İktidar adayı ittifakın hazırladığını duyurduğu ortak ekonomik program, elektrikte dağıtımın yeniden devletleştireceğine yer verebilecek midir? Yer verebilirse herhalde şaşırma sırası bize gelecektir.

Herkes şaşkın

Başta iktidardakiler şaşkın. Genel şaşkınlıklarından bahsetmiyorum. Enerji ve faturalar krizi karşısında şaşkınlığa düşmelerinden söz ediyorum. Kamu sorumluluklarından kaçışın bir sonucu olan bu krizin yolunu sanki kendileri açmamışlar gibi suçlu arama telaşına girmiş olmaları kuşkusuz sadece şaşkınlıktan değil. Yüksek faturalara bir de doğalgaz veya elektrik kesintileri eklenince, koskoca bir ilde kış koşullarında günler boyunca elektrik kesilince, Isparta’da “suçluyu” hemen bulmuşlar ve valiyi derdest etmişler. Dağıtıcı şirket Cengiz Holding’in patronunu işinden (veya müstakbel işlerinden) edecek değillerdi elbette. Ya da bu şirketlere “boyuna kârları istifleyeceğinize biraz da altyapıya yatırım yapsaydınız” diyecek değillerdi. Ne de olsa 2K’da (kederde ve kıvançta mıydı yoksa kârda ve komisyonda mıydı?) ebedi izdivaç sürmektedir.

Elbette iktidardakilerden veya vatandaşın kanını emen dağıtıcı şirketlerden elektriğin üretim ve dağıtımındaki özelleştirme sürecinin “sorunun asıl kaynağı” olduğuna dair en ufak bir ima bile duyamazsınız. 20 yıllık varoluş süreçlerini ve asıl olarak da kendilerini ve sınıflarını inkâr olur. Aslında neo-liberalizme iman edenlerin tamamı açısından özelleştirme politikasında bir kusur bulunması esasen beklenemez. Özelleştirme süreci yanlış olamaz, ama uygulamada küçük aksaklıklar olabilir tabii. Bütün mesele, bu aksaklıkların milletin gözüne çok fazla sokulmadan halledilmesi. Haramilerin elinin milletin cebinden hiç çıkmaması dahi o kadar sorun olmayabilir; yeter ki öfke sokağa taşmasın ve sandığa yansımasın.

Şimdi tam da olan bu. Halkın kendisi de şaşkın olabilir ama fatura öfkesi dinmek bilmiyor ve isyanını bu defa doğru yöne yöneltebiliyor. Çünkü elektrik + doğalgaz faturaları toplamı esnafın mekân kirasını aşmış durumda; sanayici dahi hem enflasyondan hem de enerji faturalarından şikayetini saklamıyor. Meskenlerde ise fatura terörü halkın hem geçim hem de refah düzeyini şiddetli bir şekilde aşağıya çekmekte: Ya faturalar ödenemiyor dolayısıyla kesintilere razı olunuyor ya konutun bazı bölümleri ısıtılmıyor ya sobaya geçiliyor ya elektrik kullanımında aşırı tasarrufa gidiliyor ve bütün bunlar da çare olmazsa tepkiler yüksek sesle haykırılmaya başlanıyor. Faturalardaki vergi ve paylara olan itirazlar da bunlara ekleniyor. (TRT payının kaldırılması, kademeli tarifenin 150 kWh’den 210’a çıkarılması tepkileri yatıştırmasa da, iktidarın geri adım atmaya zorlanabileceğini gösteriyor).

Uzatılan mikrofonlara konuşanlardan da öğreniyoruz: Halkın tepkileri özelleştirmeyi giderek daha çok hedefe koyuyor. Geç de olsa gerçeğin görülmeye başlanması hiç yoktan iyidir. Halkın yaşadığı sorunları genel siyasi/sınıfsal kararlarla ilişkilendirmesi ve kendi siyasi konumunu buna göre belirlemesi bizde devamlılığı olan bir “hesap sorma” düzeneğine kolayca dönüşmez. Arızi ve dönemsel patlamalar biçiminde görülebilirse bile, Türkiye’de bu tür tepkiler Ortadoğu coğrafyasına kıyasla bile pek önemsiz kalmıştır.

Bu yöndeki bazı tarihsel uğrak noktalarını anımsamaya çalışırsak, gelir dağılımının 1950 sonrasının görece en düzgün olduğu yıllara denk düşmesine rağmen döviz darlıklarına bağlı olarak kıtlıkların yaşandığı 1970’ler sonlarını; gelir dağılımının uzun bir bozulma döneminden çıkılırken örgütlenme ve emeğin hakları üzerine baskıların tepkileri sokağa ve sandığa taşıdığı 1980’lerin sonlarını; 1999 ve 2001 krizleriyle sarsılan toplumda siyaseti dümdüz edecek ve dinci siyaseti iktidara taşıyacak tepkilerin ortaya çıkmasını sayabiliriz. AKP iktidarının otoriterleşme, dincileştirme ve günlük yaşama müdahale eğilimlerine karşı kitlesel tepkileri yansıtan Gezi Direnişini de buna ekleyebiliriz. 

Ama AKP iktidarına karşı ekonomik temelli halk tepkileri ilk kez son haftalarda olduğu kadar yaygınlaşmış ve derinleşmiş görünüyor. Çünkü bütün ekonomik göstergeler aynı kısa zaman diliminde topluca bozulmuş bulunuyor: Döviz kurları hızla yukarılara çıkarken buna bağlı olarak enflasyon almış başını gidiyor. Öyle ki, ücretlerde /maaşlarda yapılan artışların etkisi bir ay bile sürmedi. Aylık enflasyonlar çift hanelere yükselirken yıllık TÜFE henüz Ocak 2022’de yüzde 48,7’ye tırmanmış bulunuyor. Birkaç ay içinde yüzde 70’i görmesi işten değil. Ham petrol ve doğalgazda yıllık ÜFE artışının yüzde 162,8’i bulması ise 1990’larda bile görülmüş şey değil. İktidara geldiği dönemde yani 2002’de inişe geçmiş olan yıllık TÜFE’nin yüzde 30,8 oranında olduğu dikkate alınırsa, AKP’nin giderayak nasıl bir miras bırakmaya hazırlandığı görülür. 

Sadece elektrik fiyatları açısından bakıldığında bile 1 Ocak 2022 itibariyle yıllık fiyat artışının konutlarda yüzde 72,5 ile yüzde 158,8 arasında değiştiğini, sanayi ve ticaret sektörlerinde yüzde 158,8’i tarımsal sulamada bile yüzde 120,8’i bulduğunu hesaba katarsak AKP’nin seçmen tabanındaki hızlı erimeyi anlamlandırmada fazla güçlük çekmeyiz. AKP iktidarı bütün bunları boşa düşürecek bir dış politika krizi mi yaratır yoksa başka “cinlikler” peşine mi düşer bugünkü gündemimizde değil. Ama görünen gerçek şu ki, halkın geçim ve refah düzeyinde sert şoklara neden olan bugünkü kötü ekonomik gidişat, yalan ve iftira üretimine dayalı algı yönetimi üzerinden kontrol altına alınabilir çizgiyi çoktan aşmış durumda.

Anamuhalefet partisi liderinden yüksek faturaların nedeninin elektrik dağıtımının özelleştirilmesi olduğunu duymak (dünkü basın) kuşkusuz ileri bir adımdır, ama bunu Millet İttifakının bileşenlerinden ve potansiyel adaylarından duyabilecek miyiz? Kuşkusuz daha önemlisi şudur: İktidar adayı ittifakın hazırladığını duyurduğu ortak ekonomik program, elektrikte dağıtımın yeniden devletleştireceğine yer verebilecek midir? Yer verebilirse herhalde şaşırma sırası bize gelecektir.

Ancak mesele sadece dağıtımda başlayıp bitmemektedir. Elektrik dağıtımının yüzde 100’ü özelleştirilmiş olmakla birlikte, elektrik üretiminde de AKP döneminde ulaşılan özelleştirme oranı yüzde 82’yi bulmuştur. Dahası, bugün elektrik iletimi (TEİAŞ) de özelleştirme sürecine alınmıştır. Dolayısıyla elektrik üretim, iletim ve dağıtımının tümü yeniden devletleştirme kapsamına alınmak zorundadır. Elektrik ve doğalgaz gibi mallar doğal tekel alanlarını temsil ederler; devlet değilse özel sektör elinde tekelci bir yapıya bürünürler. Nitekim 21 dağıtım şirketinin her biri kendi bölgesinde tekel konumundadır. Elektrik enerjisinin devlet elinde yeniden dikey tümleşme çerçevesinde organize edilmesi şarttır.

Sonuç: Çağrılar Muhalefete ve Kitle Örgütlerine de Yapılmalı

Toplumun giderek yükselen tepkilerinin daha örgütlü ve bilinçli olarak iktidarın ve sermayenin pervasız tahakkümüne karşı yönelmesini sağlamak öncelikli mücadele hedefi olarak durmaktadır. Bu mücadele, düzen muhalefetini de daha radikal talepleri sahiplenmeye zorlamayı da içermelidir. Enerjide, ithalattan üretime ve depolamaya, iletimden dağıtımına kadar tüm aşamaların devletleştirilmesi konusunda düzen muhalefeti topluma taahhüt vermeye çağrılmalıdır.

Aynı bağlamda, iktidara yakın olanlar da dahil olmak üzere, işçi ve memur sendikaları konfederasyonlarına sorumluluklarını hatırlatmak ve onları yeni mücadele eksenlerine çekebilmek gerekir. Yoksullaşmanın orta gelir düzeylerindekileri bile vurmaya başladığı bir dönemde, sendikaların geçen yılın Toplu İş Sözleşmelerinde bağıtladıkları altı aylık enflasyon farklarının ücretlere eklenmesiyle yetinmelerinin kabul edilmemesi gerekir. Bugünkü hızlı enflasyonist süreçte ücretlerin aylık enflasyon artışlarına endekslenmesi genel bir talep olarak yükseltilmeli ve bu yönde ilk çağrı sendika yönetimlerine yapılmalıdır.

Aynı şekilde elektrik ve doğalgaz zamlarının geri alınması, faturalara yansıyan vergilerin ve hizmet bedellerinden bazılarının sıfırlanması, TESK’in önerdiği gibi esnafın faturalarının büyük bölümünün devletçe üstlenilmesi gibi ortak talepler geliştirilmeli ve iktidara çağrı yapılmalıdır.

İktidara yapılacak bir çağrı da 2022 bütçe ve programının şaşan enflasyon ve kur tahminlerini güncellemek, bu arada ücretleri yukarı çekmenin bir sonucu olacak olan personel ödenekleri artışını ve sosyal harcamalara dönük ödenek artışlarını, borçlanma limitleri ve faizlerindeki artışları hesaba katarak derhal bir ek bütçenin TBMM’ye sunulmasını sağlamak olmalıdır. Değerli meslektaşım Prof. Dr. Aziz Konukman’ın yıllardır bıkmadan vurguladığı bu konu (en son uyarısı için bkz. Evrensel 31 Ocak), bu yıl her zamankinden daha fazla aciliyet kazanmış durumdadır. Üstelik bu çağrı aynı zamanda Meclis muhalefetine de yapılmış sayılmalıdır, çünkü bütçe hakkı öncelikle yasama organının titizlenmesi gereken bir konudur.