Günü kurtarmanın iktidarı kurtarmaya yetmeyebileceği bir döneme girdiğimiz burjuvazinin ağzından açık ediliyor. Burjuvazi yine kendi yarattığı pislikten rahatsız ve yine uygun ayakkabı arıyor.

Günü kurtarmak yetecek mi?

Bugünden geriye doğru dönüp Türkiye kapitalizminin dış politikasına bakınca açık bir tabloyla karşılaşıyoruz: stratejisizlik.

AKP Türkiye’sinin dış politikasının her zaman böyle olduğu söylenemez. Ama en azından son birkaç senelik dilimin gösterdiği, Yeni Osmanlıcılığın kalıntılarıyla uluslararası dengelerde günlük manevraların arasına sıkışmış bir politikadan ibaret.

Uluslararası dengelerin nereye evrileceği belli olmadığından ve Türkiye siyasetindeki çıkışsızlık buna olanak sağladığı için stratejisizlik de katlanılabilen ve hatta siyasi iktidarı “eğiten” bir gerçeklik haline gelmişti.

Ukrayna krizi bu gerçekliği bazı açılardan sarsan başka bir gerçeklik yaratmış gözüküyor.

Ukrayna krizinin Kırım’a, Suriye’ye ve hatta 11 Eylül’e benzemediği, son 30 senenin en önemli dönüm noktası olarak bir kırılma anı anlamına geldiği geniş bir toplam tarafından artık kabul edilmeye başlandı.

Kırılma, uluslararası dengelerin nereye evrileceğinin bundan böyle belli olduğu, net kamplaşmaların ortaya çıktığı anlamına gelmiyor. Ama askeri, ekonomik, ideolojik, kültürel pek çok başlıkta sert dönüşlerin yapılabildiği ortaya çıkmışken başka bir gerçeklikten konuşmaya başladığımızı da bilmemiz gerekiyor.

Atlantik ittifakı canlanıyor, rahatlıyor. Avrupa kanadı etkisini artırıyor, kapitalizmin efendileri kendine yol bulmaya çalışıyor. Bu tarafta ise o yolu iple çeken kapitalizmin Türkiyeli efendileri bulunuyor.

Türkiye’nin büyük burjuvazisinin ağzının suyu akıyor. 

Türkiye’nin yeni dengelerdeki yeni olanakları mutlaka değerlendirmesi gerektiğini tekrar ediyorlar. Atlantik ittifakı, AB, dış politika bu hikayenin bir kısmı. Asıl mesele Türkiye’nin yeniden gövdesini gösterebileceği, bölgenin en güçlü kapitalist devletlerinden biri olarak olarak kaslarını esnetebileceği bir olanağın ortaya çıkmış olması. 

Uluslararası dengeler, ideolojik iklim, ekonomik reçeteler uygun bir anda üst üste binmiş durumda. Bu olanağa “tarihi fırsat” diyorlar.

Olanağı Yeşil Mutabakat, demokratikleşme, Batıcılık vesaire ile anlatmalarına bakılmasın. Türkiye kapitalizminin dümeninin çevrilebileceği bir akıntıyı sonunda bulmuş olmaları, bunun uygun koşullarının ortaya çıktığını hissetmeleri asıl önemli olan. Ve bu olağanüstü tehlikeli bir döneme girmekte olduğumuzu da işaret ediyor.

Kapitalizmin geçmişte uluslararası ölçekte yaşadığı diğer büyük krizlere reçete olarak sunduğu dönüşümlere bakmak, “Yeşil Mutabakat”ın bugün ne derecede böyle bir rol oynayabileceğini tartışmak elbette mümkün. Halbuki bu hikayede daha fazlası var. 

Türkiye kapitalizminin Avrupa ve özellikle de Almanya ile kurduğu sıkı bağlar, Türkiye’nin bir NATO üyesi olarak “Avrupa güvenliği” sorununda kritik öneme sahip olması, Türkiye kapitalizminin zaten büyük bir sıkışma yaşamakta olduğu düşünüldüğünde dünyadaki ve Avrupa’daki kırılmanın Türkiye için ifade ettiği anlam daha açık hale gelir.

TÜSİAD şimdi bu olanağın altını kalınca çiziyor. Türkiye’nin büyük burjuvazisi geçmişte benzer bir hamlenin gerekliliğini gördüğünde, benzer bir netlikle dünyaya bakmaya başladığında bunun önündeki engellerin aşılması için “ne gerekiyorsa” yapmıştı.

Büyük burjuvazi geçmişte Ecevit için “bizim gibi, batılı, kültürlü” derken de ama Özal’ı sahaya sürerken de, Demirel ve Adalet Partisi’nin açmazlarıyla yakından ilgilenirken de politikacılardan daha fazla işte bu engellerle uğraşıyordu.

Bu engeller nereden kaynaklanıyordu ve nereden kaynaklanıyor?

Engel siyasetçilerin Türkiye’nin büyük burjuvazisinin programının farkında olmamaları ya da onu uygulamamakta diretmeleri değil. Türkiye burjuvazisi ucuz emekten, enflasyondan, ihracat ile elde edeceği şişmiş kârlardan rahatsız olabilir mi hiç?

Sorun günü kurtarmaktan kurtulamayan ve günü kurtarırken sonraki günü de batırmaktan kurtulamayan politikalar bütününün burjuvazinin gördüğü olanağın önünde engel oluşturmasıydı. Türkiye kapitalizminin bir stratejiye ihtiyacı vardı ama ne onu uygulayacak bir ortam ne de bir aktör mevcuttu.

Esasında engel kapitalizmin çelişkilerinin ve bizzat burjuvazinin kendisinin yarattığı sorunların bir ürünü. AKP büyük burjuvazinin ancak hayalinde görebileceği olanakları ona sunarken hiçbir sorun yoktu. Üstelik AKP projesini bizzat burjuvazinin kendisi yaratmıştı. AKP günü kurtarmaya odaklandıkça, iş göremez hale gelmeye başladıkça engeller türemeye başlamıştı.

Ama günü kurtarmak zorunluydu. Çünkü böyle kapitalizme böyle politika yakışırdı. Çünkü kapitalizmde yönetmek böyle pislik bir işti.

Burjuvazi şimdi yakınıyor: “Bu sürece daha hazırlıklı girmeliydik” diyor. “Daha fazla geç kalmamalıyız” diyor. “Mevcut politikalar engel” diyor. “Günü kurtarmayı bırakın” diyor. “Bize strateji lazım” diyor. 

Günü kurtarmanın iktidarı kurtarmaya yetmeyebileceği bir döneme girdiğimiz burjuvazinin ağzından açık ediliyor.

Burjuvazi yine kendi yarattığı pislikten rahatsız ve yine uygun ayakkabı arıyor.