Liseye başladığım dönemlerde ‘evrim nedir?’ sorusunu kafama fazlasıyla takmıştım. Antalya’da girdiğim sahaflarda bu soruma yanıt ararken tanıdım Ahmet Karakuş’u.

Gösteriler ve soytarılar çağında bir aydını tanımak: Ahmet Karakuş

Kültür endüstrisini tanımlarken bazı temel kalıpları kullanmak, kafa karışıklığına yol açmamak adına oldukça faydalı olabiliyor. O, kültür metasının profesyonel tüketicisi bir yandan akıllandığını sanırken diğer yandan aptallaşmaktadır. Endüstri hepimizi kitap okuma zahmetinden kurtardı. Geçmişte inşa ettiği emeğin kutsal halesini kırdı ve kolay yoldan para kazanmayı hepimize sorgulanamaz bir ahlak kuralı gibi dayattı. Evreni açıklamada en kestirme yol dindir. Bu yola sapmak yerine yolunu uzatanları ise çok farklı bir son beklemiyor olabilir. Bireyler yaratılan kitle kültürü selinde çoğunlukla suya kapılıyor ve yok oluyorlar. Kendilerine sorduğunuzda ise pek tabii her şeyi biliyorlar. 

Ahmet Karakuş 1934 yılında Artvin-Ardanuç’ta dünyaya geldi. Savaşların ve büyük dönüşümlerin yaşandığı bu çağda yoksul bir dünyaya gözlerini açmıştı. Yaşamının çoğu yokluk ve yoksullukla geçmişti. Buna rağmen kenara çekilmeyi bir an bile düşünmemiş ve insan olmanın en temel gerekliliğini, direngen olmayı insanlığa ispat etmeye çalışırcasına okumaya ve yazmaya devam etti. 12 Eylül faşist terörü onu da yakalamış ve hizaya getirmeye çalışmıştı. Türlü zulüm ve işkencelere rağmen hizaya girmek bir yana araştırmalarına daha da hız verdi. İyi ki de bunu yaptı. Liseye başladığım dönemlerde ‘evrim nedir?’ sorusunu kafama fazlasıyla takmıştım. Dini hurafelerin ve kitlesel boş masalların peşine düşmek yerine gerçek cevaplar aradım. Antalya’da girdiğim sahaflarda bu soruma yanıt ararken tanıdım Ahmet Karakuş’u. Yüz yüze tanışmamız ise bundan yıllar sonra olacaktı. 

Neden kültür endüstrisine vurgu yaparak başladım? Çünkü dünyada yaratılan bu hastalıklı toplumlar saygı duyması ve değer vermesi gereken insanları tarihin karanlık boşluğuna terk ediyor da ondan. Bunun gerçekleşmemesi yine bizim mücadelemize bağlı. Topluma bu direngen aydınları ve yazarları tanıtmak boynumuzun borcu. Pop yıldızlarının, yeni yetme Youtuberların birer sabun köpüğü gibi yükselerek zihinlerimizi kirletmesine artık izin veremeyiz. Türkiye’nin aydınları yoksulluk ve yoksunluklarına rağmen inatla hayal kurmaya ve üretmeye devam ederken TV8’in hiçbir orijinalliği olmayan suni ünlülerine mahkumsak eğer bu toplumda bir şeylerin iyiye gittiğini söylemek zor. Aksini düşünenler ve aksi yönde hareket edenler ise örgütlendikçe bu pis suyun akışını değiştirebiliriz. 

Tarihin İzinde’ kitabını okumaya başladığımda, lise çağlarıma kadar herhangi bir gerçek bilgiyle karşılaşmadığımı fark ettim. O güne kadar aldığım eğitimin niteliğini sorgulamaya başladım. Gerçekte bir eğitim almıyorduk. Biz emekçi ailelerin çocukları, dinle soslanmış hurafelerle oyalanıyor ve mahkûm edildiğimiz köleliğe tutsak edilmeye çalışılıyorduk. İşte Ahmet Karakuş’un kitabından edindiğim en büyük derslerden biri budur. Evrim nedir? “Bu soruya mantıklı ve bilimsel yanıt üretemeyen bir lise öğrencisinin elindeki zamanı hızla kaybettiğinin farkına varmasıdır evrim”. Zihnim böyle bir eseri okurken bir yandan evrim geçiriyor diğer yandan kendi devrimini gerçekleştirerek hayali putları paramparça ediyordu. Aşağıda kapak fotoğrafını gördüğünüz ve artık baskısı olmayan bu kitabın üzerimdeki etkisini özetlemeye çalıştım. 

Kitabı bitirdiğimde Türkiye’de böyle yazarların olduğunu bilmek bana büyük bir özgüven vermişti. Gençlik heyecanı, bir gün kitabın yazarıyla buluşmayı çok isterim diye içimden geçirmiş bunun için de pek bir çaba göstermemiştim. Seçtiğim yol beni böylesi bir tanışıklığa sürükleyecekti. Gazetecilik yapmaya Antalya’da devam ettiğim sıralarda karşılaştım bu eşsiz kitabın yazarıyla. Gazeteciliğin doğasında tabiri caizse ‘her deliğe girmek’ vardır. Yine yeni yerler keşfettiğim bir dönemde ‘Gelişim Sanat’ diye bir mekanla ve o mekânın sahibi Türk Öğer Koç ile tanıştım. Tanışmamıza vesile olanlardan birisidir. Bu nedenle ayrıntıları atlamamaya çalışıyorum. 

O büyük bahçede evrim konularını tartışırken bizimle birlikte oturan yaşlı adama çok dikkat etmemiştim. Tartışma kızışırken diğer katılımcılara Ahmet Karakuş’un ‘Tarihin İzinde’ adlı kitabı mutlaka okumalarını önermiştim. Bu öneriyi yaparken o yaşlı adamın Ahmet Karakuş olduğunu bilmeden uzun boylu sözlerle düşüncelerimi savunuyordum. Konuşmam bittiğinde sandalyedeki o yaşlı adamın “Ahmet Karakuş benim” dediği an hâlâ ilk günkü gibi gözlerimin önünde. Yaşadığım şoku atlatır atlatmaz kendisinden bir röportaj sözü aldım ve gazetecilik yaparken edindiğim önemli anılara böylece bir yenisini daha ekledim.1 Bir gün tanışmayı istediğim Ahmet Karakuş’la tanışmış ve uzun bir dostluğun temellerini böylece atmış olduk. Yazarlar ne kadar farkındadır bilemem ama dostluğumuz lise çağlarımda o kitabı okuduğumda çoktan başlamıştı zaten.

Ahmet Karakuş, akademinin dışında da araştırma yapılabileceğinin ve çocuklara bilimi sevdirmenin tek yolunun buradan geçmediğinin önemli örneklerinden biri. Düşünsel yaşamın ekonomik düzene bağlı olarak eli kalem tutan insanları akademinin köhne duvarlarına doğru sürmesi iyi bir şey değil. Bugün, yaşamımı devam ettirdiğim İrlanda’da bu gelişim Türkiye’ye göre daha yavaş ilerliyor. Yazarlar kitaplarını bastırabilmek için türlü onursuzluklara ve aşağılamalara maruz kalmıyor. Akademik unvanı olsun ya da olmasın topluma ışığı taşıyan her insana eşit derecede saygı duyuluyor. Elbette ki üretim ilişkilerinin yozlaştırıcı etkileri artıyor ve maalesef Türkiye’dekine benzer bir değişim İrlanda’yı bekliyor olabilir. 

Çalışkanlığı, azmi ve direngenliğiyle yaşama karşı hep sonsuz bir mücadele verdi Ahmet Karakuş. Sağlığı engel olmasaydı son kitabı ‘Mitoloji’yi çoktan bastırabilmiş olacaktık. Bu kitap için gazeteci meslektaşım Atakan Sönmez’le birlikte yoğun bir çaba harcadık. Yaptığımız çağrıya olumlu yanıt veren tek yayınevi ‘Doruk Yayınları’ oldu. Sahibi Niyazi Koçak’a duyarlılığından ötürü çok teşekkür ederim. Ahmet Karakuş, artık aramızda değil. Fikirleri belki benim de tanıma fırsatı bulamadığım onlarca insanın zihninde yaşamaya devam ediyor, buna eminim. O, okulda, mahallede ve sokakta sürekli haddi bildirilen, boyundan büyük sözler etmemesi tembihlenen bir çocuğa büyük hayaller kurmayı ve büyük sözler edebilmeyi öğretmişti. Avrupa ideolojisi denen ırkçı garabet de toplumlarımıza böylesi bir bakış açısıyla yaklaşıyor. Türkiye gibi ülkeler büyük düşünce işçileri, şairler ve iyi romancılar çıkaramaz! Hatta dilimiz bile onlara göre oldukça iptidai ve geri olabilir. Böylesi bir tahakküm ilişkisini çocukluğumuzda kendi toplumumuz içerisinde nasıl kabul etmediysek gelecekte de toplumlar arasında böyle bir kültürel hiyerarşi kurulmasını kabul etmeyeceğiz. Devrimlerin açtığı yoldan ilerleyerek ayağa kalkan doğulu bir kuşağın bugün sahneden çekiliyor olması yeni kuşaklara sadece büyük bir çalışma azmi vermeli. Onların açtığı yoldan ilerleyecek ve o yoldaki eksiklikleri tamamlayarak aydınlığın ışığını toplumlarımıza taşımaya devam edeceğiz.