100. yılda Türkiye’yi üç yol, üç '2023' bekliyor. Türkiye’nin geleceği, seçeneklerden hangisinin nasıl ve ne kadar güç kazanacağına göre şekillenecek.

Hangi 2023?

Türkiye bir yol ayrımında ilerliyor.

Bu yol ayrımı önümüzdeki dönemin gelişmelerinin tümüne şekil verecek kadar güçlü. “Seçimler”den değil ama “2023”te simgeleşen bir ayrımdan söz ediyoruz.

2023 Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun büyük dönemeci ve 100. yılda Türkiye’yi üç yol, üç “2023” bekliyor. Türkiye’nin geleceği seçeneklerden hangisinin nasıl ve ne kadar güç kazanacağına göre şekillenecek.

AKP ve Erdoğan için “2023” bazen sabır talep etmek, bazen kavga etmek, bazense vaat vermek için kullanılan çok işlevli bir araç. 

Ancak bu aracın asıl hedefini Erdoğan’ın şu sözlerinde aramamız gerekiyor: “2023'te yanlış tercih durumunda küresel yönetim ve ekonomi sisteminin en üst ligindeki yerimizle bu ligin lokomotif ülkeleri arasına girme fırsatımızı tehlikeye atmış olacağız.”

Yani “AKP’nin 2023”ü Türkiye’nin büyük burjuvazisine gönderilen “istediklerini ancak ben yaparım” hatırlatması ve uyarısı. Ama diğer yandan hayat pahalılığıyla boğuşan halkımıza ne için sabredeceğini gösteren bir uyarı da. 

AKP’nin 2023’ü iki sınıfın, sömürülen ve sömürüden zenginleşen sınıfın hangi “ülkü” etrafında birleştirileceğinin programı.

Bu programda sınıfsal ayrımların yok sayıldığı “aynı gemideyiz” yalanına tarihsel bir anlatı ve bu anlatıyı geleceğe bağlayan vaatler eşlik ediyor: Bu, milliyetçilik dediğimiz şeyin ta kendisi. AKP’nin 2023 kurgusunda dinselleşme ve Osmanlıcılık, Abdülhamit ve Mustafa Kemal, “yerli ve milli” kendine has, “makul” yerlere oturtuluyor.

Bunun ne anlama geldiğine açıklık kazandırmak için uzun satırlara ihtiyacımız yok: AKP’nin 2023’ü savaşın, belirsizliğin, yıkımın hakim olduğu bir dünyada tutunacak dal arayan halka anlatılan bir hikaye ve bu hikayede “1923” en iyi ihtimalle bir süs.

Bu en çok Türkiye burjuvazisine yarıyor. Erdoğan, Türkiye burjuvazisinin uzun zaman önce gördüğü olanağı ve bu olanağın yarattığı iştahı en iyi kavrayanlardan biri olarak konuşuyor: “Kapımız herkese açık” derken elbette yeni dünyanın kuralının kendi bacağından asılmak olduğunu dile getirmiş oluyor.

Ukrayna’ya diklenen Ali Koç ile herkesle iş gören Erdoğan’ın aynı dili konuştuğundan şüphe duymamak gerekiyor. Yeni dönemde “bağımsızlığın” önem kazandığının farkındalar. Bu aklın epey iş gördüğü ve sonuç aldığı bir dünyada yaşadığımızı görebiliyoruz. 

Sermaye sınıfımız emperyalist hiyerarşide Erdoğan’ın deyimiyle “üst lig”e nasıl yükseleceğinin formülünü bulmuş.

Milliyetçilik bu formüle geçirilen bir kılıf. Ama gerçek bir zemine yaslanıyor. 

Liberalizm bu zemini kavradığını yeni dönemin “yeni” milliyetçiliğinin nasıl olacağını tartışarak gösteriyordu. Fukuyama ilk sözü alan olmasa da olağan şüpheli olarak ilk salvoyu ateşleyen olmuştu.1 Ali Yaycıoğlu (ve Murat Somer) ise Fukuyama’yı Türkiye’ye taşıyan isimler oldu.

Yaycıoğlu, Gazete Oksijen’e yazdığı bir dizi yazıyla milliyetçiliğin yabana atılacak bir şey olmadığını, tarihte üstlendiği olumlu işlevi ve bu dönemdeki yerinin gerçekliğini anlatıyor, ama aynı zamanda 1923 ile 2023 arasındaki ilişkide milliyetçiliğin nereye oturabileceğini de tartışıyordu.2

Yaycıoğlu’nun milliyetçiliği kavrayış biçimi ilginçti: Milliyetçiliğe ihtiyaç vardı ama bu nasıl bir milliyetçilik olmalıydı? Somer'in deyimini kullanarak, “menfi milliyetçiliğe” değil, “müspet milliyetçiliğe” ihtiyacı vardı Türkiye’nin. “Menfi milliyetçilik” AKP’nin, “müspet milliyetçilik” ise “muhalefet”in programıydı. 

AKP’li yıllar boyunca baskın gelen “menfi milliyetçilik” olmuştu ve Türkiye’nin artık “müspet” olana geri dönmesi lazımdı. Yaycıoğlu bu dönüşün “1923” ile bağlantısını kuruyordu. 

1923 yalnızca Türkiye’de değil dünyada da önemli bir dönemeç demekti. “2023” de benzer bir işlev üstlenecekti. Peki ama bu nasıl bir “2023” olacaktı? 

Yaycıoğlu ne kadar utangaç ve mütevazı biçimde dile getirse de bunun “muhalefetin 2023”ü olduğunu anlamak zor değil. 

Bu “2023” Fukuyama’nın liberal öğütleriyle Biden’ın ağzından çıkanların bir bileşimi ve Türkiye uyarlaması: Temel hedef Türkiye’nin “otoriterlikten kurtulması”. 2023 otoriterlikten kurtulunca hem Türkiye hem dünya için bir işaret fişeği olacak hatta bu “Erdoğan’ın kendisi için bile daha iyi olacak”! 

Hem böylece Erdoğan’ı Yaycıoğlu’nun (ya da düzen muhalefetinin) kafasındaki yeni Türkiye’de uygun bir yere yerleştirmek, “helalleşmek” de mümkün olacak… 

Öyle ki Yaycıoğlu bir T24 yayınında Murat Sabuncu’ya “belli şeyleri unutmamız gerekecek” diyecek ve Sabuncu da “ama hocam unutursak tekrarları oluyor “ diye uyarma ihtiyacı hissedecek. Ama program ve projenin altı kalınca çizilecek: Türkiye’de “makul”u kurmanın gerekliliği dile getirilecek.

O halde AKP’nin 2023’ünde olduğu gibi, muhalefetin 2023’ünde de “1923” en iyi ihtimalle bir süs.

Aslında, Yaycıoğlu tüm bunları yazarken ve söylerken tıpkı 6’lı (ya da bilmem kaçlı) masada olduğu gibi “her şeyden biraz olsun” formülüyle hareket ediyor. Yaycıoğlu ne anlattığının farkında ve fakat bilerek geçiştiriyor. Çünkü makulu aramak kaçınılmaz biçimde tutarlılık sorunu yaratıyor.

Öyleyse bizim hatırlatmamız gerekiyor:

1923’e neden devrim dediğimizi, neden dünyadaki devrimci kampla birlikte anıldığını, 1923’ün nasıl “makul”u aramadığını aksine, eskiyenle hesaplaştığını yeniyi ancak böyle kurabildiğini ve ancak bu şekilde bir işaret fişeği olabildiğini…

Milliyetçilik ile sosyalizmin “kuzen” falan olmadığını, “müspet” olsun “menfi” olsun milliyetçiliğin bugün dünyanın her yerinde sınıf uzlaşmacılığının, halkları birbirine kırdırmanın en güçlü aracı olduğunu… 

Meselenin “yurtseverlik- milliyetçilik-ulusalcılık…” diye geçiştirilemeyeceğini, yurtseverliğin işçi sınıfının bu topraklardaki iddiası olduğunu ve burjuvaziyi dışladığını…

Yurtsever olmadan, yani kökü dışarıda burjuvaziyi bu topraklardan kovmadan bağımsız olunamayacağını…

Ve bunlar olmadan “1923”ten ve de “2023”ten bahsedilemeyeceğini, iddia sahibi falan da olunamayacağını…

Demek ki düzen muhalefetinin 2023’ü de 6’lı masanın kendisi gibi ve temelde AKP’nin 2023’ünden farkı yok. Sadece, bu 2023 Erdoğan’ın değil de Fukuyama’nın, Biden’ın ağzından konuşuyor ve oradan güç alıyor. Türkiye’nin bugünkü çıkmazlarını “otoriterlik” sorununa havale edip, bıkmış bir halka altı boş bir öykü vadediyor.

Üstelik bu 2023 ile AKP’ninki o kadar birbirine benziyor ki Özgür Özel, “CHP de psikolojik olarak iktidara geçti, olması gerekeni söylüyor, çözüm söylüyor, rakam açıklıyor ve iktidar onu takip ediyor” dediğinde trajikomik bir gerçeği dile getirmiş oluyor. Çünkü tersi de geçerli: AKP de ne yaptıysa CHP de aynısını takip etmiyor mu…

Geriye mümkün olan tek bir “2023” kalıyor: Komünistlerin 2023’ü.

Bu 2023, yurtsever ve bağımsızlıkçı bir 2023.

1923’ün cüretini ve kurucu azmini gören, Türkiye’nin gücünü ve önemini kavrayan bir 2023.

Ülkemizin kaynaklarının çok daha fazlasına imkan tanıdığını bilen ve tam da bu nedenle, o kaynakları “yerli”, “milli” ve “yabancı” patronların elinden alarak yola çıkan bir 2023.

Bağımsızlığın ancak planlı, kamucu bir ekonomiyle mümkün olduğunu söyleyen bir 2023.

Birlik ve beraberlik içinde, sanayileşmiş, bolluk içinde bir Türkiye’nin 2023’ü.
 
Laik, eşitlikçi ve yaşanılası bir ülke kurmanın 2023’ü.

Yeniden 2023”.