Kıyamet dedikleri/ Ha koptu ha kopacak/ Yoksuldan halktan yana/ Bir dünya kurulacak;

Herkese yeter dünya

Birleşmiş Milletler 2022 yılı için nüfus tahmin raporunu yayınladı. Buna göre 15 Kasım 2022 itibariyle Dünya nüfusunun 8 milyara ulaşacağı açıklandı.1 BM’nin öngörülerine göre dünya, 2030’da 8.5 milyar, 2050’de 9,7 milyar, ve nihayet 2100’de de 10 milyar 4 yüz milyon nüfusa ulaşacak.

Bu raporun ortaya koyduğu verilere göre nüfus artışını getiren etmenlerin azalan ölüm oranları (mortality) ile yükselen doğuştan yaşam beklentisi (life expectancy at birth) göstergeleri olduğu belirtiliyor. 2022 yılı için, Dünya nüfusunun yarısından fazlasının Asya kıtasında olduğu raporlanmış. En kalabalık iki ülke, her ikisi de 1,4 milyar kişi üzerinde nüfusa sahip Çin ve Hindistan.

BM raporun sonunda öngördüğü bu nüfus artışının “Sürdürülebilirlik Hedefleri” açısından ne anlama geldiğini ve yansımalarının ne olacağını da ele almış. Bu sürdürülebilirlik konusuna geleceğim birazdan, ama önce rapora ilişkin sosyal medyaya yansıyan bir başka değerlendirmeye bakalım.

BM dünya nüfus artış tahminini DW (Deutsche Welle)Türkçe sosyal medya hesaplarından “Nüfusu 15 Kasım'da 8 milyara ulaşacak olan Dünya'nın asıl sorunu aşırı nüfus mu, aşırı tüketim mi?” sorusuyla paylaştı.2 İlgili paylaşımdaki saptama ve yorumların hemen tümünde ciddi ideolojik sorunlar var, yazmadan edemedim.

DW Türkçe hesabında kimi fotoğraflar üzerine yerleştirilmiş metinlerdeki ifadeler oldukça zayıf, sanırım anadili Türkçe olmayan birileri tarafından doğrudan çeviri yapılmış, ben yine de özetlemeye çalışayım. Deniyor ki, Dünyanın kaç kişiyi barındırabileceği, ya da mevcut nüfusun “aşırı” olup olmadığı, kişi sayısına değil tüketime bağlıdır. Örnek olarak da ortalama bir Amerikalının ortalama bir Hintliden 16 kat daha fazla kaynak harcadığı veriliyor. Burada tüketimden ve kaynak harcamaktan kastedilen, küresel ısınmaya ve iklim değişikliğine yol açtığı söylenen karbon salınımı. Son olarak da “...zengin ülkeler o kadar fazla karbon salıyor ki; yoksul ülkelerde ilave üç ya da dört milyar insanın iklim değişikliği üzerinde kayda değer etkisi olmayacaktır” diye noktayı koyuyorlar.

Yanlış.

Doğrusu: Dünyanın kaç kişiyi adil bir paylaşımla barındırabileceği, bu kapasitenin ve kaynakların nasıl sürdürülebileceği, doğrudan üretim ve bölüşüm ilişkilerine bağlıdır. Bugün içinde bulunduğumuz varlık, gelir, değer ve kaynak dağılımındaki eşitsizlik sermaye birikimine bağlanmış ve emperyalist stratejilerle şekillenen kapitalist üretim ilişkilerinin sonucudur. Küresel ölçekte alarm veren çevre, enerji ve doğal kaynaklar krizinin nedeni, tek tek konutlardaki buzdolapları, klimalar değil, Dünyanın her köşesine yayılmış yıkıcı, enerji, sanayi, inşaat, bilişim- iletişim, gıda, finans, turizm sektörlerinin birikimli arsızlığıdır. Bu küresel talanın kaynağı bir Amerikalının bir Hintliden ne kadar daha fazla ürün ya da hizmet tükettiğinin değil, uluslararası tekellerin ve bir bütün olarak sermaye sınıfının ürün ve hizmetlerdeki değerin yaratıcısı işçi ve emekçilerin payından el koyduklarının hesabını yapmakla anlaşılır.

Anlayacağınız DW saptamalarının pek tutar yanı yok. Gelelim BM’nin sürdürülebilirlik hedeflerine. Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 2015 yılında kabul ettiği on yedi adet “Sürdürülebilir Kalkınma” hedefi var. Tümünü sıralamadan genel kapsamını özetleyeyim: Her tür yoksulluk biçiminin sonlandırılması; açlığın ortadan kalkması; her yaştan insan için sağlıklı bir yaşam ve iyilik halinin sağlanması; herkes için erişilebilir, eşit ve yaşam boyu nitelikli eğitim olanaklarının oluşturulması; toplumsal cinsiyet, uluslar, ülkeler arası eşitsizliklerin ortadan kaldırılması; herkesin sağlıklı ve sürekli su ile erişilebilir, edinilebilir gıda ve enerji kaynaklarına ulaşımının sağlanması ve yönetilmesi; herkesin tam zamanlı, güvenceli ve iyi çalışma koşullarına sahip olacağı istihdam olanaklarının oluşturulması; sürdürülebilir, kapsayıcı, yenilikçi altyapıların, sanayinin ve kentleşmenin oluşturulması; yeraltı yerüstü her tür doğal ortam, çevre ve kaynakların korunması; barışçı, adil, katılımcı, kapsayıcı ve hukuka dayalı toplumsal yapıların oluşturulması. 

Müthiş değil mi? Ancak bu hedeflere ulaşmak için de temelde yatanın küresel ölçekte bir düzen değişikliğine bağlı olduğunu açıkça söyleyebilmek gerek. BM’nin tüm insanlık ve Dünya gezegeni için sıraladığı bu hedeflerin, sömürü ilişkilerine dayanmayan toplumsal gereksinimlere referansla, eşitlikçi ve adil bölüşüme göre planlanan üretim ilişkilerine gereksinimi var. Bu da yetmez, ayrıca gerici, yayılmacı, talancı ve birikimci emperyalist odakların yerine, ilerici, barışçıl, enternasyonalist dayanışmacı ve paylaşımcı bir dünya düzeni kurmak da gerekir.

Son derece basit, ne aşırı nüfus, ne aşırı tüketim, Dünyanın asıl sorunu kabak gibi ortada, adıyla sanıyla emperyalist kapitalist sistem. 

Doğrudur, Dünya ısınıyor, büyük bir değişime doğru ilerliyor, ve evet belki de bir tür kıyamet yaklaşıyor. İşte burada sözün sonunu büyük usta Ruhi Su’ya bırakayım, saygıyla…3

Dinleyin arkadaşlar/ Bir atasözümüz var/ Biri yer biri bakar/ Kıyamet ondan kopar; 
Kıyamet dedikleri/ Ha koptu ha kopacak/ Yoksuldan halktan yana/ Bir dünya kurulacak; 
Görmüşler ileriyi/ Atalarımız demek / Herkese yeter dünya/ Herkese yeter ekmek.