordu. Bir şeyler yapmalıydı ama hangi adımın neye neden olabileceğini kestirmek kolay değildi. Bir zaman krizi yaşanıyordu.

Zaman krizi, iktidarın meşruiyet kaybını halk hareketinin meşruiyet kazanışına bağlayan boyuttu.

Yılların birikimi diyoruz. Haziran’ın öncesindeki direnişlere, eylemliliklere bakıyor ve Haziran’ın sürpriz olmadığını, bir hesaplaşmanın zaten kendini hissettirmekte olduğunu söylüyoruz.

Ama bugünden geriye bakınca…

Oysaki hesaplaşmaya bir tarih veremiyoruz. Çünkü hesaplaşma, zamanın deneyimlenişinin radikal biçimde değiştiği, zamanın günlük akışının bambaşka bir yere bağlandığı anda yaşanıyor.

Geriye dönüp bakınca yaşanan haksızlıklara, hukuksuzluklara, umutlanışlara ve hayal kırıklıklarına, iniş ve çıkışlara anlam kazandırıyor, bütün yaşananları hizaya sokuyor ve sonuca bağlıyoruz. Üstelik bu tersi yönde de çalışıyor. O anda, geleceğin ne getireceği bilinemese de, hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağı hissediliyor.

Hesaplaşma, takvim sayfalarından “seçim”lenebilen, bütün çabaların ve çalışmaların ring dövüşlerinde olduğu gibi o gün ve o saat ortaya koyulabildiği bir şey değil.

Hesaplaşmaya tarih verilemez. Öte yandan, hesaplaşma belirlenen tarihten her zaman kaçar. Çünkü doğası budur. Radikal değişimleri tetikleyen birikim kural gereği hesaplanamayanın üzerinde varlık kazanır. İktidarın hesap hatası bu birikimin sonucu ve son damlası olur.

Bunları Haziran Direnişi’nin bir tekrarının yaşanması gerektiği ya da böyle bir anı “beklemek” için söylemiyoruz. Ama Erdoğan’dan ve AKP Türkiye’sinden hesabın sorulduğu, karşı tarafın en çok sarsıldığı dönemecin seçimle bir ilgisinin olmadığını, 2015 seçimlerine tarih koyan “muhalefet”in hesaplaşmayı nasıl öldürdüğünü hatırlatmak için söylüyoruz.

Hayat pahalılığı, adaletsizlik, hukuksuzluk, göçmen sorunu, savaş, kriz… Bütün bu yaşananlar nereye varacak?

Bütün bunlar bir hesaplaşmayla sonuçlanacak. Bu kaçınılmaz kesinlikte… 

Ama bu, seçim günü olmayacak. O gün olacaksa bile öncesinde birikecek, adım adım güçlenecek ve tam da bu yüzden o gün bir “seçim günü” olmayacak.

Bugün hissetmemiz, odaklanmamız, çalışmamız ve illa yapacaksak “takvime koymamız” gereken budur.