Bir sonraki meşruiyet krizine kadar ve ona daha güçlü müdahale edebilmek için 2. turda örgütlenelim. 

Halktan nefret edilmez, ülkeden umut kesilmez

Seçimden hemen sonra bir toplantıya katılmak için trene bindim, beş saat boyunca hiç konuşmadığımız yirmili yaşlarda bir genç yanımda oturuyordu. 

Ben bugün için yazmaktan vazgeçtiğim ABD’nin borçlarını ödeme güçlüğüne düşmesi üzerine okuyorum, o Almanca çalışıyor. Belli ki ikinci dili çünkü Almanca-İngilizce sözlük kullanıyor. Yolculuğun son bir saatine geliyoruz, ben okuduğum konuyu değiştiriyorum, o Kısa Almanya Tarihi’ni açıyor.

Hiç konuşmadığımız için töhmet altında bırakmayayım değerli gencimizi ama büyük olasılıkla Türkiye’den umudunu kesip Almanya’da yaşamına devam etmek isteyenlerden.

Ülkeden umudunu kesme bir salgın halinde yayılıyor. Seçimlerden sonra ise adeta halkımıza karşı nefretle beslenen bir umutsuzluk habis bir şekilde yükseldi.

Seçimin yapıldığı akşam neden bu kadar büyük bir hayal kırıklığı yaşandığı üzerine bir analiz yapmak gerekiyor. Ancak bu yazıda bu önemli ve derin konuya girmeyeceğiz. Daha genel ve esastan emekçi halktan ve ülkeden umudun kesilmemesi gerektiğini tarihsel bağlamda ele alacağız.

Halktan nefret edilmez, egemen sınıftan edilir

Neden halkımız 22 yıldır, özünde emekçi düşmanlığı olan bu gericiliğe ısrarla destek veriyor? Zihinsel yeteneklerinin azlığı mı, içlerinde barındırdıkları kötücül genler mi? Ki AKP’ye oy veren yığınların esas kitlesinin emekçi sınıflardan oluştuğunu biliyoruz.

19. yüzyılda giderek büyüyen işçi sınıfının kendiliğinden bir bilinç yaratacağı ve sermaye sınıfına karşı örgütlenerek tepki vereceği düşünülüyordu. Emekçi sınıfların içinde bulunduğu sömürü düzeni ve yaşadıkları mücadele pratikleri bu bilinci giderek yükseltecekti.

Ancak 20. yüzyılın başında çok önemli bir keşif yapıldı. Nesnellik önemli olmakla birlikte iktidardaki sermaye sınıfı, özellikle büyük zenginliklere el koyduğu emperyalizm çağında, emekçi sınıfların bilincini kontrol edecek mekanizmalar geliştiriyordu.

Bir yandan kolluk güçleri baskısını eksik etmiyor, ancak diğer yandan işçi sınıfının özellikle üst katmanlarına belli bir yaşam standardı sağlanıyordu. Bir çeşit düzene bağlı kalmanın karşılığı olan rüşvet gibi.

Ayrıca düzen güçlü ideolojik araçlar geliştirmeye başlamıştı, eğitim süresince emekçileri tarihsel bilinçten yoksun bırakılması, dini inançların suiistimali,  haber akışını çarpıtan ve gerici siyasetlerin propagandasını gece gündüz üzerlerine yığan satın alınmış medya başlıcalarıydı.

Bunun üzerine işçi sınıfı siyaseti kitlenin kendinden bilinçleneceği ve mücadele edeceği tezini terk etti. İşçi sınıfının içinde öncü siyaset bir azınlık örgütü olarak emekçi sınıflara bilinci taşıyacaktı.

Bu keşif ve öncü siyasetin inşası geçen yüzyılın mücadelelerinde çok başarılı oldu. Ayrıca emekçi yığınlara ilişkin duyguları da değiştirdi. Eğer kitleler sermayenin çarpıtıcı propagandası tarafından yönlendiriliyorsa bu onların suçu değildi, siz daha çalışkan, daha cesur, daha atılgan olmalıydınız. Onlara ulaşmalı, en derinde kalmış mahallelere, çukura kaçmış işyerlerine sızmalı, anlatmalıydınız ne olduğunu.

Eğer nefret edilecek bir şey varsa ülkede sermaye sınıfı ve onunla bağlantılı siyaset ve ideolojiler olmalıydı.

Ülkeden umut kesilmez, süreç içinde örgütlü mücadelenin yapacağı ataklara güvenilir

Emekçilere örgütlü bir azınlığın bilinç taşıması ile ilişkili muhakkak bu başlık.

Dünyada neler yaşanmadı, bazen işçi sınıfı refah payı ve ideolojik araçlar tarafından öyle bir teslim alınır ki, ABD’lilerin “demokrasimiz” diye kodladığı mide bulandırıcı karanlık on yıllarca sürer. Bazen emekçi sınıfların kalkışması ancak faşizm ile engellenebilir, kitleler Almanya’da, İtalya’da, Japonya’da olduğu gibi faşizmin arkasından sürüklenir.

Ancak hiçbir durumda ülkeden umut kesilmez. Çünkü kapitalist düzen birçok kez darboğazlara girer, ülkeyi yönetemez hale gelir, bazen üç gün, bazen aylarca süren meşruiyet krizleri ortaya çıkar.

O zamanlara kadar emekçi sınıfların öncüsü iğneyle kuyu kazarak ısrarla örgütlenmektedir. Ancak ülkede düzenin yaşadığı yönetememe krizine müdahale edildiğinde düzenin ideolojik ve siyasi araçları kırılır, birden örgüt emekçi sınıfları yönlendirebilir hale gelir, örgütlülük düzeyi bir sıçrama yapar. 

Dikkat edin, bu tanımlananların sandıkla doğrudan bir ilişkisi bulunmaz.

6 Şubat’ta başlayan deprem süreci bu olgunun minyatür bir örneğiydi. Depremin toplumsal bir felakete dönüşmesine sermaye sınıfının açgözlülüğü neden olurken, sermaye devleti de bir süre ortada gözükmedi. TKP’nin sürece müdahalesinin emekçilerin hapsedildiği ideolojik hapishanelerin kırılmasına nasıl yol açtığını gördük. Bir ilkesizlik ve çürüme yatağına dönüşen seçimlerde deprem bölgesindeki iktidara giden oylar dikkat çekti ve kızgınlığa yol açtı. Ancak işçi sınıfının öncüsüne ve bir sonraki meşruiyet krizinde öncülüğüne duyulan güvenin akıllarda yer ettiğinden eminiz.

Çoğu zaman bir ülkeden kesit alıp oradan umut üretemezsiniz, sürece odaklanmak gerekir.

Dünya ve Türkiye bir altüst oluş çağının içinde bulunuyor.

Düzenin toptan bu kadar gericileşmesi ve çürümesi zıttını da ataklar yaparak üretecek.

Umut düzenin zıttında.

Bir sonraki meşruiyet krizine kadar ve ona daha güçlü müdahale edebilmek için 2. turda örgütlenelim. 

Ülkenin öncü emekçileri, nefreti bilenenler, ülkeden umudunu kesmeyen azınlık, hemen ülkenin umudu olan eşitlik ve özgürlük mücadelesine.