Ama başaramazlarsa anketlerle ölçülemeyecek halk hareketlerini de önleyemeyecekleri kesindir. Bu ise laiklerin, halkçıların, yurtseverlerin, komünistlerin işi… 

Günün sonunda kim kazanır?

Anketler AKP tabanından CHP’ye akış olduğunu söylüyor, ama bu haber biraz daha yakından bakılmayı hak ediyor. Siyasi iktidarın destekçi kesitlerinden en alttakileri orada tutan, “sadaka mekanizmasıydı.” Bu mekanizma lağvedilmiş değil, ama hayat pahalılığı karşısında verimi düşmüş olmalı. Ücretli kesimler ve emekliler, kendilerine ara ara sus payı verildiğinin gayet farkındalar. AKP’nin genel olarak el üstünde tuttuğu küçük ve orta burjuvazinin kredi imkânlarına ve “hamili kart düzeninin” nimetlerine giderek daha zor eriştiğini de görebiliyoruz. Bütün bunların bir sonucu olacak ve anketlerde görünecek elbette… 

Ama her şey ekonomiden ve ilgili tepkilerden ibaret değildir. Nitekim AKP iktidarı nice krizi kitlesel gelirleri yöneterek ve krizi büyük sermaye için fırsata çevirerek aşmadı mı? Bugün de bu seçenek gündem dışı sayılamaz. 

Bu konuda bir yargıya varabilmek için ideolojik, politik ve kurumsal düzeyde nelerin değiştiğine de bakmak gerekir. AKP’nin yığınları kendi ekseninde tutmasında ideolojisinin önemli bir etkisi vardı. Ancak kitlelere şırınga edilen gerici ideolojilerde çoktandır bir “bağımlılık evresine” girdik. Aynı etkiyi elde etmek için dozajın sürekli arttırılması gerekiyor! 

Dozaj arttıkça, gericiliğin konsantre özü olarak tarikatçılığa varıyoruz. İşte bu yol ters tepmektedir. Tarikatçı özü çıplaklaşan gericilik çoğunluğa bıkkınlık veriyor, ikna etme, heyecanlandırma gücü azalıyor. Bir yandan da bu yapılar holdingleştiklerinden işleri başlarından aşkın. Para saymaktan ideolojik örgütlenmeye eğilecek halleri kalmıyor!

Üstelik bu yol sadece Diyanet’e tarikat mührünü vurmakla da kalmıyor. Eğitim, sağlık, yargı, güvenlik bu yolun yolcuları. Gericiliğin bu kurumsal şişkinliği, düzenin egemenlik mekanizmalarında politik yarılmalara yol açmış bulunmaktadır. Ortaya sayısız özne çıkmakta, tarikatlar, partiler, parti içi hizipler, kurumlar, uluslararası bağlantılar kendi aralarında ve içlerinde kaotik bir çatışma yaşamaktadırlar. Örneğin MHP iktidar blokunun parçası olduğu kadar devlet içinde bir öznedir. AKP tek bir parti olmak bir yana, Saray’ın danışmanları ve bakanları paylaşım savaşlarının taşıyıcıları durumundadır. Bu yazının yazıldığı sıralarda İletişim Başkanlığı ile Anayasa Mahkemesi bir çete savaşına tutuşmuşlardı…

AKP şimdiye dek kitlelerin hoşnutsuzluğuna seslenebilmişse, tutan mesaj, yoksunlukların nedeninin “eski Türkiye” olduğu değildi aslında. Ama insanları kuyunun dibinden çıkartacak biricik kuvvetin kendisinde olduğuna inandırmasıydı. AKP’nin Şubat 2023 depreminin altında kalmamasının açıklaması da buradaydı. İktidarın “güçlülük imajı” zayıflasa da, milyonların muhtaçlığı o kadar şiddetliydi ki, yine de bir tek AKP’nin ipine tutunulabilirdi… 

2024 yazında durum, Gülen-Erdoğan iç savaşının bu imaja verdiği hasarla karşılaştırılabilir düzeydedir.

Gerekli bir not: Yarılan hatların herhangi bir yakasında laikliğin üremesi, 20 küsur yıl sonra artık mümkün olmaktan çıktı. Sekülarizmin babası CHP’nin köklerine yabancılaşması ilk kez olmuyor, ama geri dönüşsüz nokta geçilmiştir. CHP’nin solunda umutlanmak için hazır bekleyenler, umutlansın ve umut yaysın diye beslenenler olsa da, düzen siyasetinin alanı içinde laikliğin serpilemeyecek olması doğrudan sermaye sınıfının istemleriyle bağlantılıdır. 

Devam edelim… Bugünlere alternatifsizlik iddiası ve imajıyla gelen AKP’nin ülkenin birliğini, dolayısıyla devletin yönetilebilirliğini temsil gücü zayıflamış görünüyor. Bunda, yerel yönetimlerdeki CHP ağırlığının muhalefet olmaktan çıkıp düzen içi bir başka iktidar odağı haline gelmesi kritik rol oynamıştır. Yukarıda sayılan iktidar kurumlarının arasına katılmış bulunan CHP’nin, yeni arayışlara gayet açık durumdaki halk kitlelerine sözcülük ve önderlik etmek yerine düzenin diğer otoriteleriyle ortak dil tutturma gayreti bu anlamda tamamen stratejik bir tercihtir. Örneğin yoksulluğa karşı toplumsal bir hareketi arkasına alıp ufuktaki iktidara yürümek geçersizdir. CHP zaten iktidarın parçası olmuş bulunmaktadır. Bu arada CHP’nin içindeki hiziplerin de sözünü ettiğimiz kaos görüntüsünden bir eksiklikleri yoktur!

Ancak AKP de, elini ateşe sokmayıp kendi iktidar alanını sakin sakin genişletecek bir CHP karşısında, doğal olarak armut toplamayacaktır. CHP’yi girdiği iktidar alanından geri püskürtmek için çeşitli cephelerde güçlü operasyonlar yürütülmektedir. 

Örnek olsun; birincisi, belediyelerin CHP’nin yönetme yeteneğini göstermek yerine, tam tersine beceriksizliğinin kanıtlandığı kurumlar olması için baskı kurulmaktadır. Yerel yönetimlerin borçlarının merkez tarafından tahsil edilmesi, bunun için kaynakların radikal biçimde kesilmesi planı budur. Yoksa devlet bütçesini kemiren asıl faktörün sermaye olduğu açıktır. CHP’nin sıkıntısı ise bu konuda Beşli Çete lafının ötesine işaret edemeyişidir. Borçları yaratanın AKP belediyeciliği olduğu tezi, dümende CHP varken fazla yankı yapamaz. Asıl söylenmesi gereken, kamu kaynaklarını yağmalayanın belediyelerden önce tekeller olduğudur. Oysa CHP’nin iktidar blokuna giriş vizesi TÜSİAD sermayesinin mührünü taşımaktadır.

İkincisi, CHP, yerli-milli söyleminin patentinin AKP’de olması durumuyla başa çıkamamaktadır. Çünkü CHP yine iktidar blokuna giriş vizesini Batı emperyalizminden almaktadır. AKP Türkiye’den bir Türk-İslam emperyalisti türetmek için sermayenin bütün kesimlerinin hoşuna giden ve  kitlelerin ideolojik beklentilerinde de karşılığı olan bir yol haritasına sahiptir. Bu haritanın önemli kısmı uyduruk, demagojik falan olabilir. Ama mesele CHP’nin bu alana, 20 Temmuz’un yıldönümünde alıcısı çok sınırlı Kıbrıs afişleri yapıştırmanın ötesinde giremiyor olmasıdır. O kadar ki, AKP çoktan boşa düşmüş Mavi Vatan başlığını hatırlatınca, mesleği NATO’culuk olan CHP uzmanları tuzağa balıklama atlamakta ve aslında bağımsızlıkçılığı alaya almaktadırlar. O kadar ki, Özgür Özel’in ağzından Hamas liderinin öldürülmesini kınamak sözcüğü bile çıkamamakta, İsrail’in eylemini “tasvip etmiyoruz” şeklinde bir skandala imza atmaktadır. Belli ki, CHP Hamas’ın Batıda olduğu gibi Türkiye’de de yığınlar tarafından terör örgütü sayıldığını zannetmektedir! O sıralarda AKP, Rusya ile NATO arasında esir değişimine aracılık etmekte, Filistin’e diplomatik pencere olmak için -Çin’e yetişme şansı olmasa da- boş durmamaktadır. 

Bu köşede başka vesilelerle, anket denen olguya nasıl baktığımı yazmıştım. Toplumsal durumu yansıtmaya yaradığı düşünülen kamuoyu araştırmaları, bundan ziyade toplumsal durumu biçimlendirmenin aracıdır. Oy oranlarının doğru tahmin edilip edilmediği bir yana, CHP’nin bu biçimlendirme mecrasında AKP’nin önünde olduğu açıktır. Ancak belki de tek örnek budur! 

AKP’nin imza attığı toplumsal kaynamada yoksulluk var, liyakatsizlik var, laikliğin tasfiyesi var, ülkenin savaş tehdidine sokulması var. CHP’nin bu başlıklara doğru düzgün girmeden iktidara ilerlemesinin ise tek koşulu var: Elbirliğiyle bu sorunların kitlelerin davranışlarını etkileyemeyecek hale getirilmesi. Kah yoksulluğu eskiden olduğu gibi yöneterek, kah şovenizmi yükselterek… 

Ama başaramazlarsa anketlerle ölçülemeyecek halk hareketlerini de önleyemeyecekleri kesindir. Bu ise laiklerin, halkçıların, yurtseverlerin, komünistlerin işi…