Liberalizm krizdedir ve onun krizini çözmek gibi bir aptallığa ne bizim ne de dünyanın ihtiyacı vardır.

Görünmez el ya da 'Baba beni neden terk ettin?'

Liberalizmin krizini neden değerlendiremiyoruz? 

Yazının başına bu kadim ama yakıcı soruya yanıtlar üretebilmek için oturmuşken bazı güncel verileri gözden geçirmek üzere internete doğru davranmıştım.

Ama Google benden de önce davrandı, algoritmalarının görünmez eli sayesinde olmalı ki bir Bloomberg programına denk gelmiş bulundum. Google aklımda döneni fark etmiş ve bana “Görünmez el kayboldu mu?” konulu bu yayını önermişti.

Programda TÜSİAD’ın sesi diyebileceğimiz Asaf Savaş Akat ve yine Koç Grubu'nun Sözcü Gazetesi'ndeki sesi diyebileceğimiz Ege Cansen liberal iktisatçıların peşini yüzyıllardır bırakmayan temel soruna Türkiye’deki tuhaflıklar üzerinden yanıt üretmeye çabalıyorlardı: Görünmez El neydi neredeydi?

Rahatsızlıkları her liberalin karın ağrısı diyebileceğimiz “ekonomiye müdahale”ydi. Müdahaleyle olmuyordu ama müdahalesiz de olmuyordu. Bu nedenle dozu ne olmalı, nasıl kontrol edilmeli, ne zaman serbest bırakılmalı onu tartışıyorlardı. Adına iktisat denilen dal bu müdahalenin çerçevesini çizme yöntemiydi.

Tarihten, teoriden örnekler…

Halbuki, programın uzunluğundan bağımsız, noktayı koyacak o nihai yanıta bir türlü gelemediler.

Anladığım kadarıyla aynı tuhaflıkların bugünün dünyasında her yerde mevcut olduğunu içten içe bildiklerinden, boşa düşmemek için kendilerini sınırlıyorlardı. 

Çünkü liberalizmin krizi her yerde tartışılıyor. Zaten programın adı da içeriği de bunun ironik bir ilanı anlamına geliyor: Görünmez El’e “beni neden terk ettin” yakarışı.

Ayrıca ispatlamaya gerek yok.

Çünkü liberalizmin özgürlük getirmediğini, dünyaya denge getirmek bir yana onun dengesini bozduğunu, halklara barış getirmek bir yana her yerde savaş, ırkçılık, göçmen düşmanlığı ürettiğini, kaynakları verimli kullanmak bir yana büyük israf ve akılsızlık olduğunu, tek tek bireylere motivasyon vermek bir yana depresyon toplumu yarattığını herkes görüyor, biliyor ve yaşıyor.

İkna olmayanlar, hâlâ “faydaları da var, yararlanmasını bilmek lazım” diyenler Berlin Duvarı’nın yıkılışından bugüne neler yaşandığına bir dönüp baksınlar. Liberalizmin doğuşundan bugünkü krizine dek tüm kombinasyonların denendiğini bir zahmet unutmasınlar.

Sağlı sollu tüm biçimleriyle…

Klasiğinden Keynesyenine, sosyalinden neo-suna, demokratından ılımlı muhafazakarına, radikalinden milliyetçisine, sosyal demokrasisinden demokratik sosyalizmine kadar tüm almaşıkları tüketti, yeniden üretti ya da bunların bir yerine yapıştırdı kendini liberalizm.

Krizin herkes farkında. Bugün “devlet piyasadan elini çekmelidir” diyene meczup gözüyle bakılıyor. Berlin Duvarı’nın çocuğu, “Tarih’in Sonu”nun yazarı Fukuyama bile o parantezi kapatmış, unutmaya çalışıyor.

Savaş, pandemi, gıda, enerji, konut dahil pek çok başlıkta esaslı bir müdahalenin gerekliliğine dair yaygın bir kabul var. 

Bu işin propaganda merkezi olması gereken Batıda bile “otoriterleşme”yle mücadele sanıldığı gibi güçlü değil. Dahası kitlelerde kendi kapasitesiz liderlerine karşı güvensizlik ve bıkkınlık hakim. Podyum liderlerini geçiyoruz. Ve sadece Trump’tan, Biden’dan, Macron’dan, Johnson’dan da bahsetmiyoruz. Bu aralar barış elçisi diye dolaştırılan Merkel’in bile bugünkü kaosun sorumlularından biri olarak görüldüğünü hatırlatıyoruz.

Bu kriz büyük bir olanak ama liberalizm de dokuz canlı, birileri ama bilerek ama kazayla diriltmenin yolunu buluyor.

Liberalizm çelişkili bir biçimde ama bu saydıklarımız sayesinde ayakta kalmayı başarıyor. Kendi krizini alternatife çevirebilme yeteneğine ve esnekliğine sahip olduğu için kendini yeniden üretecek kanallar yaratabiliyor.

Kuşkusuz birileri bunun için çabalıyor ama yine de bu esnekliğe nasıl sahip olabiliyor?

Liberalizmi sahada kendi başına oyun kurarken görmeniz pek mümkün değildir. Böyle sek bir liberalizm yok. Liberalizm her zaman boşluk dolduruyor, muğlak olana sızıyor, kendi rengini veriyor. Öyleki, liberalizm sözcüğünün önüne pek çok ek iliştirilebiliyor, sonsuz almaşıklar yaratılabiliyor.

Öte yandan, liberalizmin tarih boyunca değişmeyen bir kuralının olduğu yine de söyleyebiliyoruz: Liberal düşüncenin, teorinin veya siyasetin çekirdeğini belirleyenlerden birincisi, “görünmez el” ideolojisidir. İkincisiyse, görünmeyen neyse onu sermaye sınıfının çıkarlarını gizlemek için kullanmasıdır.

Buna göre piyasanın, market mekanizmasının kendine özgü kuralları vardır. O kuralların işlemesi ve bir denge ortaya çıkarabilmesi için piyasanın dinamiklerine zaman ve alan tanınmalıdır. 

Liberalizmde piyasa tanrıdır ve piyasa tanrısının işine fazla karışılmamalıdır. Karışılıyorsa bile sadece ve sadece piyasa için, piyasa adına yapılmalıdır.

Yani Ege Cansen’in anlatmak istediği gibi, piyasa öyle bir şeydir ki bir yerine dokunursanız başka bir yerinde arıza çıkarır, o arızaya da dokunmak zorunda kalırsınız ve böylece kendinizi sonu gelmeyen bir karmaşanın ortasında, kontrolü kaybetmiş biçimde bulursunuz. Bu nedenle de müdahalenin belli sınırları olmalıdır. 

Ama bu sınırların ne olduğu her zaman tartışmalıdır. Dahası ve işin gerçeği şudur ki piyasa düzenindeki müdahalelerin gerçek bir amacı da yoktur. Demek istediğimiz, örneğin konut sorununu çözmek gibi bir amacı olamaz söz konusu müdahalenin. Müdahale kutsal liberal iktisat doktrinin emirlerine göre yapılır ve asıl amaç sermaye çarkının dönmesidir. Konut sorununun geçerken çözülmesi beklenir. Daha doğrusu umulur…

Halbuki umulanın da beklenenin de gerçekleşmediği bir dönemden geçiyorsanız ne olur?

Bizim amacımız tam da bu soruya yanıt aramamaktan geçiyor. Çünkü tuzak bu. 

Matematikçi Keynes’in yanıt aradığı türden, yani bir likidite tuzağından bahsetmiyoruz.

Yeterince ileri görüşlü bir liberal olarak önündekine bakmayı bilen Keynes’in hissettiği tuzaktan, uzun vadede herkesin ölü olacağı tuzaktan bahsediyoruz: Uzun vadede krizin çözümü yoktur, kısa vadede mantıklı ya da mantıksız, ne gerekiyorsa o yapılmalıdır...

Eh, o zaman niye şikayet ediyorsunuz? AKP’nin yaptığı da bu değil mi? Önüne bak, müdahale et, devam et, umut et. Nasıl olsa çark dönüyor.

Peki biz ne yapacağız?

Bu kısır döngünün tamamen dışına çıkarak başlayacağız. Çünkü çıkmadan hiçbir gerçek adım atmış olmayacağız. 

Biraz ondan biraz bundan ortaya koyarak liberalizmin farklı bir türünü bile isteye canlandırmayacağız. Çünkü liberalizmin sosyal hali yine liberalizm olduğu gibi, piyasanın sol hali de yine piyasadır. Bugün karşılaştığımız ve çözülemeyen sorunların kaynağı baştan sona bu düzendir.

Liberalizm krizdedir ve onun krizini çözmek gibi bir aptallığa ne bizim ne de dünyanın ihtiyacı vardır.

Sözümüz vergilerle zamlarla oynayarak, kotalar belirleyerek, cezalar keserek, denetimi artırarak ve sadece bazı kişilerden kurtularak sıkıntıların aşılacağı ve halkın refaha ereceği yalanına güç verenlere. Halkı aptal yerine koymanın tek bir biçimi yok ya!

Madem piyasanın bir yerine dokunmanız yetmiyor o zaman piyasanın kendisine dokunursunuz. Bu da ancak ve ancak planlı bir ekonomiyle olur. Liberaller bir konuda kesinlikle haklıdır: Bir ara form aranmamalıdır.

Bilinmelidir ki sonunda bütün kaynaklara halk adına el koymadan bu şamata da son bulmayacaktır.