Padişahtan korkmamış, hoşgörüsüzlükten, saldırıdan ürkmemiş, inançlarını her dönemde ve her koşulda olduğu gibi söylemiş, maddi çıkar ya da mevki peşinde koşmamış, kitleleri uyutmak için siyasal iktidarların eteklerine yapışmamış bir ozandır Fikret. “Resim küfürdür” denilerek coğrafya kitaplarının tuvaletlere atıldığı, insanların fetvalarla boğdurulduğu dönemlerde onun gösterdiği yüreklilik unutulmaz.

Gericiliğe karşı insan sevgisini savunan büyük şair Tevfik Fikret

“Kimseden bir fayda ummam, dilenmem

Kol kanat,

Kendi boşluk, kendi gök kubbemde kendim

Gezginim.

Bir eğik baş bir boyunduruktan ağırdır boynuma;

Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür bir şairim”

(Rubȃb-ı Şikeste şiirinden)
                        
“Meşrutiyet hengȃmelerinde1 ve daha önce Tevfik Fikret bize insan olmayı, diğer insanları sevmeyi ve insanlığa hizmet etmeyi öğretmeye çalışmıştı. Bu yüksek düşünce tohumlarını filizlendirmek için toprak henüz hazır değildi. Olayların rüzgarı onları alıp götürdü. Aydınlar arasında bile Fikret’i dinleyenler, anlayanlar olmadı. Onun insanlık ülküsü pek az taraftar kazandı. Son zamanlarda ortaya atılan azimli emekçi sınıfı öncüleri bir yana bırakılırsa bu ideal bugüne kadar bir toplumsal hareket uyandırmadı. Fakat daha çok büyük bir şair olan Fikret; dahice bir seziş sayesinde – toplumbilimci geçinenlerimizden daha büyük bir isabet ve açıklıkla gerçeği görebilmişti. Türklerin kurtuluşunun gösterdiği yönde olduğunda, gözlemler kuşku bırakmıyor”2

Şefik Hüsnü’nün bu sözlerle övdüğü Tevfik Fikret, ülkemizde, 1950li yılların dışında,  pek bilinmeyen, günümüz gençlerinin belki de hiç tanımadığı büyük bir şairimiz.  Yukarıda insanlık sevgisi vurgulanarak tanımlanan ozan, şiirlerindeki aydınlanmacı düşünceler nedeniyle ülkenin gerici hareketleri tarafından hedef haline getirilmiş bir kişilik.

Fikret üzerine yazılmış en kapsamlı eser, Sabiha Sertel’in “ Tevfik Fikret- İdeolojisi ve Felsefesi” başlıklı kitabı. İlk baskısı 1946 yılında Yurt ve Dünya Yayınları arasında yayınlanan eser3 elli yıl sonra Çağdaş Yayınlar tarafından “İlericilik, Gericilik Kavgasında Tevfik Fikret” başlığıyla sunulmuş. Sertel, bu eserde, Fikret’in yaşadığı dönemi, ideolojisini ve felsefesini bilimsel sosyalizmin ışığında ayrıntılı olarak inceliyor.  

Yaşamının ilk dönemlerinde dindar olan Tevfik Fikret kısa bir süre sonra inancını yitirir. Marksist değildir ama materyalizmi benimser.  İnsana yakışır bir düzen, ırk, sınıf ve mezhep farklılıklarının var olmadığı eşit ve özgür bir toplum, sınırların olmadığı bir yeryüzü ve tüm insanların kardeşliği idealini savunur. Düşünce dünyasının oluşumunda Montesqieu, Voltaire, Rousseau’nun düşünceleri yanında Fourier gibi ütopik sosyalistlerin etkisi büyüktür. Sertel’e göre, “Türkiye’de hür ve müsavi4 bir insan cemiyetini, hayali bir sosyalizm ve insaniyetçilik çerçevesi içinde özleyen ve müjdeleyen, nesiller üzerinde bu tesirleri bırakan ilk insaniyetçi şair5” olan Fikret’in, sınıf mücadelesini bilimsel sosyalizm üzerinden araştırmamış olması, onu, tekniğin gücünün ve kültürün gelişmesiyle bir gün insanlığın kardeşçe bir düzen kurabileceğine dair ütopik bir insancıllığa taşımıştır. Din felsefesini, mistisizmi insanları uyuşturan bir afyon sayan ozana göre insanın bilinci ve ruhsal faaliyetleri maddi varlığının bir sonucudur6. Belki de onun dünya görüşünü en iyi betimleyen, “Haluk’un Amentüsü”ndeki şu dizelerdir: “Yeryüzü vatanım, insanlık milletim...insan/insan olur ancak bunu kavrayışla inandım/ Şeytan da biziz, cin de, ne şeytan ne melek var,/dünya dönecek cennete insanla inandım”.

1908 burjuva demokratik devrimini savunan Fikret o dönemde ekonomik milliyetçiliğe ve emperyalist amaçlar taşıyan ırkçı milliyetçiliğe (Turancılık) hiç prim vermez. Savaş karşıtlığı önde gelen özelliklerindendir. Dönemindeki İslamlaşma, Türkçülük gibi akımlara yabancıdır. Hoşgörüsüzlük ve cahillikle, yobazlıkla, istibdatla, padişahlıkla mücadele eder durur. Korkmadan çekinmeden, taviz vermeden doğru bildiğini yazmak, boyun eğmemek ve kalemini satmamak belki de onun karakterini en iyi tanımlayan sözcüklerdir. Medeni cesaretini hiç bir baskı döneminde yitirmeyen ozan kalemiyle yapar mücadelesini. Onu örgütlü bir hareket içinde göremeyiz7

Sertel, kitabında Fikret’in düşünce dünyasını derinliğine inceler ama belki de kitabın günümüzle ilişkilendirilebilecek en önemli yanı, yazılış amacıdır. 1940lı yıllarda Yeni Sabah isimli sağcı, gerici bir gazetede yapılan bir anket kullanılmak suretiyle siyasal iktidara da yakınlığı olan faşist ve yobaz kesim Fikret’e saldırır. Şairin ölümünden çeyrek yüzyıl sonra yapılan bu saldırıya sağın ünlü dergisi Sebir-ür Reşadçılar ve dergi yönetmeni Eşref Edip de katılır. Eşref Edip, Yeni Sabah’ta takma isimle yazdığı yazıda, milliyetsiz, dinsiz ve Marksist olan “Fikret’in eserlerini yakmalıdır” diye höykürür.  Irkçı Türkçülerle gericilik, boş buldukları meydanlarda sarılıp öpüşmektedirler8 ama saldırıları – özellikle de Yeni Sabah’taki saldırıyı- şairi savunan TAN gazetesi göğüsler. Yeni Sabah Sabiha Sertel aleyhine dava açar. Sertel’i Fikret ile ilgili bu denli kapsamlı bir çalışmaya iten de bu davadır. Yazar;

“Gördüm ki, Tevfik Fikret Türkiye’nin yalnız edebi yaşamında yenilik yapan bir adam değil, düşünce ve felsefede de devrinin ideolojisi üstünde bir düşünüş tarzına sahip bir şairdir. 1908 Devrimini büyük bir coşkuyla alkışlayan Fikret , yapılan reformun geniş halk kitlelerinin kalkınması, memleketin ekonomik, sosyal, siyasi kurtuluşu üzerinde olumlu bir rol oynamadığını görünce, toplumu ve onun yöneticilerini insafsızca eleştirmiştir...”9 diye başlar kitabına. 

Anlaşıldığı kadarıyla, Fikret ilk kez saldırıya uğramamaktadır. Türk edebiyatını, kültür ve sanatını Arap ve Acem etkilerinden kurtarıp ulusallaştırma çabalarını amaç edinen Servet-i Fünun yazarları arasında olan şair,  gericilerin Avrupa taklitçiliği ile geleneklerimiz yıkılıyor türünden karşı çıkışlarıyla saldırıya uğrayanlar arasındadır.  Ne var ki, şiiri edebiyatın yanı sıra politik eleştiri aracı olarak kullanan Fikret konuları güncel olaylar ve gerçekler üzerinden işler ve bu yaklaşımı nedeniyle kendi kuşağı yazarlarınca eleştirilir. Fikret, “mey ve sevgi edebiyatından ayrılmış, esinlerine toplumu merkez yapmıştır”.10 Sertel’e göre, mistik ve soyut bir yaşam anlayışından gerçekçi bir görüşe geçişi gösteren bu durum, Fikret’in kendi döneminin edebiyatında bir “değiştirici” olarak rolünü de ortaya koyar.11

Fikret Saltanata Karşı

Yukarıda da belirtildiği üzere, Fikret’in saltanatla savaşımı yaşamının en belirleyici yönlerindendir. Fikret o dönem devrimcileri gibi padişahı eleştiren şiirler yazar. Hattȃ bu konuda o denli ileri gider ki, 1906’da Abdülhamid’e yapılan bir suikastın sonuca ulaşmaması üzerine üzüntüsünü “Bir Lâhza-i Teahhur” başlıklı şiiriyle ifade eder. Fikret’in mutlakıyet düzeninin bir burjuva demokratik devrim yerine bir suikast ile çözüleceğini düşünmesi Sertel’in haklı eleştirisiyle karşılanır. Yine de, saltanata karşı yazılan dönemin en büyük şaheseri, şairin, yıkılan bir toplumu, çöken imparatorluğun yönetimi kadar suskun duran halkı da suçladığı, bunların yanı sıra 1908 Meşrutiyet hareketinin doğmasına büyük katkısı olan “Sis”tir.

İstanbul özne alınarak yazılan şiir “Sarmış ufuklarını senin gene inatçı bir duman,/beyaz bir karanlık ki, gittikçe artan/ ağırlığının altında herşey silinmiş gibi...” diye başlar. Padişahlık ve feodal ideolojiyle gelen tüm kötülükler,  kurumlar ve yapılar, halkın içine düştüğü ezilmişlik ve sömürü ile ilişkilendirilerek resmedilir ve yerilir. “Hak” mahkemelerden sürekli olarak kovulmakta, vaatler tutulmamakta, kanun halkı değil kişileri korumakta, sokaklar kimsesiz çocuklarla dolup taşmakta, düşünce özgürlüğü hiç yaşanmamakta, bu nedenle ağızlar kilitlenmektedir. 

Şiir “örtün ve sonsuz uyu, ey dünyanın koca kahpesi!” diye sonlanır. 

Fikret Meşruti idareyi alkışlıyor ama...

Fikret, Mithat Paşa’nın getirdiği “Kanun-u Esasi”nin yani Anayasanın uygulanacağını ilan eden, vatandaşların ırk, cins, mezheplerine bakılmaksızın yasa önünde eşit sayıldığı, basın özgürlüğünün, toplanma hakkının doğal haklar olarak ilân edildiği 1908 Meşrutiyet hareketini Sis’e karşı “Rücu12”yu yazarak büyük bir coşkuyla karşılar.  Halkın çıkarlarını korumayan, onun yoksulluğuna çare olmayan devlet ve yasaların ve şeriatın eleştirildiği, milletin alkışlandığı “Millet Şarkısı”, devrimin korunmasının gençlere emanet edildiği ve Mustafa Kemal’in Gençliğe Hitabesi’ni yazarken bolca yararlandığı söylenen “Ferda” o dönemin büyük yapıtlarıdır. Dünyayı değiştirecek, yarını kuracak olan, aklı ve bilimi rehber edinecek, çağdışı eğitimden, hurafelerden, baskıcı devlet düzeninden kurtulmuş gençliktir. 

Ne var ki, 1908’i izleyen yıllarda, toprak reformu, emperyalizmden kopma, sanayileşme, saltanatı ortadan kaldırma ve buna benzer köklü reformlar yaparak devrimi gerçekleştirme beklentilerine yanıt gelmez Fikret’in. Sertel’in ifadesiyle “silahını bu devrimi kökten yok etmeye hazırlanan yabancı emperyalizme ve derebeyliğine” çevirmeyen İttihat ve Terakki Partisi iktidarı şoven bir milliyetçiliğe sürüklenmiş, Alman emperyalizminin kucağına düşmüştür13.

Fikret bu durum karşısında yeni dönemi eleştirmeye girişir. Yazdığı şiirlerden en vurucusu Meşrutiyet’ten dört yıl sonra yazdığı “95’e doğru”dur. “Bir devr-i şeamet14 yine çiğnendi yeminler/Çiğnendi yazık milletin ümmîdi bülendi15/kanun diye kanun diye, kanun tepelendi” diye seslenir topluma16. Milletin meclisinin hakaret gördüğü, vicdanının boğulduğu, haksızlıkların sürdüğü ve insanların korku ile titrediği bir ortamda milletin yaşayamayacağını söyler. 1912’de yazılan bu şiiri, iktidarın kötülük, hırsızlık ve haksızlıklarının çok sert eleştirildiği, hepimizin bildiği “Yiyin Efendiler, yiyin; bu han-ı iştiha sizin;/ Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!” mısralarını içeren  “Han-ı Yağma” izler17.

Gericiler ve siyasi iktidar Fikret’e saldırıyor

İttihat ve Terakki Partisi Türk Ocağını kullanarak Fikret’e saldırıyı dener ve onu “vatansızlık ve milliyetsizlik”le suçlar ama gayreti boşunadır çünkü ”Vatanım ruy-i zemin/milletim nev-i beşer”18 mısraları Fikret’i komünist bir toplumun insancıl değerlerini hazmetmiş birey yapabilir vatan haini yapmaya yetmez. Girişim sonuçsuz kalır. 

“Tarih-i Kadîm”19 başlıklı şiir siyasi iktidara ve gerici kesime bekledikleri fırsatı verir.

Şair Mehmet Akif ve Sertel’in ifadesiyle “din felsefesini ellerinde bayrak tutan hocalar” iktidarın imdadına yetişir ve hücuma başlarlar.

Tarih-i Kadîm’de Fikret’in söylediği nedir?

Şair, “biraz feylesof biraz sırtlan” gibi görünen hortlak tarihin, eski zamanlarda yaşananları masal, ninni gibi anlatarak insanları uyuttuğunu söyler. Tarihin en büyük suçu, insanları geçmişe bağlaması ve bu geçmiş uğruna geleceğin feda edilmesidir. Düzeni korumak isteyen her egemen sınıf için ise en büyük destek bu tarih anlayışıdır. Tarihi sınıfların savaşımı olarak görmeyen Fikret, cihangirlerin kahramanlık hırsını eleştirir, savaşların son bulmasını ister ama bunun, nasıl ve kim tarafından yapılacağına açıklık getirmekten uzaktır. Yine de bu şiirde ve daha sonraki yapıtlarında savaş çıkaran egemenlere ve savaşı kutsayan gericilere karşı çıkmaktan geri durmaz. Sertel’e göre “adını koymasa da anti emperyalist bir duruştur” bu.20

Şiirde savaş ideolojisinin özünü de anlatır ve “din şehid ister, ȃsuman21 kurban, her zaman her tarafta kan kan kan!” diye seslenir. Şiir, fetih eleştirisinden başka şairin toplumları gericiliğe sürüklediğini iddia ettiği dine karşı, gökyüzüne ve onun dünyadaki temsilcilerine derin bir eleştiri içerir. Yeryüzü egemenleri, kendilerini “göklerin İlâh”ından eksik görmemektedirler, O, tahtlarının ve taçlarının güvencesidir; kendileri “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi”, tebaaları da kullarıdır. Müşrikler, yani kendilerini Allah’a ortak gösteren iktidar sahipleri, halklardan boyun eğmelerini, sabretmelerini, itaat etmelerini isterler. Ne var ki, bu baskı ve zulüm aygıtının tümüyle çöktüğü bir çağı yaşamaktadır insanlık.22

Mehmet Akif şiire sadece şiddetli bir tepki göstermekle kalmaz, peygamberine küfrettiğini iddia ettiği Fikret’e ağır hakaretler savurur. Şiirin yazılışından yedi yıl sonra Tarih-i Kadîm’e saldıran İstiklal Marşı şairinin, Fikret’i, Amerikan Koleji’nde öğretmenlik yaptığı için zangoçlukla23, “inek, utanmaz, tahtası eksik, deli kılıklı mani” gibi sıfatlarla suçlaması, tepkinin düzeyini de gösterir. Bilimsel yanıt üretemeyen gericiliğin; çıkışı küfür, aşağılama ve kışkırtma ve her türden saldırıda bulduğunu gösteren en güzel kanıttır Akif ve Sebil-ür Reşatçıların duruşu. Gericiler, Fikret’in Tanrı inancından yoksun olduğu için umutsuzluğa düştüğünü iddia ederler, ütopik sosyalizme, insancıllığa yönelik düşüncelerini ise Batı hayranlığıyla açıklarlar. Onlara göre ilmin merkezi ancak medrese olabilir. Edebiyat alanında bile olsa hiç bir yeni eğilim ülkeye girmemelidir. Farklı bir ifadeyle din felsefesi ve dini edebiyat dışında bir düşüncenin, hele hele materyalist ve positivist bir bakışın bu softa ekip tarafından hoşgörüyle karşılanması olanaksızdır. Özetle, olay din ile felsefe, doğma ile bilim arasındaki bir mücadelenin Fikret ve gericiler üzerinden topluma yansımasıdır. 

Fikret iki yıl sonra “Zeyl”24 ile yanıtlar Akif’i. 

Hakarete, küfre, yalan yanlış suçlamalara hiç sapmadan ama taviz de vermeden dindar olduğu dönemi ve dinlerdeki gelişmeleri anlatır. Sonuçta vardığı nokta ”yaşamak dini”dir.  Bir örümceğin bile onu tanrıya götürebileceğini, kutsal kitabının doğa olduğunu, iyiliğin de kötülüğün de kaynağının insan olduğunu, insan sevgisini de üzüntüsünü de yüreğinde taşıdığını söyler. Alçakgönüllülüğün, insaflı davranmanın, doğruluğun, merhametin, sevginin, şairlere “zangoç” dememenin, kendi vicdanının eksenini oluşturduğunu anlatır Akif’e. Şiir “Sen ne dersin buna? Hey molla sırat?!” diye sonlanır25.

Tüm insanlık için adil bir düzeni, aydınlanmayı, dogmaya karşı bilimi, dine karşı felsefeyi savunan Fikret’in mücadelesi ve gericiliğin onun düşüncesine karşı verdiği kavga sürüyor.  Kubilayların öldürülmesiyle, Kanlı Pazarlar, Kahraman Maraş, Çorum, Sivas Madımak katliamlarıyla sürüyor. Günümüzde de siyasal, toplumsal yaşamda adım adım güç kazanan gericiliğe karşı, aydınlanma değerlerine sahip çıkan, ilericiliği sosyalizm mücadelesi ile birleştirerek sürdürenler arasındaki kavga sürüyor. 

Sürecektir de çünkü Fikret’in karşı çıktığı, eleştirdiği düzen, tüm kötülükleriyle hâlâ ayaktadır. Düzenden kaynaklanan kötülüklere emekçi sınıfların rıza göstererek tahammülünün bir yolu olan dinsel boyun eğme, hâlâ egemen sınıfların elinde etkin bir silahtır. Sosyalist solun laikliğe ta başından bu yana dört elle sahip çıkmasının nedeni, bilime olan inancın ötesinde bu gerçektir. Türkiye devrimcilerinin talepleri içinde aydınlanma değerlerinin olmazsa olmaz bir talep olarak her zaman yer alması başka nasıl açıklanabilir? 

Fikret’e dönersek;

Padişahtan korkmamış, hoşgörüsüzlükten, saldırıdan ürkmemiş, inançlarını her dönemde ve her koşulda olduğu gibi söylemiş, maddi çıkar ya da mevki peşinde koşmamış, kitleleri uyutmak için siyasal iktidarların eteklerine yapışmamış bir ozandır Fikret. “Resim küfürdür” denilerek coğrafya kitaplarının tuvaletlere atıldığı, insanların fetvalarla boğdurulduğu dönemlerde onun gösterdiği yüreklilik unutulmaz.  

Sertel, Şefik Hüsnü ile aynı vurguyu paylaşır ve Fikret’te sosyalizm eğilimlerinin var olduğunu ama sosyalizm koşullarının oluşmadığı o dönemde bu sosyalizmin “bir hayal ve gölge” halinde kaldığını söyler26.  

İnsanlığın eşit ve özgür bir toplum mücadelesi bugün de sürmekte. Bilimsel sosyalizmin önderliğinde, örgütlü olarak sömürü düzenine karşı çıkan devrimciler aydınlanma değerlerine ve Tevfik Fikret’e de sahip çıkıyorlar.
 

  • 1. Gürültü patırtı, karışıklık, kavga
  • 2. Seçme Yazılar, Şefik Hüsnü Deymer, AYDINLIK, Sayı 10, 1.11.1922, Aydınlık Yayınları, Ankara, Mart 1971, s. 103-4.
  • 3. Yukarıda anılan kitap Türkiye baskısıdır. 1957’de Sofya, Bakü’de bir baskı daha yapıldı. Bu baskıda yazarın dili olabildiğince sadeleştirilerek günümüz Türkçesine uyarlanmıştır.
  • 4. Hür ve müsavi= özgür ve eşit
  • 5. Tevfik Fikret, İdeolojisi ve Felsefesi, Yurt ve Dünya Yayınları, 1946, s. 68, İstanbul
  • 6. agy, s. 118
  • 7. Fikret bu nedenle Nazım tarafından bireycilikle ve anarşizmle suçlanmıştır. (Resimli Ay dergisi, Eylül 1930, aktaran Virgül dergisi, Temmuz 2000, sayfa 78)
  • 8. Sabiha Sertel, Tevfik Fikret, İdeolojisi ve Felsefesi, Yurt ve Dünya Yayınları, 1946, s. 4-5, İstanbul
  • 9. Yukarıdaki bölüm, Sabiha Sertel, İlericilik, Gericilik Kavgasında Tevfik Fikret, Çağdaş Yayınlar, 1996, İstanbul adlı kitaptan alıntılanmıştır. Kitabın 9. Sayfasından alıntılanan bölümün 1946 baskısındaki biçimi ise şöyledir: “Gördüm ki, Tevfik Fikret Türkiye’nin yalnız edebi hayatında bir müceddit değil, fikir ve felsefede de devrinin ideolojisi üstünde bir düşünüş tarzına sahiptir. 1908 inkilabını büyük bir heyecanla alkışlayan Fikret, yapılan reformun geniş halk kitlelerinin kalkınması, memleketin iktisadi, içtimai, siyasi kurtuluşu üzerinde müsbet bir rol oynamadığını görünce, cemiyeti ve bunun idarecilerini insafsızca tenkit etmiştir...” (S. Sertel, Tevfik Fikret, İdeolojisi ve Felsefesi, Yurt ve Dünya Yayınları, 1946, s. 1, İstanbul). Yazı boyunca daha yeni bir Türkçeyle yayınlandığı için, alıntılarda Çağdaş Yayınların yaptığı yeni baskıdan yararlanılacaktır.
  • 10. Çağdaş Yayınlar, s. 94
  • 11. Çağdaş Yayınlar, s. 33-34
  • 12. Geri çekme, geri adım atma
  • 13. Sabiha Sertel, 1996, İlericilik, Gericilik Kavgasında Tevfik Fikret, Çağdaş Yayınlar, s. 49, İstanbul
  • 14. Kötülük dönemi
  • 15. En büyük ümit
  • 16. Çağdaş Yayınlar, s. 57
  • 17. Çağdaş Yayınlar, s. 58
  • 18. Vatanım bütün yeryüzü, milletim insanlıktır.
  • 19. Eski tarih
  • 20. Çağdaş Yayınlar, s. 112
  • 21. gökyüzü
  • 22. Aydın Çubukçu, Evrensel Kültür dergisi, “100 yıl boyunca Tevfik Fikret” içinde “Tarih-i Kadim”, 2015
  • 23. Zangoç= kilisede çan çalan görevli
  • 24. Ek
  • 25. Çağdaş Yayınlar, s. 61-64
  • 26. Çağdaş Yayınlar, s. 96