'İşte CHP’nin açıkladığı ekonomi programı, büyük sermayenin kendi çıkarlarını tüm toplumun çıkarları gibi sunması anlamında yeni bir hegemonya projesinden başka bir şey değildir.'

Halkın yokluğu, neoliberalizmin sürekliliği

Altılı Masa’nın geçen hafta anayasa taslağını açıklamasının ardından bu hafta da CHP’nin ekonomi vizyon belgesi açıklandı. Bu belgeyi de özü itibariyle Altılı Masa’ya ait sayabiliriz, AKP-sonrası kurulacak koalisyonun ekonomi programı ana hatlarıyla buraya yaslanacaktır.

Söz konusu iki belge de beyaz ya da mavi yakalı fark etmeksizin işçi sınıfını, emekçileri ve genel olarak halkı yok saymakta, halkı siyasal alanın aktif değil pasif bir unsuru olarak kodlamakta ve büyük sermayeye restorasyon vaat eden birer güven mektubu niteliği taşımaktadır.

Geçen hafta tartıştığımız anayasa taslağı soyut bir demokratikleşme iddiası üzerine kurulu bir belge niteliğindeydi ve sadece siyasal hak ve hürriyetlere odaklanıyor, mevcut anayasanın sosyal haklar kısmına ise “ödevler” yerine “hürriyetler” ibaresini getirmek dışında dokunmuyordu.

Bu hafta açıklanan vizyon belgesinde ise sosyal haklar birer kenar süsünden ibarettir, serbest piyasa ekonomisine iman etme üzerine kurulu programın IMF ve Dünya Bankası’nın “yoksullukla mücadele” anlayışının ötesine geçen bir perspektifi yoktur. Sosyal devlete bakışı, kapitalizmin kendiliğinden ehlîleşebileceğine ve sermaye sınıfının kendiliğinden daha adil bir bölüşüme razı olacağına dair bir ütopyanın üzerine kurulmuştur. Bu ütopik bakış açısından ise asgari ölçekli bir sosyal devletin çıkması dahi mümkün değildir.

***

Kemal Kılıçdaroğlu, CHP’nin ekonomi vizyon belgesini tanıttığı toplantının açılış konuşmasında bu vizyonun siyaset üstü karakterinden, yeni bir siyaset üstü anlayışa oy istemekten, kurulan 70 kişilik ekibin siyaset üstü isimlerden oluştuğundan bahsediyordu.

Ekonomiyi siyaset üstü görmek, ekonomiyle siyaset arasındaki bağı koparmak, ekonominin siyasetten bağımsız ve teknokratik bir anlayışla yönetilmesini talep etmek, neoliberalizmin temel söylemini oluşturur. Neoliberalizme göre serbest piyasa kendi işleyişine bırakıldığında en iyi sonucu verir ve bu nedenle de devletin ekonomiye müdahalesi minimuma indirilmelidir. Aynı şekilde, serbest piyasanın değişmez kuralları vardır ve hangi hükümet iktidara gelirse gelsin, ekonomiyi o kurallara dayalı olarak yönetmelidir.

Ekonomiyle siyasetin bağını koparmak demek, halkın siyasal karar alma süreçlerindeki rolünü en alt düzeye indirmek, sınıf mücadelelerinin ve örgütlü emeğin devletin ekonomi politikaları üzerindeki belirleyiciliğini ortadan kaldırmak demektir. Neoliberalizm işçi sınıfının on dokuzuncu yüzyıldan beri devam eden hak alma mücadelesine kapitalizm tarafından verilmiş en etkili yanıttır: hedef, emeğiyle geçinenleri siyasi bir özne olmaktan, kendi çıkarları için mücadele eden bir sınıf olmaktan çıkarmaktır.

CHP’nin açıkladığı ekonomi programı, ekonominin siyaset üstü niteliğine yaptığı vurguyla ve teknokratik bir anlayışla yönetilmesi gerektiğine duyduğu inançla, serbest piyasayı kutsayıp merkeze koymasıyla, devletin ekonomideki rolünü önemsizleştirilmesiyle ve her şeyden önemlisi emekçi sınıfları siyasal alanın dışında tutma arzusuyla neoliberal paradigmadan kopmamakta, onun “ılımlı” bir versiyonunu toplumun önüne bir kurtuluş reçetesi olarak koymaktadır.

***

CHP’nin vizyon belgesiyle vitrine koyduğu iktisatçılar mevcut paradigmadan hiçbir şekilde kopmamaktadırlar ve bunlardan bazıları “insancıl” bir kapitalist ütopyanın peşinde koşarken bazıları da serbest piyasa dininin en inançlı müritleri olarak hareket etmektedirler.

Jeremy Rifkin, yüksek kârlar elde etmeye devam etmek adına her şeyi göze almış şirketlerin ve karbon salınımının tamamına yakınını üreten kapitalist devletlerin yönettiği bir dünyada ekolojik bir kapitalizmin mümkün olabileceğine ya da şirketlerin mülkiyetindeki ve kontrolündeki dijitalleşmenin mevcut eşitsizlikleri azaltabileceğine, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet ilga edilmeksizin eşitlikçi bir düzenin kurulabileceğine inanmaktadır.

Bir benzeri ütopik tutum Daron Acemoğlu için de geçerlidir, o da sosyal devletin sınıf mücadelelerinin bir sonucu olduğunu görmediği ya da görmezden geldiği için, sınıf mücadelesi olmaksızın kapitalistlerin daha adil bir bölüşüme, üretilen zenginliğin ciddiye alınabilir bir kısmını işçi sınıfıyla bölüşebileceğine, sermayenin kendiliğinden güçlü bir sosyal devlete razı olacağına inanmaktadır.

Eşitsiz gelişimi, emperyalizmi, kapitalizmin savaşlara duyduğu ihtiyacı, çevrenin ve doğanın yıkımı olmaksızın sermaye birikiminin mümkün olmayacağını, sermaye birikiminin devamının geniş halk kesimlerinin sürekli bir şekilde yoksullaştırılmasından ve mülksüzleştirilmesinden geçtiğini görmeyen bütünüyle ütopik bir bakış açısıdır bu.

Vitrine çıkarılan diğer isimler ise düpedüz neoliberal ortodoksiye iman etmiş isimlerdir. Merkez Bankası’nın bağımsızlığı, özerk kurullar, mali disiplin, sıkı para politikası, enflasyonla mücadelenin kemer sıkma politikalarıyla mümkün olabileceğine yönelik inanç bu isimlerin ortak noktasını oluşturmaktadır. Gelir dağılımında adalet, sosyal devlet, yoksulluk gibi meseleler ve sosyal politikalar bu isimlerin gündeminde yoktur, iyi işleyen ve minimum müdahale edilen bir serbest piyasa ekonomisi bütün bu sorunları bir şekilde çözecektir.

***

Kemal Derviş ekolünün temsilcilerinden CHP sözcüsü Faik Öztrak vizyon belgesi tanıtım programında yaptığı ve bütünüyle neoliberal bir çerçeve içerisine yerleştirdiği konuşmasına, ironik bir şekilde İtalyan komünist Antonio Gramsci’ye ait bir söze, onun “eskinin öldüğü, ama yeninin henüz doğmadığı…’ sözüne atıf yaparak başladı.

Biz burada başka bir hatırlatma yapalım: Aynı Gramsci, kapitalizmin işleyiş mekanizmalarını anlatmak için “hegemonya” sözcüğünü literatüre dahil etmişti. Gramsci kapitalizmin sadece zor üzerinden değil toplumun rızasını da alarak işlediğini söylüyor, sermayenin kendi çıkarlarını tüm toplumun çıkarları gibi sunmasını hegemonya olarak adlandırıyordu.

İşte CHP’nin açıkladığı ekonomi programı, büyük sermayenin kendi çıkarlarını tüm toplumun çıkarları gibi sunması anlamında yeni bir hegemonya projesinden başka bir şey değildir. TÜSİAD’ın geçen yıl yayınladığı “Geleceği İnşa” raporu nasıl ki küresel sermayenin güncel yönelimlerini yansıtıyorsa, CHP’nin ekonomi vizyon belgesi de TÜSİAD’ın ve küresel sermayenin o yönelimlerini iktidara taşıma, devlet politikası haline getirme iddiasını yansıtmaktadır. Tam da bu nedenle ortada halkçı, kamucu bir program yoktur, 2002-2013 arasına dönüşü isteyen bir sermaye programı vardır. Bu program, sermayeye onun yeni hegemonik projesinin taşıyıcılığını üstlenmeye dair verilen bir taahhütnamedir.

***

En ağır neoliberal programın bile sosyal bir yanı olmak durumundadır. Gerek Selin Sayek Böke’nin gerek Hacer Foggo’nun konuşmaları CHP’nin vizyon belgesinin bu yanını oluşturuyordu. Kamuculuk ve sosyal devlet kavramlarını neredeyse sadece bu iki isim kullandı ama her ikisi de programın özünü değiştirecek bir radikalizme söylemsel düzeyde bile sahip değildi. Öte yandan en çok alkışı Böke ve Foggo aldı; çünkü söyledikleri diğer isimlerle kıyaslandığında daha solda kalıyordu ve her şeye rağmen salonu dolduran kitle bir sol arayış içerisindeydi. Bu da aslında coşku, heyecan ve umudun ne üzerinden örgütlenebileceğine dair bir işaretti.

Velhasıl, bu vizyon belgesiyle iktidarın sermaye programının karşısına muhalefetin sermaye programıyla çıkılmış ve bir kez daha “kırk satır mı kırk katır mı” denilmiş oldu. Emekçiler, işçiler, yoksullar, kendi programlarını ortaya koyacak bir güce kavuşana, bir özne, bir aktör haline gelene kadar maalesef ki kırk satırla kırk katır arasında tercihte bulunmaya, bundan kaynaklı olarak sol da “ehven-i şer” tartışması yapmaya devam edecek.