'Emekçilerin kendileri ve sınıfları için olgunluk ölçütünü taşımayan seçim, uzlaşmacılıktan ve kapitalizmin temsilcilerinin nöbet değişiminden başka bir şey olmayacaktır.'

'Genel oy hakkı, işçi sınıfının olgunluk ölçütüdür'

“En yüksek devlet biçimi olan ve modern toplumsal koşullarımızda gitgide kaçınılmaz bir zorunluluk haline gelen proletarya ile burjuvazi arasındaki son kesin savaşın sonuna kadar sürebilecek olan demokratik cumhuriyet”de emekçilerin kendini ayrı bir siyasi parti olarak örgütlemesi ve kapitalizmin temsilcilerini değil, kendi öz temsilcilerini seçmesini anlatırken söyler Engels başlıktaki anasözü (Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni). 

Genel bakışla okursak, emekçilerin kendileri ve sınıfları için olgunluk ölçütünü taşımayan seçim, uzlaşmacılıktan ve kapitalizmin temsilcilerinin nöbet değişiminden başka bir şey olmayacaktır.

Türkiye siyasi faaliyet hakkına, siyasi partilere, siyasete, ekonomik ve toplumsal ilişkilere seçimle bakma bağımlılığı olan bir ülke. Öyle ki kimi “sol”da bile bu bağımlılık ağır basabiliyor. Ve sonuçta “düzen içi”, kendi çizdiği sınırlar içine düzene karşı olduğunu söyleyen kimi bireysel/örgütsel solcuları da çekerek seçim fetişizmiyle düzenin sürmesini her zaman elinde tutuyor. Bir taksi şoförünün 2018 başkan seçiminden iki ay bile geçmemişken sorduğu soru durumu açık anlatıyor: “Ağabey seçimde kime oy vereceğiz?” 

Böylesine çürümüş ve batak, pahalılığın ve yoksulluğun tavana vurduğu, hak gasplarının yaşandığı sömürü ortamında sermaye büyümeye, kazanmaya, egemen olmaya devam ediyor; AKP yirmi yıldır iktidarda. Sermaye-devlet-parti işbirliği devam ederken düzen içi muhalefetin treni sallama düşüncesinden başka yaptığı bir şey yok. 

Sallamayı düşündükleri de “başkan treni”. TÜSİAD ziyaretleri devam ediyor. Yolsuzluk-mafya ilişkileri bile daracık havuzun içinde okunuyor. Kamuculuktan, laiklikten, kapitalizm ve emperyalizm karşıtlığından, yoksulluktan, emekçi halkın hak gasplarından ses yok. 

“İki defa cumhurbaşkanı seçilen” Erdoğan’ın tek koşul dışında üçüncü defa aday olamayacağı, yani seçimsiz gönderilmesi olasılığını bile yarım ağız, teğet geçiyorlar. Hatta Cumhurbaşkanının ikinci döneminde Meclis tarafından seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi halinde, bir defa daha aday olabileceği hükmüne destek vereceklerini, seçimi kazanmanın garantisi altında meydan okuma olarak gösteriyorlar. Sürekli seçim söylemini gündemde tutuyorlar. Halkı seçimle kandırmada elma şekerleri bu; aslında baskı şekeri… 

Anıl Çınar’ın son yazısında belirttiği gibi: “Liberalizmin otoriteyle bir derdi hep olacaktı, başka türlü özgürlük kavgası zor verirdi. Ama ne sınıftan bağımsız bir otorite olabilirdi ne de liberalizmin burjuvaziyle bir derdi olabilirdi. Liberalizm otoriteyi güçler ayrılığının, meclisin, devletin karmaşık mekanizmalarının arasına gizledi. Burası iflas ettiğinde bunları çöpe atmanın zeminini yaratabilmek için de… Sonra otoriteyi tek kişinin arkasına gizledi ve gerektiğinde onunla kavga etti, ettirdi.” 1

Başkanlı rejim ve seçim bağlantısı içinde yalnız Erdoğan üzerinden değil, düzen içindeki olası başkan adayları tartışması üzerinden de aynı şey yapılıyor. Her şeyin seçime, seçimin de başkana bağlandığı bir sanal ortam filmi izlettiriliyor sürekli. Tüm piyasalar, ekonomi, siyaset, sosyal ilişkiler hep “başkan seçimi piyasası”na bağlanıyor. Kapitalizmin temel yasaları ve ekonomi politiği unutturuluyor. Başkan ya da parlamentodaki koltuk dağılımı değişse de düzen değişmeyecek, herkes düzenle uzlaşacak… İstek bu, hedef bu. 

Şili’de yaşananlar güncel örneklerden biri. 25 Ekim 2020’de halk Pinochet Anayasasının iptaline evet dedi. Yeni anayasa isteği halka soruldu, onayı alındı, kurucu meclis oluşturuldu; anayasa metni hazırlandı ama geçen hafta sonu halkoylamasında reddedildi. Oysa hem Gabriel Boriç hükümetinden sonra, hem kurucu meclis oluşturulmasında ve yeni anayasa yapım sürecinde halk adına, sol adına -kimi çevrelerde büyük olmak üzere- umutlar yeşermişti.

Yeni anayasanın reddi konusu uzun analizleri gerektiriyor. Bunların çok yönlü bir özetini Tolga Şirin yazısında okumak olanaklı, yinelemeyeceğim.2

Ancak, izlediğim çeşitli kaynakları da ekleyerek birkaç noktayı vurgulamakta yarar var. Hazırlık ve yazım sürecinde ne kadar katılımcı olursa olsun, mevcut anayasalara göre ne kadar ilerici nitelik taşırsa taşısın ortaya çıkan yeni anayasa liberal. Örgütlere değil, kişilere dayalı politika yanlışlıkları vardı, emekçi halk için sınıfsal, ilkeli bir politika oluşturulamadı. Nitekim Avrupa Hukuk Yoluyla Demokrasi Komisyonundan (Venedik Komisyonu) destek alınmıştı ki bu Komisyonun burjuva demokrasisi savunusu, liberalliği açık. Hazırlık ve yazım sürecinde halk yeterince ve gerçekçi bilgilendirilmedi, hatta medya tekellerinin ve ABD’nin bu anayasanın solcu olduğu yönlendirmesi ağır bastı. Özetine, Boriç göndermeli, sol liberalizm denilebilir. Sözünü ve özünü net anlatmayan, belirsizlikler içeren bir anayasa metni söz konusuydu. Halkı ilkeli ve sınıfsal bir örgütlenme içinde buluşturacak siyaset eksikliği açıktı. Diğer deyişle emekçi halk dışarda tutuldu, halkoylamasına çağrıldı.

Şili’deki halkoylaması iki ana başlıkta okunabilir: 

  1. Halk Pinochet Anayasasından kurtulmanın (bizdeki tek adam rejiminden kurtulma gibi) tek başına yeterli olmayacağını, yerine konulacak olanın (Şili’deki Boriç hükümeti ve politikası gibi) önemini, seçenek diye sunulanların gerçek seçenek olmadığını gördü. Bunu “düzen içinden çıkan ne kadar olumlu olabilir ki” diye de özetleyebiliriz.
  2. Ulusal ve uluslararası düzen ve siyaseti, “biz halka, halkın istediği anayasa yaptırmayız; yaparsak biz yaparız, halkı da uzlaştırırız, evcilleştiririz, sağla uzlaştırırız” dedi. 

İkincisi, Türkiye’de birçok örnekle görüldü. Birinciyi emekçi halk adına bir olumluluk ve umut olarak tutalım; izlemeye devam edelim. 

Sonucu, yazı başlığına ve Onur Küçükarslan’ın soL’daki 23.12.2021 günlü Şili yazısına göndermeyle bağlayalım: “Kapitalizmi yönetmeye aday ‘laboratuvar solcularından’ daha fazlasını beklemek, halka karşı suç işlemekle eş anlamlı.”  “Şili'de dikiş tutmayan düzeni ayakta tutmak için bir kez daha 'sosyal demokrasi' devreye sokulurken, mücadelenin seyrini sandık değil, emekçi halkın mücadelesi belirleyecek.”3