Mademki kavimler göçünü kaçınılmaz hale getirdiler, bizim bu emekçi kafileleri topraklarına göçtükleri diğer emekçilerle birleştirip düzenin üstüne yürümemiz biricik çaredir.
Muhammed Necibullah’ın, bugün akın akın terk edilmekte olan Afganistan’ı, modern, yüzü sosyalizme dönük bir ülke haline getirmek için sürdürdüğü mücadelesi, 49 yaşında linç edilmesiyle sona ermişti. Afganistan’ın eski komünist devlet başkanı yaşasaydı, 6 Ağustos’ta 74 yaşını dolduracaktı… Anısına saygıyla…
Türkiye’de göçmen karşıtı bir algının toplumda yayılması için bütün koşullar var ve bu koşullar ağırlaşıyor. İşsizlik ve yoksullukla yaralı, dinci ve milliyetçi gericilerin kuşattığı, cahilleştirilen ve lümpenleştirilen bir toplumun yabancıları düşman bellemesinde şaşacak ne var? Zaten ülkemizde göçmen nüfusunun artmasına izin verilmesinin nedeni de tam burada.
Uzun zamandır toplumsal kanıları ve yargıları algılamakta zorluk çeken, yani gerçeklikle bağı kopan AKP, vurdumduymazca itirafta bulunuyor: Göçmenler olmasa ekonomi çöker!
Doğrudur, göçmen işçiler sermaye için emek maliyetini aşağı çekmekte, kârları yukarı ittirmekte giderek en önemli araçlardan birini oluşturuyorlar. Yalnızca kendileri boğaz tokluğuna çalışmakla kalmıyor. Onlar uzun yoksul kuyrukları oluşturuyorken bütün emekçilerin hak arayışı da baskılanmış oluyor. “Beğenmezsen kapıda bekleyen çok.” Hangi ulustan olursa olsun bütün emekçilere saldırı anlamına gelen bu göçmen politikasına karşı çıkılmalı elbette. Ama nasıl?
Gerçeklikle bağının koptuğunu iddia edemeyeceğimiz düzen muhalefeti bu politikayı bütünlüyor. İktidar emek maliyetini düşürmeye odaklanırken, ana muhalefet ve müttefikleri de, emekçilerin yoksulluğa ve işsizliğe karşı biriken tepkilerinin, egemen sermaye sınıfından göçmenlere kaymasına yardımcı oluyor: “Türkiye işgal ediliyor!” Sanki NATO tarafından, uluslararası sermaye tarafından, yobaz imamlar ve gözü doymayıp ormanları yangına ve sele sürükleyen zenginler tarafından işgal edilmemişiz gibi…
Bana sorarsanız, toplumsal gelişmeleri anlamanın anahtarı ekonomi politiktedir. AKP merkezli iktidar ile CHP merkezli muhalefet birlikte muazzam bir işlev görüyorlar. İktidar sermayeyi kolluyor, muhalefet emekçileri bölüyor! İkisini birden kadraja almadan sağlıklı tek adım atılamaz.
***
Hayat elbette ekonomi politikten fazlasıdır. AKP Türkiye’nin 21. yüzyıl kavimler göçünün pasif sahnesi olmasına rıza göstermeyerek sermaye düzenine vizyonunu kanıtladı. Bizim coğrafyanın kafileler halinde boydan boya kat edilmesi nesnel bir kaçınılmazlıktır. Ancak AKP Türkiye’yi geçiş ülkesi olmaktan çıkartarak birkaç milyonluk ucuz işgücü yaratmakla kalmamış, göçmenlerin çıktıkları ve gitmek istedikleri ülkelerin siyasetine müdahale gücü kazanmaya oynamıştır. Erdoğan’ın “eski Türkiye” dediği dönemde, egemen sermaye sınıfı böyle uluslararası oyunlara girmenin rüyasını bile göremezdi.
Ancak düzenin bu gidişattan şikâyet etmesi için bir kuvvetli neden var. O da sürecin yönetilememesi veya işlerin çığırından çıkmasıdır. Yani birincisi kontrolsüz çatışmalar; ikincisi Avrupa’dan para kopartmak yerine kazık yeme olasılığı; üç, göç kaynağı coğrafyada rekabette nal toplamak; sonuncu ve en önemlisi olarak da, emekçilerin birbirlerini yemek yerine düzene tepki vermeye başlamaları… Türkiye’de düzenin ikili kumpası yolunda gidiyor gibi görünürken, böyle bir krizin patlak vermesi hafife alınmaması gereken bir olasılıktır.
Yeri gelmişken göçmenlerin bir (veya çok) kimlik olarak siyasette temsil edilmesine odaklanan bir üçüncü kulvar daha var. Solculuğun “hepimiz göçmeniz” biçiminde ortaya konmasının ne göçmenleri koruma ne de emekçileri birleştirme ihtimali bulunuyor. Bu seçenekten yürüyüp ülkenin nüfus yapısıyla çılgınca oynayan ve emperyalizmin dümen suyunda iş gören gerici iktidara koltuk çıkmak akılsızlıktır.
Mademki kavimler göçünü kaçınılmaz hale getirdiler, bizim bu emekçi kafileleri topraklarına göçtükleri diğer emekçilerle birleştirip düzenin üstüne yürümemiz biricik çaredir.
***
Az önce değindiğim kriz veçheleri bayağı güncel.
Çoktandır parçalanmış ve dahası her an daha da parçalanmaya elverişli görünen iktidar blokunun yabancı düşmanlığını tadında sürdürmesi ve tereyağdan kıl çekercesine sorumluluğu muhalefetin üstüne yıkması pek mümkün görünmüyor. Altındağ’da yakılan ateşin, kontrollü biçimde harlandırılıp, örneğin bir sıkıyönetime ve seçimlere el koyma sonucuna yönlendirilmesi hayli uzun bir yoldur ve o arada yerli ve yabancı başka odakların nice ateşler yakması daha güçlü bir olasılıktır. Başı pandemiden çıkmayan, yangından kurtulsa sele takılan, depremi kapıda bekleyen, prompterla ve sufleyle yönetilen bir ülkede, bu tür komplo planlarının hassas teraziyle hayata geçirilebileceğine nasıl inanabiliriz?
Ankara’nın Batıya yaptığı şantaj şimdiye kadar bir ölçüde sonuç vermiş olabilir. Ama ABD ile tansiyonun azaltılması, ekonomik kriz nedeniyle AB karşısında daha özenli olunması gibi mecburiyetler göçmen politikası karşılığında istenecek bedeli değersizleştirmektedir. Bakın Afganistan bekçiliğinin devralınması hiç de Amerikalılarla el sıkışırken göründüğü kadar kolay değilmiş!
Hele göçmenlerin kaynak ülkelerinde, belli başlı emperyalistlerden biri gibi masaya oturmak, hiç de Davutoğlu’nun uyduruk kitabındaki gibi olmuyormuş! Ama frene basarlarsa takla atarlar. Suriye’deki işgal bölgesinin AKP’yi yakmamasının çaresi başka coğrafyalarda, örneğin Kabil’de, yeni işgal bölgelerinin tesis edilmesidir. Ve bu süreç yeni-Osmanlı’yı emperyalist ligine sokmak yerine bataklığa gömer.
***
Emekçilerin birbirini yemek yerine düzene karşı güçlerini birleştirmeleri bugüne kadar en az yol alınan boyut. Ama esas olan budur. Daha önemlisi bu iş bize bakar.
Kolay demiyoruz, ama gerçekçi biricik çözüm emekçilerin kardeşliğini inşa etmek ve bu düzene karşı mücadeleyi örgütlemektir; onu biliyoruz.