İktidara tarihi bir yenilgiyi tattırmak gerekecektir. Ama bunu sadece seçim gününe sıkıştırmak çok yetersiz kalacaktır. Halkın tepkilerinin bugünden örgütlenmesi şarttır. 

Gezi’de değişen ne?

Haziran Direnişi’nin 9. yılında, AKP iktidarı, seçtiği 8 direnişçiye ağırlaştırılmış müebbet ile 18 yıllık ağır hapis cezaları verilmesini sağladı. Dinci iktidarın yargıyı bir sopa olarak kullanması kuşkusuz yeni değil. 2007 sonrasında FETÖ işbirliğiyle, 2015 sonrasında da kendi başına bu silahı muhaliflerine karşı bir tırpan gibi kullandığını yeni öğreniyor değiliz. Haber değeri olan şey, Gezi’den 9 yıl sonra bile dinmeyen bir kin ve nefretin, iç ve dış tepkileri zerre kadar umursamadan sürdürülebiliyor oluşu. 

Gerçi Erdoğan iktidarının “Gezi” alerjisinin ve korkusunun maddi temelleri yok değil: Hedefindeki teokratik rejimin yoluna, kurduğu bütün baskı mekanizmalarına rağmen, Gezi gibi direngen halk tepkilerinin çıkıyor olabilmesini ve bu olasılığın bir türlü geri püskürtülememesini sindirebilmesi kolay değildi ve halen de değil. Son 1 Mayıs 22’nin ülke çapında çok geniş katılımlı gösterilere dönüşmesi bile bu kaygılarını canlı tutmak için yeterli nedeni sunuyor.

Haziran Direnişi sürerken 14 Haziran 2013 tarihli günlük soL Gazete’de sıcağı sıcağına yayınlanan yazımızı alıntıladıktan sonra bugüne bir sıçrama yapmak belki daha anlamlı olacaktır.

'Toplum faşizme direniyor'

Tayyip Erdoğan ve radikal İslamcı hareket, iktidarı İstanbul’da tattı. 2002’de iktidarını Türkiye sathına taşıdı. Öyle görünüyor ki iktidarını da İstanbul’da bırakacak. (Nitekim 2019’da bu öngörü kısmen gerçekleşecektir.-OO).

Erdoğan iktidarı, 2002-2010 dönemindeki Cumhuriyet yıkıcılığına toplumdan fazla tepki gelmemesine, 2007 Cumhuriyet mitinglerinde olduğu gibi yükselen kitlesel tepkileri düzmece davalarla kolayca sindirebilmesine güvenerek ve hareketinin daha fazla zaman kaybına tahammülü olmadığını düşünerek, 2010 referandumu sonrasında teokratik düzeninin inşasını hızlandırdı, daha belirgin bir otoriterlik dilini benimsedi. Dini referanslarla kendi özel gündemini daha fazla dayatmaya, insanların ve özellikle kadınların özel yaşam alanlarına, İstanbul’un elde kalan son yeşil alanlarına rantçı ve 31 Mart gericiliğini kutsayıcı bir tarzda müdahaleye kalkışınca gençliğin birikmiş öfkesi patladı. İktidar çevreleri ne olduğunu anlayamadı; hala anlayamıyor.

Şimdi olağanüstü zamanların içinden geçiyoruz. Cumhuriyet tarihinin en yaygın, uzun soluklu ve kararlı toplumsal tepkileri veriliyor. Polis şiddeti kitleleri geriletemiyor. Toplumun, gençliğin dikta heveslerine karşı başkaldırısı şiddet karşısında gerilemiyor. Şiddet, kararlılığı biliyor, geriye vahşet olarak dönüyor ve geri adım attırma yerine anti-faşist bilinçlenmeyi besliyor. Fazla politize olmamış gençlik, iki haftada büyük bir bilinç sıçraması yaşıyor ve “yeter artık Tayyip” noktasına geliyor. Aslında, bir gençlik devrimi yaşanıyor. Bu yepyeni durumu iktidar değerlendirmekten aciz kalıyor. Daha düne kadar rejim inşasının konsolide edileceği 2023 hedefleri ve iki dönem “Başkanlık” hesapları yapan, buna uygun yeni bir Anayasa hayal eden otokrat, şimdi otorite zaafına uğradığı mevcut çıkmazdan nasıl kurtulabileceğini düşünüyor.

Şimdiye kadar Cumhuriyet yıkıcılığına, çevre katliamına, rant yağmasına, pervasızca yapılan yolsuzluklara, emek düşmanlığına, yargının ele geçirilmesine ve düzmece davalara, öğrencilere uygulanan baskılara (Taksim olayları öncesinde 606 üniversite öğrencisi masum talepler nedeniyle tutuklu bulunuyordu), vs. fazla tepki vermeyen toplumun şimdiki patlamasını anlayamıyor. Erdoğan bunları algılayamadığından karşıt mitingler düzenleyerek, toplumun kendisine yakın bölümünü kışkırtarak tepkileri sindirebileceğini ve bu gerilim üzerinden ülkeyi yönetebileceğini sanıyor ve fevkalade yanılıyor. Yüzde 49’luk seçmenin kendi tapulu malı olmadığını, 2002 derslerini unutuyor.

Türkiye gençliği rüştünü ispatladı; toplumu da peşine taktı. Bu ülkenin geleceğinin kendi özgürlüklerinin fedası üzerinden kurulamayacağını haykırdı. Bu kadar yaygın ve örgütsel bir ortak bağı olmayan bir toplumsal hareketinin bu kadar disiplinli, özdenetimli olabilmesi, gençliğin rüştünü ispatlamasıydı. Hareket her kentte kendi iç disiplinini yarattı; dükkân veya işyeri yağmasına yönelebilecekleri arasında barındırmadı, polisin provokasyonlarını açığa çıkardı, toplumun her kesiminin duyarlılıklarına sürekli sahip çıktı. Örgütlü olmaması bu hareketin zaafı olduğu kadar gücüydü de; enerjisinin ve kitleselliğinin nedeniydi.

İktidar 11 Haziran Salı günü sabahı ve akşamı Taksim’e ve Gezi Parkı’na müdahale etti. Kendi meşruiyetini sağlamak için hareketi bölmek ve direnen grupla çatışma sahnelerini topluma sunarak itibarsızlaştırma stratejisini uyguladı. Şimdiki aşamada, suçlu yaratma telaşıyla psikolojik harekât yürütülüyor. Ama yararsız, gençler savaşı çoktan kazanmışlardı.

Halk insanı vezir de yapar, rezil de. Halk, umut bağladığını baş tacı da yapar, zorbalığa saptığında baş aşağı da eder. Halkıyla, gençliğiyle zıtlaşan ve şiddet uygulayan bir Başbakan artık iflah olmaz. Karizma bir kez çizildi mi, buyurganlık artık ancak mizah konusu olabilir. 

Korkuyu atan, eylemler içinde gücünün farkına varan, özgüvenini kazanan halk, gitmemek üzere iktidara yerleşmiş bir dinci siyaseti yenebileceğini gördü. “Ananı da al git” diyen despotun üzerine analar çocuklarını yolladılar. Hatta analar, babalar da çanak ve tavalarıyla geldiler. Bu, sonun başlangıcıdır. Eğer 8 Haziran’da Bornova’nın beş köyünün 2/B konulu ortak toplantısında, elimden mikrofonu alan 73 yaşındaki okuma yazma bilmeyen bir anneanne “yeter be Tayyip, artık halkın dediği olacak” diyebiliyor ve ardından “Çanakkale içinde…” türküsünü söylemeye başlıyorsa, Tayyip’in son kullanma vadesi dolmuş demektir.

Halk, özellikle gençler ve kadınlar, Cumhuriyetin aydınlıkçı kazanımlarının tarihe gömülmesine izin vermeyeceğini gösterdi. AKP’nin kurmak istediği dinci faşist rejime geçit vermeyeceğini ispatladı. Selam olsun zorbalığa direnenlere”.

***

2013 Direnişi AKP iktidarının o zamana kadar fütursuzca kullandığı “demokrasi” maskesinin paramparça edilmesi bakımından da simgesel bir değere sahip olmuştu. Gerçi Haziran 2013’ten bugüne çok şey oldu. 2013 17-25 Aralık operasyonu ve bunun sonucunda bakanların istifaya zorlanması, Haziran’daki devlet şiddetine iktidarın devasa bir yolsuzluk boyutunu da eklemişti. Yol verilerek bir “Allah’ın lütfu”na dönüştürülen 15 Temmuz 2016 darbe girişimi ve onu bahane ederek geçirilen 2017 Anayasası ve 2018’in “başkancı rejim”i de iktidarın neofaşist eğilimlerinin daha fazla ete kemiğe bürünmesi anlamındaydı.

AKP iktidarı, hedeflediği teokratik rejimi tüm baskı düzeneklerine rağmen bir türlü tam kurmaya muvaffak olamamasını, bunun için Anayasayı sil baştan yazma ihtiyacının siyasal zeminini giderek yitirmesini ve ilk seçimlerde iktidarı bütünüyle elinden kaçırma riskinin büyümesini daha fazla devlet şiddetine başvurarak aşmaya çalışan bir ceberut iktidar görünümündedir. Ekonomiyi yönetme kapasitesini giderek yitirmesinin yeni çılgınlıklara ve dış tavizlere kapı aralaması ve hırçınlığını arttırması da cabası…

Üstelik şimdilerde Ukrayna savaşı üzerinden eline gene tarihi bir fırsat geçirdiğinin hesabını yapan bir pervasız iktidara dönüşmüş durumdadır. Emperyalizmin vazgeçilmez “adamı” rolünü yeniden üstlenerek iktidarını uzatabilme, bunun için türlü-çeşitli seçim yolsuzluklarını görünmez kılabilme veya Gezi Davası’nda olduğu gibi göstermelik tepkilerle sınırlayabilme avantajını eline geçirdiğini düşünerek davranabilecektir.

İktidarın bu pervasızlığının üstesinden gelebilmek için ona tarihi bir yenilgiyi tattırmak gerekecektir. Ama bunu sadece seçim gününe sıkıştırmak çok yetersiz kalacaktır. Halkın tepkilerinin bugünden örgütlenmesi şarttır.