Arkamızda bıraktığımız öylesine muazzam bir deneyim ve birikim var ki… Karanlıkları geçiniz, sahtelikleri, korkaklıkları, ataleti, suskunluğu, hayınlığı hepsini hemen ve bir kalemde.

Güzelim Şiir ve İnatçı Bahar

Şiire, aşka ve bahara tutunmak zamanları… Tutunup dirilmek,  yenilenmek, güçlenmek ve yürümek için.

Böyle başlayayım yazıya. Geçen hafta yazmak için başına geçtiğim ancak dergiler arasında kaybolarak yazamadığım yazıyı bu hafta yazıyorum. Artık iptal etmeden, zamana bırakmadan, tembellik yapmadan, yakıcı gündemlerin dayatmasına mahal vermeden şiire, aşka ve bahara kadeh kaldırırcasına tazelenmek için. 21 Mart’ın pek çok çağrışımı, pek çok anlamı, pek çok işvesi var. Böyle olduğundan şiirli, baharlı, uyanışlı ve umutlu bir yazı olsun dileğim madem bugün 21 Mart…

Ben karşılaşmalara, karşılaşmalarda yapılan keşiflere, tanışıklıklara; sonra birlikte çıkılan yollara, yolların getirdiği yoldaşlığa ve bu yolların vaadine; türlü kapılara, türlü eşiklere, bu eşiklerden görülen ufuklara, yeni bir dünya düşüne; bu düşteki gerçeğe, iyiye ve güzele inanıyorum. Bir de hiçbir emeğin fezanın boşluğunda asla yok olup gitmeyeceğine, her temasın iz bıraktığına, her etkileşimin umudu artırdığına inanıyorum. Arkamızda bıraktığımız öylesine muazzam bir deneyim ve birikim var ki… Karanlıkları geçiniz, sahtelikleri, korkaklıkları, ataleti, suskunluğu, hayınlığı hepsini hemen ve bir kalemde. Öyle çoklar ve öyle sıradanlar ve öyle çirkinler… Geçiniz. Biz göğe bakalım;

“Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
Tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum.”
(Turgut Uyar/Göğe Bakma Durağı)

Masada Zonguldak Devrek’te çıkan Şehir –Aylık Kültür, Edebiyat ve Sanat- dergisinin son iki sayısı, Denizli’de çıkan Sunak –Kültür ve Yazın- dergisinin son iki sayısı ve İstanbul’da çıkan Yeni Gelen dergisinin ocak, şubat sayısı var. Dergileri karıştırdıkça, yazıları okuyup kimine kaş çatıp kimine heyecanlandıkça, kiminden ilham alıp kiminden ah böyle demeseydiniz iyiydi dedikçe, bir zorlu, keyifli, nitelikli tanışmalara yelken açıyorum. Memleketin dört bir yanında çoban ateşleri gibi beslenip büyütülen insan aşkı, edebiyat sevgisi, eşitlik ve özgürlük özlemi özverili ve inatçı yazın emekçiliğiyle sürdürülüyor. Dergileri okudukça içime damgasını vuran duygu bir genişleme, bir erinç, bir çoğalma hissi.

Örneğin Şehir dergisinin 17. yayın yılı imiş. Dergiciliği, hele hele edebiyat dergiciliğini bunca sürdürmek hiç de kolay değildir. Birkaç atom karıncanın, birkaç edebiyat âşığı, inatçı sevdalının emeğiyle yol alır aslolarak. Zorludur. Yalçındır, ayazdır yollar. Şehir, 3 Ağustos 1920’de Devrek’te doğan şair Rüştü Onur’un yarım kalan düşünü sürdürüyor, ne hoş.

Onur, 12 Eylül 1940’ta Necati Cumalı’ya yazdığı mektubunda, “Ey benim mektuplarıyla huzur bulduğum ve avunduğum kardeşim. Şehir’de buluşacağız. Her ne pahasına olursa olsun Şehir çıkacak... Şehir okuyucu kitlesinin karşısına yeni bir atmosferle çıkacak” diyormuş.* Kısacık ömrü yetmediği için dergiyi çıkaramamış. 22 yaşında iken göçüvermiş. Onun bu isteğini kendilerine bir vasiyet kabul eden şair ve yazarlar, İbrahim Tığ, Fahrettin Koyuncu ve Orhan Tüleylioğlu “Şehir”i 2004’ten beri çıkarıyorlar. “Sanat ve sanatçının inkâr edildiği, horlandığı, emek sömürüsünün devam ettiği iklimde” Şehir, ödüller alarak, okuruna, yazarına genç edebiyat tutkunlarına sahip çıkarak yoluna devam ediyor. Şehir’deki diğer verimlerin hatırı kalıyor, biliyorum, yine de Şehir’in son sayısından Ayfer Yurdakul’un dingin şiirine yer vermek isterim.

Gücümüzün yettiği kadar yaşıyoruz
yoksa tenhayız ikimiz de

Büyümek şeyle dursun yarım bir şarkıyız
İçimizdeki çocuğun adı aşk

Papatya falına bakmasak da
Çiçekleri öpüyoruz yanaklarından
Yüzümüzde uysallığın ırmağı
birbirimize benziyoruz dertlendikçe

Aşk gelince kapıya günlerin hükmü yok
sarılıp geçelim, düş yaşandı bitti
yalnızız bugün, bir fidan uç veriyor
ormana özlemli, zaman daraldı biliyoruz ikimizde
(Aşk Gelince, Ayfer Yurdakul)

Sonra Sunak’a geçiyorum. Sunak da Şehir gibi 17. yılını devirmiş. 2020’de iki sayı çıkarmak sözünü tutarak, yaşanılan kargaşa ve karanlık ortamda yeni bir form ve ekiple, kendini güncelleyerek, Hakan Keysan’ın inadıyla yoluna devam ediyor. “Vazgeçiş Olarak İntihar” ve “Cinsiyetçi Şiddetin Anatomisi” dosya konularının yanında dolu dolu ve nitelikli yazılarla sözünü Denizli’ye ve aslında giderek tüm Türkiye’ye söylemeye devam ediyor Sunak. “Kaosun ortasında filizlenecek aykırı dağ çiçeklerinin inadı ve direnciyle kurtuluş ivmesi gerçekleşecek. Şimdi, bekleyip görmeyeceğiz. Yaşama sımsıkı tutunup üretken ve yaratıcı bir yaşamın tüm toplumlarda filizlenmesi için başımızı, yumruğumuzu ve kalemimizi dik tutacağız.” diyor. Bir platform niteliğinde buluşma noktası olmayı sürdürüyor. Tiyatrodan şiire, öyküden denemeye, sinemaya dek farklı türleri buluşturuyor Sunak.

Ve Yeni Gelen Sadık Albayrak’ın yayın yönetmenliğinde çıkan dergi üç yılı devirmiş. Sayfalar ve yazılar arasında dolaşırken bir dostla ansızın karşılaşmanın şaşkınlığı ve sevinci ile ne yapacağımı bilmez, bir oraya bir buraya koşuyorum. Hem Türkiye’nin çoraklaşıp karanlıklaşmasından hem de son bir yıldır yaşadığımız salgının kaygısından insana, ama gerçek insana, niteliğe, içtenliğe ve gerçekliğe hasret kaldık demek.  Şekerci dükkânına girmiş çocuk sevinci bundan olsa gerek. Ne planlar, ne buluşmalar, ne üretimler uçuşuyor kafamda, ah bir salgın hafiflese, ah ülkemde kara bulutlar bir dağılsa, ah bir bahar gelse, ah herkesler, bütün şairler, yazarlar, sanatçılar Nâzım’ın

“boşlukta çürür kelam
topraktan gelmemişse
toprağa dalmamışsa
kökünü salmamışsa”

dizelerini hep bir ağızdan okusa, okusa, sevse…

Ne diyordum, Yeni Gelen’de Hasip Akgül, Yalçın Küçük kitaplarının önsözleri üzerine yazmış. “Benim Büyülü Hapishanem”in önsözünden ufak bir bölümü paylaşmadan geçemeyeceğim. Yolculuk, arama ve keşfetme coşkusu üzerine hissettiklerime tercüman gönüldaş cümleler bunlar. Şöyle diyor; “Yolculuğun en güzelini büyük kâşifler yapmışlar. Kâşifler garip insanlardır. Bunlar dünyanın sınırlarından hep kuşku duyarlar. İçinde bulundukları dünyayla yetinmezler; henüz keşfedilmemiş, ‘başka dünyalar’a dair tuhaf bir inançla yaşarlar. (…) Başka dünyayı herkes özler ve düşler; ancak çok azı onu aramaya çıkar.”

Ve bir de Cemal Süreya’nın Yeni Gelen’de karşıma çıkıveren Papirüs Dergisi’nde 1960 yılında basılmış güzelim şiiri. Muazzam birikime, muazzam deneyime, muazzam haklılığa ve içtenliğe olan tüm saygımla, coşkuyla okuduğum. “Topraktan gelen ve boşlukta çürümeyen” kelâm türünden.

(…)
Şimdi saat sekizdir başlar gecemiz
Gündüzü kısalttılar geceyi uzattılar
Şimdi acının ve hüznün göklerinde
Umudun yıldızı sarı yıldız mavi yıldız
Uykumun bir ucunda bombalar
Bir ucunda hürriyet inancı sabaha kadar
İngiliz usulü piyade tüfekleriyle
İnsanca yaşamanın onuru arasında
Milletcek bir gidip bir geliyoruz
Şimdi saat sekizdir başlar gecemiz.
(…)
Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yan yana geliyoruz ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz.
(555K, Cemal Süreya)

Bir de, son söz olarak, İstanbul Sözleşmesi deyorlar. Türkiye İstanbul Sözleşmesi’nden çekildi deyorlar. Fazla söze ne gerek, sözümüz sözdür bizim: “Düzeniniz batsın, kadınlar boyun eğmeyecek.” bu böyle biline.