'Emekçi sınıflar için çıkış yolu bellidir; tek bir sözcükle anlatılırsa mücadele, gerekli en az açıklık sağlanarak söylenirse örgütlü toplumsal mücadeledir onun baş edilmez bir güce kavuşturulmasıdır'

Her durumda yükselen bir mücadele görünüyor

Biraz benzese bile tam da remil atmak sayılmaz. Bir kez, biçimsel olarak benzerlik hiç yok. Ne Arapça sözcüğün anlattığı kum var önümüzde, ne onun üstüne şu ya da bu etkiyle çizilmiş şekiller. Klavye başına oturmuş yazıyoruz işte. Özü bakımından az çok benzetilebilir belki; ne de olsa, geleceğin nasıl olacağına ilişkin sözler söylemek, daha iddialı ve bilimsel edalı konuşursak, kestirimlerde bulunmak üzereyiz.

Bununla birlikte, remil atma ayrıntısı bir yana bırakılırsa, yapmaya giriştiğim işin geleceği kestirmek, gelecekte neler olacağını bildirmek anlamında falcılık olduğunu düşünenler çıkabilir. Buna karşı bir argüman olarak, söz konusu geleceğin çok yakınlaştığı, dolayısıyla şimdiye kadar olup bitenlerin ve onları yaratan etkenlerin kısa sürede pek de fazla değişmesinin beklenemeyeceği varsayımıyla, ille de falcılık denilerek bir parça gözden düşürülecekse, bunun herkesçe yapılabilecek kolay bir falcılık olduğu belirtilerek iyice gözden düşürülmesi mümkündür. Fal bakma metaforunu sürdürürsek, içinde bulunduğumuz koşullardaki bir seansın sağlayacağı getiri, falcının dişinin kovuğuna gitmeyecek kadar olur ancak; çünkü, fal baktıran da, eğer düpedüz enayi değilse, başına geleceği üç aşağı beş yukarı kestirebilir durumdayken, gelecekten haber verenin kendisini çok da fazla yolmasına izin vermez herhalde.

Gelelim az önce kolaylığından söz ettiğimiz yakın geleceğe bakma işine…

Diyelim, şu sıralar hatırı sayılır bir çoğunluğun tahmin ettiği, istediği, uğraştığı, duacı olduğu sonuç ortaya çıktı ve Erdoğan gitti. İyi de, nereye gitti? Bu soru önemlidir; çünkü, ülke hayatının artık yirmi yılı da aşmış çok uzun bir diliminde gittikçe belirginleşen bir biçim ve ağırlıkta güç, söz, karar sahibi olmuş bir politikacıyla karşı karşıyayız. Dolayısıyla, onun gittiğinden söz ederken bu gidişin nereye olduğu da önemlidir kuşkusuz.

Birkaç varsayımda bulunabiliriz. Sözgelimi, bunlardan biri şu olabilir: Varsayalım ki, rakibinin kendi tercihi olarak açıkladığına benzer biçimde, evine çekilip torunlarıyla hoşça vakit geçirmeyi seçti. Bu seçimin şimdiye kadar haklı olarak yarattığı izlenime kesinlikle uygun düşmediğini, dolayısıyla varsayımın hemen çöktüğünü söyleyebiliriz. Bir başka varsayım, en taze örnek olduğu için akla geliyor, Bolsonaro yolu olabilir. Önceki kadar değilse bile, bunun da pek akla yakın olduğu söylenemez.

Fazla zorlamanın alemi yok, bunlara benzer pes edip çekilme esaslı gidişler üzerinde durmayı haklı gösterecek verilere sahip değiliz. Öyleyse, gidiş yakın konumlara doğru ve geçici nitelikte, başka bir anlatımla, geri dönmek, geri dönüşün hazırlıklarını yapmak üzere olacak demektir. Bunu az sonraki kestirimlerde akılda bulundurmak anlamında “elde var bir” diyerek kenara yazmak gerekiyor. Yazınca da, hemen yanına, yirmi yıldır silahlı silahsız devasa bir bürokrasinin, ayrıca tarikatıyla cemaatiyle yasal ya da yasa dışı örgütlenmeleriyle yeni “sivil toplum”un, uzak yakın tarihte görülmemiş servet aktarımlarıyla ya yeni yaratılmış ya olağanüstü güçlendirilmiş bir kapitalist sınıf katmanının varlığını eklemeden geçmek mümkün görünmüyor.

Gide gide çıkışsız bir noktaya ulaşan Türkiye kapitalizminin sıkışıp kaldığı iç ve dış koşullarda, bir bölümü yıllardır iktidardan uzak kalmış, bir bölümü son yirmi yılın döküntüsü durumundaki siyasal kadroların iktidar olarak görevlendirilmeleri olasıdır. Ancak, bunların, içinde bulundukları çıkışsızlık koşullarında, üstelik pes edip evlerine çekilmeleri beklenemeyecek yeni muhalefet güçlerinin çeşitli kösteklemeleri ile, tez zamanda, bugün iktidardakileri eleştirmek için dillerinden düşürmedikleri “liyakatsizler” ordusu durumuna dönüşmesi hemen hemen kaçınılmazdır.

Burada asıl üzerinde durulması gereken, emekçi sınıfların örgütlü toplumsal mücadelesi açısından iki önemli gelişmenin ortaya çıkışıdır. Bunlardan birincisi, ülkemizde emekçi sınıflar iktidarını birincil hedef sayan ya da sayması gereken solun ve onun etkisine açık irili ufaklı kitlelerin algılama yetenekleri açısından artık nesnelleşmiş bir tıkaç niteliği kazanan “hele şu adam bir gitsin” takıntılı beklentisi gerçekleşecektir. Buradaki “adam” sözcüğü yerine bir partinin, koalisyonun, cephenin adı konulacak olursa, bizim solumuzun başa çıkamadığı, başa çıkmak bir yana kendisinin de kapıldığı geleneksel diyebileceğimiz takıntılardan biri ortaya çıkar. En yaygın olarak “hele şu … bir gitsin!” ya da “hele şundan bir kurtulalım!” sözleriyle dillendirilir. Şimdilik bunu “hele bir takıntısı” diye adlandırma eğilimindeyim; ancak, başka önerilere de açık olmam doğaldır.

Biraz önce iki önemli gelişme dediğimizin ikincisi ise bu takıntıya hemen her zaman eşlik eden CHP seçeneğinin, ne kadar anlatılsa anlaşılamayan bu aldatıcı, sözde seçeneğin gözle görülerek anlaşılması olabilir; elbette gerekli mücadelenin de etkisiyle. Denebilirse, bir düzen partisi olarak CHP’nin kurulu düzene en klasikleşmiş katkısı, ezilip bunalmış kitlelere zahmetsiz, kolay erişilebilir görünümlü bir sahte çözüm sunmasıdır. Yalnız, bunun bir dokunuşta dağılıverecek kadar dayanıksız bir sahtelik olmadığı birçok kez yaşanarak görülmüştür; oldukça farklı dönemlerde işe yaramış, hâlâ da yaramaktadır.

Ortada görünen iki olasılıktan ikincisi de gerçekleşebilir elbette. O durumda ise, halk olarak yirmi karabasan yılında yaşayıp öğrenmişizdir, ne zulümden ne yok yoksul süründürmekten ne de itibardan tasarruf edilecek demektir.

Her iki durumda da emekçi sınıflar için çıkış yolu bellidir; tek bir sözcükle anlatılırsa mücadele, gerekli en az açıklık sağlanarak söylenirse örgütlü toplumsal mücadeledir, onun baş edilmez bir güce kavuşturulmasıdır. Buna herhangi bir yenilik getirmediği ileri sürülerek burun kıvrılırsa, daha başka ve bir çırpıda çözüm getirecek bir yolun bulunmadığı, hiçbir zaman olamayacağı açıkça anlatılmalı, yeterince de tekrarlanmalıdır.

Aylarla, bilemediniz birkaç yılla sınırlanmış bir somutluğun ötesinde düşünüldüğünde, kuru bir tekrarın ötesine geçen şu olabilir örneğin: En yüksekte tutulması gereken, kesin sonucu görülmeyecek kadar uzakta olan bir mücadelenin kendisi değil, onun yöneldiği kurtuluş hedefidir, emekçi sınıfların yeni bir dünya kurmak üzere iktidarı eline geçirmesidir. Burada, çatlaklık ile aradaki farkı göz ardı etmemek koşuluyla, her türlü yaratıcılığa yer vardır. Üstelik, yanlış olarak hep çok uzak geleceğe ertelediğimiz bir çalışma ve paylaşma ilkesinden esinlenerek dile getirirsek, o hedefe ulaşmanın da ona ulaştıktan sonra girişilecek benzersiz kuruluş sürecinin de gerektirdiği mücadelenin kendisi ve sonuçları herkesten yaşına başına, yeteneğine göre; herkese ortaklaşılan ihtiyaçlara göre yürütülüp paylaşılacaktır.

Ne denir, bundan iyisi can sağlığı…