İnsanlar içinde yaşadıkları düzende utançlarını, dertlerini, kendisini güçsüz gösterecek şeyleri saklama eğilimlerini artırmışlar. 

Gizli dünyamız

Geçtiğimiz günlerde İngiltere’de bir araştırma yapılmış. Araştırmaya göre yaklaşık her 10 insandan 4’ü birikimlerini, borçlarını yani maddi durumunu yakın çevresinden saklıyormuş. Yargılanmaktan çekinme, durumunu olduğundan iyi gösterme, beklenmedik durumlara hazırlanma gibi gerekçelerden bahsetmişler. 25-34 yaş grubundakiler, mali durumunu en çok gizleyenlermiş ve her 5 kişiden 3’ünün mali durumuna ait sırlar sakladığı görülmüş.

Bir açıklama şu olabilir. Ortalama 80’li 90’lı yıllarda doğmuş bu insanlar. Demek ki dünyada bir şeyler değişmiş ve insanlar içinde yaşadıkları düzende utançlarını, dertlerini, kendisini güçsüz gösterecek şeyleri saklama eğilimlerini artırmışlar. 

Bir anda en yakınlarına güvenmemeye mi başlamış bu insanlar yoksa başka nesnel koşullar ortaya çıkmış ve davranış örüntüsü bu yönde şekillenmeye mi başlamış? 

Mesela Nisan ayında yalnızca Türkiye’de 920 bin kişi ilk defa ihtiyaç kredisi kullanmış…

Herkes bankalara az ya da çok borçlu olsa da hemen yanındaki ile kıyas bayağı önemli bir dert anlaşılan. Esas derdin oluşmasına sebep olan kaynaktan daha çok hatta. Yani neredeyse hemen hemen herkesin bugünü ve geleceği ipotek altına alınmışken.

Alıştığımız, öğrendiğimiz yaşam biçimi, davranışlarımız ilişkiler içerisinde şekilleniyor. Borçların içinde büyürken öylece yaşamı tanımaya başlıyoruz. Sadece anne babadan öğrenilenlerle değil, etkileşimlerle. 

Büyükler debelenip küçüklerin elini sıcak sudan soğuk suya sokmamaya çalışsalar da hayat öyle akmıyor işte. Gerçekler bir şekilde çıkıyor sağda solda karşımıza. Örnek olsun daha 15 yıl borcunu ödeyecekleri evleri depremde yıkıldığında, dünya nasıl bir yer olduğunu anlatıyor. Çocuklarına bir güvence bırakabilmek için emekli oldukları halde çalışmaya devam edenler gösteriyor. 

Ya da reklamlarla, özendirmeyle, öğretilenlerle o sistemin doğal bir parçası oluyoruz. Yalnızca emirlere itaat ediyoruz.

O sırada öğreniveriyoruz işte biz de saklamayı, içimizde tutmayı. Birilerinin ellerine bir koz daha vermemeyi. Gece yatağa yattığımızda dönüp dursak da sabah hiçbir şey olmamış gibi sus pus bir biçimde kahvaltıda buluşmayı görerek öğreniyoruz. 

Sonra bir de bu dünyada bu sıkıntıları yalnız biz yaşadığımızı sanıyoruz. Aradığımız çözüm yolları da yalnız başımıza çözebileceğimiz şekillerde oluyor. İşte bazen maneviyatta arıyoruz, bazen içsel dünyamıza dönerek, bazen hacı hocada, bazen bir yola çıkarak, bazen de psikolojik destek almaya karar veriyoruz. 

Yalnızca maddi sıkıntılarımızda değil, yaşananların karşısında bir başımıza olduğumuzu düşünüyoruz. Sanki yalnızca ‘ben istediğim hayatı yaşayamıyorum’ gibi bir yanılgının içine giriyoruz. 

Bir de toplumu ekranlarımıza taşıyan dizileri, filmleri izliyoruz. Bazen beğeniyor, hayatımızından kesitler buluyoruz. Bazense hayatımızla kesiştiremediğimiz ölçüde inandırıcılığını yitirdiğini düşünüyoruz ya da neden o hayatları yaşamadığımızı düşünerek hayıflanıyoruz. 

Bazen de bize sunulan bir ülkenin fotoğrafını ondan ibaretmiş gibi kabul ediyoruz. O fotoğraftaki insanların toplumu anlatmak için yeterli olduğunu sanıyoruz, gerçeği ne kadar temsil ettiğini, geçerliliğini unutuveriyoruz. 

Sanki sadece beyazdan ve siyahtan ibaret panoramada gri alanlar yokmuş gibi. Neyse… 

Ne kadar dünyada her insan biricik olsa da ve dertleri farklı olsa da ton farkı bulunuyor yalnızca. Hepimiz o bütünün içinde, değişen derecelerde etkileniyoruz ama etkileniyoruz; değişen dünyadan, yeni ürünün satış politikasından, işsizlikten, borçlanmadan.