İsrail varoluşuyla sadece Filistinlileri ve Arapları değil, bilfiil Yahudileri de tehdit etmektedir.

Hataa Al Nasr – III

'Tarihi Filistin’i ziyaret edin! İsrail Ordusu orayı o kadar çok sevdi ki bir daha terk etmedi'

İsrail aslında İbrahim’in torunu, İshak’ın oğlu Yakup’un takma adıdır. “Melekle/Tanrıyla güreş tutan” anlamına gelmektedir. Rivayete göre ikiz kardeşi Essau, ki ondan biraz daha önce doğmuştur, ona “doğum hakkını”, yani büyük evlat olma hakkını satmıştır. Ancak Essau kindardır. Olası bir cinayetten kaçmak isteyen Yakup Harran’a gelir. Burada evlenir ve o zamanlar Kenan diye adlandırılan Filistin’e ailesiyle geri dönüş yolculuğuna başlar. Ancak Essau’nun kalabalık ve silahlı bir grupla onları karşılamaya geldiğini duyunca ailesini başka bir yere yollar ve kendisi Tanrıyla konuşmak için kalır. Tanrı bir meleği ona yollar. Melekle sabaha kadar güreş tutarlar. Yenişemezler. Melek onu kutsar ve böylece Yakup İsrail adını alır. Soyundan gelenler Kenan illerinin tanrı tarafından belirlenen sahipleri olacaktır ve İsrailoğulları diye adlandırılacaklardır. Filistin tanrının belirlediği Eretz İsrail (İsrail’in toprağı) olur. Bundan sonra büyük acılar çeken İsrail oğulları bir şeyi çok iyi anlarlar, bir devletleri olmadıkça ezilmeye devam edeceklerdir. Karşıdevrimci Siyonizm özünü bu dinsel mitolojiden alır. 

Önceleri basit bir vaat edilmiş topraklar hikayesiydi. Ancak vaat edilmiş topraklara her döndüklerinde oraların başkalarının malı olduğuna acıyla şahitlik ettiler. Böylece her seferinde yeninden ve yeniden sürülmek oldu kaderleri. Asurlular, Romalılar ve Persler; ve daha niceleri vatanı ve devleti olmayan, ancak Tanrı tarafından seçilmiş ve kutsanmış olan bu halkı sürdüler. Sürmekle yetinmediler, içlerine de almadılar. Hoş, sekter ve dar grupçu dinleri de onların da başkalarıyla karışmalarını sürekli engelledi. Ancak anlam veremediler; eğer “seçilmiş” ve “kutsanmışlar” ise neden sürekli eza ve ceza çekiyorlardı? Öyleyse bir yerlerde büyük bir günah işlemiş olmalıydılar. Böylece onlardan da Hristiyanlığa aktarılacak “doğuştan günahkarlık” miti benliklerine yerleşti, Tanrı sürekli onları cezalandırıyordu. Ceza ise onlardan olmayanların, onların olmayan topraklarda onlara sürekli eziyet etmeleri şeklinde ortaya çıkmaktaydı. Musa’nın ya da İbrahim’im yaptığı gibi Tanrı ile konuşma şansları yoktu. Öyleyse kefaretin tamamının ödendiğini nasıl anlayacaklardı? 

Böylece sapkın ve tedhişçi bir düşünce geldi yerleşti nahif bilinçlerine; vaat edilmiş topraklara dönmeleri yeterli değildi, o toprakların onlardan olmayanı dışlayan ve yok eden, böylece onları ilelebet koruyan bir devletin de vatanı olması gerekirdi. Böylece sadece seçilmiş halka ait seçilmiş bir devlet fikriyatı karşı konulmaz bir çekiciliğe sahip oldu. Kuşkusuz bu türden bir devlet açıkça dinsel bir faşizmin aracı olacaktı ancak önemli değildi. Bu devlet kurulduğunda 2000 yıllık kefaretin ödendiğini anlayacaklardı. Eretz İsrael artık Medinat Yİsrael’e (İsrail devleti) dönüşüyordu.

20. Yüzyıl’ın başlarında hem Avrupa’da hem de Kuzey Amerika’daki Yahudi cemaatleri Filistin’e göç etme kampanyalarını finanse etmek için kolları sıvadılar. Bu göç başlarda çok düşük sayılarla gerçekleşti. 1900’lerin başlarında Filistin’e daha çok görece yoksul ve yaşadıkları toplumlarda iyice dışlanan Yahudiler göç ettiler. Henüz sermaye birikiminin tahakkümünden uzak, kooperatif türü örgütlenmelerle Celile’de ve sahil şeridinde yerleşim yerleri kurdular.  Böylece daha sonra İsrail’de yıllarca iktidar olacak İşçi Partisi’nin besleneceği ana kaynak “Kibbutzim” de doğmuş oldu. Filistinli Arap nüfusla başlarda araları soğuk olsa da bu soğukluk açık çatışmaya gitmiyordu. Hatta II. Dünya Savaş öncesinde esas dertleri bölgeyi manda statüsünde yöneten İngiliz emperyalizmiydi. Örneğin ilk öz savunma birliklerini kurduklarında bununla Filistinlilere saldırmak yerine İngilizlere saldırdılar. Ancak II. Dünya Savaşı’nın Nazilerin toplama kamplarından kurtulan Yahudiler de Filistin’e göç etmeye başladıklarında nüfus dengesi birden değişti. Sadece nüfus dengesi değişmedi, bu yeni gelenler yeni ve derin, ve dinmeyecek bir nefret ve kini de beraberlerinde getirdiler. Sanki tüm dünyayı düşman gibi görüyorlardı. İsrail bağımsız olunca gelmeye devam ettiler. 

Bu arada Amerikan emperyalizmi İsrail’e desteğini arttırdıkça sermaye de İsrail’e akmaya başladı. Geleneksel kibbutzimin yerini diğer kapitalist toplumlar gibi eşitsiz sınıfsal bir yapı aldı. Bu sınıfsal hiyerarşinin en altında hala vaat edilmiş topraklarda kalma ve direnme cesaretini gösteren Filistinliler bulunmaktadır. Yahudiler bile hem sınıfsal hem de köken olarak bölünerek bu hiyerarşide yerlerini almaktalar. En altta Etiyopya gibi ülkelerden gelen Afrikalı Yahudiler, onların hemen üstünde Orta Doğu kökenliler yer almaktadır. ABD’den gelen zengin Yahudiler ve bu topraklara 1900’lerin başından beri yerleşik haneler en üsttedir. Böylece ortaya sınıfsal hatlarla kesin bir biçimde bölünmüş bir toplum ve garip bir dini faşizmin üzerinde yükselen bir devlet çıkmıştır. Şimdi sürekli savaş halindedir. Bu savaş hiç bitmeyecekmiş gibi görünmektedir. 

Filistin Kurtuluş Örgütü ve bileşenlerinin solculuğu bu anlamda da önemli bir direniş mevzisi oluşturmaktaydı. Oysa Hamas’ın Gazze Şeridi’ne sıkışmış fanatik ve dinsel anti-semitizmi aslında İsrail’in Siyonist gericiliğini beslemektedir, tersine İsrail’in faşizan siyonizmi de Hamas’ın faşizan anti-semitizmini beslemektedir. 

1980’lerin başına kadar İsrail’in iç siyasetine İşçi partisi egemen olmuştu. Öte yandan adına bakmayın, revizyonist bir siyonizmin temel aktörü idi İşçi Partisi. Ancak tüm kapitalist dünyada olduğu gibi 1980’lerin başından itibaren iç siyasette dengeler değişti, aşırı sağ güçlenerek iktidara geldi. Menachem Begin, Kasap Şaron ve Netenyahu bu sağ hegemonyanın göz önündeki aktörleri oldular. Filistinliler için vaat edilmiş toraklarda yaşamak daha da zorlaştı. 

Bu arada İsrail gerçekten bir tür Yahudi enternasyonalizmini de bıkmadan ve usanmadan hala hayata geçirmektedir. Dünyanın dört bir tarafından Yahudiler göçe ve İsrail’de ev almaya teşvik edilmektedirler. İsrail Filistinlilerin yaşama alanlarını giderek daraltan saldırgan bir konut politikası uygulamaktadır. Üstelik buralara yerleşen dünya Yahudilerinin bir bölümü İsrail’de sahip oldukları evleri sayfiye evi gibi kullanmaktalar. Kendi ülkelerindeki evleriyle İsrail’deki evleri arasında mekik dokumaktadırlar. Filistinliler güvenli ve sıhhi yaşam koşullarından yoksun iken bir de her gün kaybettikleri toprakların üstünde lüks yerleşim yerlerinin türediğine şahit olmak zorundalar. Ateşkesin hemen ardından evlerine dönen yaşlı Filistinli çiftin evlerine ABD’den gelen Yahudi yerleşimciler tarafından el koyulduğunu gördüklerinde yaşadıkları şaşkınlığı anlatan videoya bakabilirsiniz. 

İsrail aslında özenle korunan ve beslenen bir tümör gibidir. Metastaz yapabilmesi için uygun ortam yaratılmıştır. Yakın tarihe kadar Sina Yarımadası’nı, hala Golan tepelerini, zaman zaman Güney Lübnan’ı ve Filistinlilerin topraklarını işgal altında tutmaktadır. Üstelik pervasızdır. İran’dan Tunus’a kadar gizli ve açık operasyonlar düzenlemektedir. Ayrıca her türden gericiliğe de açık ve yoz bir destek vermektedir. Hindistan’daki aşırı sağcı Modi rejimiyle sıkı bir ittifak halindedir. Yıllarca ırkçı Güney Afrika’ya lojistik ve istihbarat desteği sağlamıştır. 

İsrail varoluşuyla sadece Filistinlileri ve Arapları değil, bilfiil Yahudileri de tehdit etmektedir. Bugün her sıradan İsrailli aslında atlarının toplama kampı barakalarında yaşadığı korku ve endişeyi büyük bir oranda yaşamaktadır. İsrail’in yükselttiği duvarlar veya çektiği tel örgüler aslında Orta Doğu halklarının gelecekte birlikte kuracakları ortakçı dünyaya yönelik bir tehdittir. 

Sürüldüler, geri döndüler, tekrar sürüldüler, tekrar döndüler. Son defasında bir daha dönmemek üzere geldiler, dünyanın zengin saldırganlarıyla birlikte bölgenin fukara halkalarının üstüne çöktüler. Vatanları ve devletleri oldu. Ancak sözde kefaret bitmedi; yeniden lanetlendiler. Bu defa onlar başkalarının kanlarıyla yıkandılar ve damgalandılar. Anlamadılar, anlayamadılar; gerçek kefaret ancak vatan ve ulus kavramları ortadan kalınca, tüm insanlık tüm evreni sınırsız bir vatan yapınca ve tüm insanlar ortakçı bir toplumun sıradan ve saygın üyeleri olunca ortadan kalkacak.  

Not: Girişteki poster galiba İsrail ordusu tarafından hazırlanmış bir posterdir. Şöyle diyor: “Tarihi Filistin’i ziyaret edin!  İsrail Ordusu orayı o kadar çok sevdi ki bir daha terk etmedi.”

[Son bölüm haftaya….]

*Hataa Al Nasr: Arapça “Zafere kadar!”