Amerikan emperyalizmi, İsrail hariç, İsrail terörünün en büyük sorumlusudur.

Hataa Al Nasr - II

Bahsedildi, Amerikan Emperyalizmi İsrail’in oldukça kullanışlı olduğunu biraz geç anladı. Anladığında ise İsrail’in kutsal terörünün önüne çıkacak her engeli yok etmek için yemin etmişçesine çabalamaya başladı. Yine vurgulayalım; Demokrat başkanlar bu terörü güvenli bir gelişim hattında tutmak için Cumhuriyetçi başkanlardan daha mahir davrandılar.

Bir ara belirlemede bulunalım. Biden iktidara geleli 5 ay oldu. Amerikan emperyalizmi namına bu 5 ayda gösterdiği performans onun sözde liberal enternasyonalizmine duyulan şüpheleri haklı çıkarmaktadır. Rusya ile başladı, garip ve saldırgan bir kampanyayı başlattı. Yeni yaptırımlar ve Rus diplomatların sınır dışı edilmesi ile birlikte onun kolektif emperyalizminin sonucu olarak ikincil ve üçüncül güçler de (İngiltere, Almanya ve diğerleri…) aynısını yapmaya başladılar. Bir kere daha vurgulayalım Clinton, Obama ve Biden’ın liberal kolektif emperyalizmi ile karşılaştırıldığında Cumhuriyetçi kıt akıllı başkanların emperyalizmleri daha dağınık ve daha beceriksiz görünmektedir. Şimdi Biden’dan gazı alan tüm bu bağımlı ikincil ve üçüncül güçlerin liderleri İsrail’e destek mesajları yayınlıyorlar. Liberal solcular ve liberallerin beklediği acaba tam olarak bu muydu? 

Ana mevzuya geri dönelim. Amerikan emperyalizmi, İsrail hariç, İsrail terörünün en büyük sorumlusudur. İsrail aleyhine gelişecek herhangi bir uluslararası oluşumu engelleme, en küçük kınama çabalarını bile bloke etme, sürekli silah yardımı yapma, bitmeyen bir ekonomik sıkıntı içindeki bu ayrıcalıklı küçük terör devletine sürekli sermaye akıtması, bölgede İsrail’e yönelik en küçük tehdidi bile kendisine de yönelik sayması… İşin garibi Amerikan emperyalizminin bölgedeki Müslüman müttefikleri de bu olguların herkes kadar bilincindedir. 

Mesela gerici Suudi rejimi ve onun körfezdeki minyatür gerici benzerleri. Muazzam bir petrol gelirinin üstünde oturan bu rejimlerin Filistinlilerin kurtuluş mücadelesine yönelik ilgileri geçmişten bugüne pragmatik ve bazen yüz kızartıcı bir mecrada ilerlemiştir. Bu rejimler varoluşlarının temel şartı (emperyalizmin bölgedeki tahkimatı) ile İsrail’e yönelik ikiyüzlü tepkileri arasındaki çelişkinin bilincindedirler. Bunların Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ve El Fetih ile ilişkileri her zaman sorunlu olmuştur. Malum FKÖ ve El Fetih hem sekülerdi hem de ilerici Arap rejimlerinin (ve dolayısıyla Sovyetler Birliği’nin) desteğini almaktaydı. Ne zaman ki İsrail ve Mossad’ın müdahaleleri Filistin mücadelesini çatlattı ve İslamcı Hamas FKÖ’nün ciddi bir alternatifi haline geldi, bu rejimler ikiyüzlüce bir şekilde vermek zorunda oldukları sözde ve güdük desteğin mali ve manevi yükünden kurtuldular. 

Aslında İngiliz emperyalizminin bölgedeki bakiyesi içinde olan bu çakma ve yapay gerici devletlerin bölgedeki varlığı bölgedeki her türden ilerici ve aydınlanmacı adımın önündeki en büyük engel oldu. Üstelik genellikle devran dönse de yerinde duran bu arkaik ve zorba rejimler bölgede küresel petrol ve silah tekellerinin en önemli müşterisi olmayı sürdürdüler. Filistin’in kurtuluş mücadelesine verdikleri zoraki desteği bile kâr hanesine yazmayı becerebilmiş bu güdük rejimler hattı zatında çok yakınlarda İsrail’i resmen tanımanın adımlarını atmaktaydılar zaten. 

Bunların ikiyüzlülükleriyle ilgili olarak ilginç bir örnek verilebilir. Malum 1973’de Yom Kippur Savaşı’nın başlamasının hemen ertesinde Arap Petrol Üreticisi Ülkeler Örgütü’nün (OAPEC) önayak olduğu ve OPEC’in de sonrasında katıldığı bir petrol ambargosu uygulandı. İsrail’e silah satan ve aralarında ABD ve İngiltere’nin de olduğu bir grup ülkeye petrol satışını durdurdular. Dünyanın geri kalanına petrolü varil başına % 300 zamlı satmaya başladılar, ayrıca petrol üretimini de % 30 civarında kıstılar. Böylece zaten bir kapitalist krizle cebelleşen kapitalist dünyayı ciddi bir şokla baş başa bıraktılar. Bunun benzerini, ancak daha düşük bir katılımla, 1979’da da yaptılar. Böylece petrol üreticisi ülkelerin elinde adına sonradan “petrodolar” denilecek yüklü miktarda bir dolar rezervi birikti. İki şok için toplam rezerv birikiminin 1 trilyon dolardan fazla olduğu tahmin ediliyor. Peki bu birikmiş rezervin aslan payını elinde tutan Suudlar ve benzeri minyatür gerici devletler bu parayla ne yaptılar dersiniz? Halkın refahını ve yaşam standardını arttırmak için mi harcadılar sanıyorsunuz? Hayır, bu parayı İsrail’i çekincesiz destekleyen emperyalist merkezlerin banka-finans sistemlerine yatırdılar. Ne güzel değil mi?

Ancak ihanetleri bununla bitmedi. Filistinlilerin önemli bir bölümü 1948’den bu yana mülteci olarak bu ülkelerde yaşıyorlar. Üstelik İsrail’in Araplara karşı kazandığı her yeni zaferle birlikte sayıları artmış gibi görünmektedir. Bu ülkelerin petrol parasıyla zenginleşmiş ve emperyalizm tarafından kollanan asalak zenginleri Filistinlilerin ucuz emeğini pervasızca sömürmekteler, tıpkı İsrail’in hala Gazze Şeridi’nde, Kudüs’de veya Batı Şeria’da kalmayı tercih eden Filistinlilere yaptığı gibi. Dahası bu gerici rejimler Filistinli göçmen azınlıktan ve onun damalarına sinmiş FKÖ’den rahatsız olunca onları olabilecek en vahşi (hatta İsrail’in vahşetiyle aşık atabilecek kadar vahşi) yöntemlerle kovmaktan utanmayan rejimlerdir. 

1968’de FKÖ ile Ürdün Ordusu koalisyonu İsrail sınırına yakın Karameh kasabası civarında İsrail ordusuna ciddi bir yenilgi tattırdılar (en azından FKÖ kaynakları öyle diyor). Bunun hemen ardından genelde FKÖ, özelde ise örgütün bileşenlerinden Marksist eğilimli Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) Ürdün içinde giderek artan bir etki alanına sahip oldular. Hatta FHKC’nin yayın organlarında Ürdün’deki gerici Haşimi monarşisinin devrilmesinden ve bir sosyal devrimden söz edilmeye başlandı. Bundan çok ürken Haşimi gericiliği ve Kral Hüseyin harekete geçtiler. 1970 Eylül’ünde Ürdün Ordusu Filistin kamplarına karşı harekete geçti. Olaya Filistinlilerin saflarında savaşa müdahil olan Suriye Ordusu da karıştı. Sonuçta 3 binden fazla Filistinlinin can verdi ve Filistinliler ve FKÖ Lübnan’a sürüldüler. Tarihe “Kara Eylül” diye geçti. 

Ancak Orta Doğu’daki gericilerin Filistin’in kurutuluş mücadelesine asıl darbesi Hamas’ın kuruluşuydu. Hamas aslında Mısırlı Müslüman Kardeşler’in uzantısı olarak doğdu. Ve özellikle Suudlar ve Ürdün'den gelen destekle hızla büyüdü. FKÖ’nün aksine İslami bir toplum modeli öngörmekteydi. Aslında Hamas FKÖ’nün ve Filistin mücadelesindeki ilerici güçlerin yenilgisinin kanıtıydı. Bazı kaynaklar Hamas’ın kuruluşunun sadece gerici Arap rejimlerine değil, Mossad’a ve İsrail’e de bağlamaktalar. FKÖ’nün toplumsal tabanının ve desteğinin azaltılması için akılcı bir hamle gibi görünmüş olmalıdır. Kısacası Hamas Arap ve Yahudi gericiliğinin ortak eserdir. 

Hamas klasik İhvanist bir örgüttür. Rivayet doğru ise ana finansman kaynaklarından birisi Batı’da veya Orta Doğu’da konuşlanmış Filistinli toplulukların bağışlarıdır. Ancak özellikle 2000'li yılların başında en büyük destekçisi Suudi Arabistan’dı. Bugün özellikle Gazze Şeridi’nde etkindir. Batı Seria ve diğer Filistin yerleşim bölgelerinde El Fetih daha baskın gibi görünmektedir. Hamas dışarıda olan ve Filistin Kurtuluş Hareketi’ni pragmatik amaçları için kullanmaya çalışan gericiliği şimdi içeri taşıyan mekanizmadır. 

[Haftaya devam edecek…]

Geçen yazının başlığında yazım hatası var. “Hatta Al Nasr” yerine “Hataa Al Nasr” olması gerekiyordu. Okurlardan özür dilerim….