Dünyadaki tüm devrimciler için şişenin içinde önemli bir mesaj bırakıyor. Burjuvalar cumhuriyeti satar!

Giyotin, Kral Charles ve James Connolly

Hey baylar, hayat kısa…Ve bizler eğer yaşıyorsak, kralları çiğnemek için yaşıyoruz…” Shakespeare, IV. Henry.

Kral III. Charles dünyadaki tüm cumhuriyetçilerin midesini bulandıracak bir biçimde taç giydi. Cumhuriyetçilik meselesine ayrıca ilerleyen satırlarda değinmeye çalışacağım. İrlanda, burjuva cumhuriyetin bize öğreteceği pek çok zengin deneyimi bağrında taşıyor. 

Sembolikliği tartışmaya açık olmayan bir iktidarın bol şatafatlı ve ‘israflı’ seremonisini izledik. Misal, aşağıdaki fotoğrafta gördüğünüz asa ve onun üzerindeki taşın hikâyesi bile sembolik krallığın, sembolik zorbalığını net bir biçimde gösteriyor. Asada yer alan dev elmas taş (Afrika yıldızı) 1905 yılında Güney Afrika’dan çalındı. Evet, çalındı. Demokrasisi, kurumları ve kurallarıyla övünen İngiltere hırsız bir ailenin gelenekleriyle övünüyor. Elbette bunu bir utanç olarak gören ve taç giyme soytarılığı sırasında bunu cesurca protesto eden erdemli İngiliz işçi sınıfı tepkisini ortaya koydu. Onlar, tüm dünyaya esas düşmanın kim olduğunu gösterme cesaretinde bulunan insanlardı. Gelelim asaya. Bu elmas taşlarla bezeli asanın değeri 400 milyon dolar. Kralın sünnet çocuğu formunda taç giyebilmesi için kanla ve gözyaşıyla Afrika’dan koparılmış bir taş parçası...

Peki, İngiltere’de kraliyet varlığını nasıl sürdürüyor? Bir magazin unsuruna, kültür endüstrisinin fantastik öykülerine güç sağlayarak ayakta kalabiliyor. Evlilikleri, safkan atları, halkın içinden seçtikleri manken gibi gelinleriyle büyülü bir aile imajı çiziyorlar. Halkın sempatisini toplayabilmenin tek yolu, kraliyeti seyirlik bir eğlenceye dönüştürmekten geçiyor. Bu yapılmadığı takdirde İngiliz halkının sırtındaki küfeyi bir anda atıvermesi mümkün. Kraliyet, şimdilik seyirlik bir eğlence olmaya ve binlerce insanın bu eğlenceyi tüketerek bu asalak kuruma kan taşımaya devam etmesi sağlanıyor. Kısacası kraliyete rıza üretiliyor. Kraliyetin geçmişini ve bugünkü skandallarını, aynı ucubeliklere alet olma tehlikesini ve sorumluluğunu taşımamak adına yazmayacağım.

Şimdi, gelelim giyotine. Giyotin, Fransız devriminin ve bir biçimde ezilen sınıfların sembolü, erdem çağrısı olmayı başarabilmiştir. Neden? Çünkü, giyotin Fransız yoksullarının şimşekleri olmayı başarmıştır. Giyotin, zalim krala karşı acımasız olmayı öğretmiştir baldırı çıplaklara (Sans Culottes).

Emeklilik yasası protestolarında sokağa çıkan Fransız emekçilerini hatırlayalım, onlar yönetenlere cesur bir biçimde giyotini hatırlatmışlardır. Giyotin zamanla yoksullar ve yaşamını emeğiyle kazananlar için büyük bir erdem çağrısına dönüşmüştür. Nedir erdem çağrısı? Doğrudan adalettir. Özünde yoksullar bu sayede sınıfsal adaleti çağırmaktadır. Sınıf kininden gelen adalet katıksız ve saf bir adalettir. Sonu ne olursa olsun, emekçilerin kalbinde kralların ve kraliçelerin asla anlayamayacağı bir biçimde taht kuran halkın avukatı Maximilien Robespierre, iyi bir hukukçu olarak halkın arzu ettiği adaleti zihninde ve kalbinde duyabilmiştir.

Şimdi, yüzyıllar sonra benzer bir biçimde adalete susadık ve kitleleri harekete geçirecek güçlü erdem çağrılarının yankılanan çığlığını duymak için umutla bekliyoruz. Tarihin sarkacı salınırken ve Jakobenler kısa süren iktidar macerasından burjuvalara yakışır ayak oyunları ve darbeyle uzaklaştırılırken Fransa’da yaşanan değişim sarsıcıydı. Okuduğum bir Robespierre biyografisinde bir gün içinde yoksullar için her şeyin değiştiği net bir biçimde anlatılıyordu. Arabacılara kibarca ricada bulunan ve arabacılardan korkan adamlar gitmiş onun yerine emir veren efendiler geri dönmüştü. İşte burjuva cumhuriyetinin kısa soluklu öyküsü. Burjuvalar iktidara geldikleri gibi aristokrasinin basamaklarını hızlıca tırmanmak istemişler ve giyotini sonsuza dek lanetlemişlerdir. Bu yüzden burjuvazi, Jakoben iktidarında kanlı bir terör görmektedir. Éric Hazan’ın bu tarihsel okumayı ideolojik bir saldırı olarak yorumladığını biliyoruz. Jakobenlerden sonra iktidara gelenlerin estirdiği şiddet dalgası burjuvazinin sınıf mücadelesini kanla yıkadığının ispatıdır. Jakobenlerin şiddeti, Thermidorcuların yanında soluk bir adalet çağrısı olabilir ancak. Burjuvazi iktidarını güçlendirirken giyotini cesurca kullanmaktan çekinmemiştir. Giyotin ona karşı kullanıldığında burjuvazi sonsuz bir hümanizm çağrısına boğar insanlığı. Tüm çabalarına rağmen işçi sınıfının bu adaletin en kullanışlı aracından tiksinmesini bir türlü sağlayamamıştır burjuvazi. 

Britanya adasında cumhuriyetin en önemli mevzisi İrlanda idi. Geçmiş zaman kullanmayı tercih ediyorum, çünkü değirmenin altından çok sular aktı. Özgür Derry’de 30 Ocak 1972’de yaşanan kanlı pazar olayından beri cumhuriyetçiler geriye gitmeye devam ediyor. Kraliyet, İrlandalıları öldüren komandolara madalya vermeyi unutmamıştır. Bu madalyaları, şan ve sözde şerefi sökmediği için insanlık bugün büyük bir krizin içinde debelenmektedir. James Connolly, cumhuriyetin geriye düşmemesinin tek yolunun sosyalizm olduğunu net bir biçimde ortaya koymuştur.

Bugün, İrlanda’nın resmi devlet televizyonu RTE’nin saatlerce taç giyme törenini canlı bir biçimde izleyicilerine duyurmasını doğru anlamak zorundayız. Connolly, sadece İrlandalı cumhuriyetçilere önemli bir ders vermiyor. Dünyadaki tüm devrimciler için şişenin içinde önemli bir mesaj bırakıyor. Burjuvalar cumhuriyeti satar! Yoksulları, çocukları ve kadınları koruyacak, kraliçe öldüğünde ya da kral taç giydiğinde bununla böbürlenmek yerine mücadele edecek gerçek cumhuriyetçi nesiller yetiştirilmek isteniyorsa bu ancak sosyalizm mücadelesiyle mümkün. Demek ki şartlar ve koşullar ne olursa olsun burjuvaziyle cumhuriyet pazarlığına oturmak büyük bir yanılgı.

Geldiğimiz yüzyılda emperyalizmin gelişkinlik düzeyini dikkate aldığımızda, kuralları kendi lehine kaldıran ve yasasız cumhuriyetler dönemi çağında sınıf diktatörlüğüne sonsuz bir konforla yaslanan burjuvazinin yeniden anayasal bir cumhuriyet inşa edeceğini düşünmek James Connolly’nin perspektifiyle bakacak olursak saflık değilse aptallıktır. Tüm dünyanın ezilenlerine örnek olan İrlanda’nın cumhuriyet kavgası, 1916 yılında genel posta idaresi önünde açıklanan cumhuriyet bildirisinin gerisindedir. Evsizlik, yoksulluk ve saatlerce acı içerisinde beklenen acil sırası herkese şu soruyu sordurmaktadır: CUMHURİYET NEREDE? Cumhuriyet, bir soytarının taç giyme törenini verme telaşında. Peki, 1916 yılının gerisindeysek ileri gitmek için ne yapmalıyız? Burjuva partileriyle işbirliğine girip bir restorasyon girişimine ikna mı olmalıyız? Hayır, böyle bir şey yok. Burjuvazinin temel düzeyde cumhuriyet ilkelerine tahammül edeceği yok. Burjuva cumhuriyetinin başlangıçtaki düzeyine dönmek çocuksu bir hayal. Sosyalist cumhuriyeti kurmak ve bunu başarmak için çalışmaktan başka çaremiz yok. Bunu reformistlere ve içimizdeki işbirlikçilere rağmen başarmak zorundayız. James Connolly’nin mirasından gerekli dersleri çıkaracaksak eğer Dublin kalesine dikilen yeşil bayrakla yetinemeyiz...

Ada’daki tüm bu taç giyme soytarılıkları içinde bir noktada kararsız kaldım. III. Charles’ın trajikomik bir seremoniyle taç giymesi mi soytarılıktı yoksa İşçi Partisi’nin (The Labour Party) kralın taç giyiyor oluşu sebebiyle yaptığı twitter paylaşımı mı? Hangisi daha büyük soytarılık? Bu soruya en iyi yanıtı soL haber okurlarının vereceğini biliyorum...