Akla ne gelirse hepsi sıralanıyor. Ama hepsi düzen içi; artık adımız, soyadımız gibi bilmemiz gereken deyişle hepsi “burjuva düzeni”nin, “sömürücü sınıf”ın, “sınıflı toplum”un içinde bulunan formüller

Geleceği kapitalizmin karanlığında aramamak

Saçmalığın sınırı yok demeyeyim ama pes dedirtecek öngörüler sağanak halde. 19 yıllık siyasal iktidarın sonuna yaklaşma emareleri ortaya atıldıkça bir yandan da AKP’nin yapabilecekleri üzerine hikayeler yazılıyor.

Geçen hafta değindiğim ve Anayasa değişikliklerinin ancak şeklen denetlenebileceğini, bunun için de 2017 yılında on günlük süresi içinde başvuru yapılması gerektiğini, bu başvurunun Anayasa Mahkemesine yapılmadığını, artık yapılmasının da olanaksız olduğunu özetlediğim “başkanlı rejimin AYM’ce iptali” söylentisine bir başka olanaksız durum daha eklendi. Meclisin salt çoğunluğuyla yani 301 parmakla anayasa değişikliği yapılabileceği söylendi. Birinci olanaksızlığı AYM de yanıtlamak zorunda kaldı. İkincisini de Anayasanın kendisi yanıtlıyor zaten: Anayasa değişiklikleri ancak 360 parmakla kabul edilebilir, 360-400 parmak arası kabulde halkoyuna gidilmesi zorunludur, 400 parmak üstünde zorunlu değildir. Savaş çıkarma, seçim sonucunu tanımama gibi söylentiler de diz boyu.

AKP’den ve/veya başkanlı rejimden kurtulma ya da kurtulmama ile düzeni sürdürme arasında yalpalamanın, kaybetme korkusunun dışa vurumu. Açıkçası birincisi, yani kurtulma bile ulusal ve uluslararası sermaye yönünden henüz adı konulmuş bir durum değil. Buna bağlı olarak ikincisi ise artık isyan sınırına dayanan emekçi halkı düzen içinde tutacak, direnişi önleyecek her türlü yolu kullanmak üzerine kurulu.

HDP’nin kapatma davasından, “bir de bakmışsınız CHP kapatılıvermiş”e; cumhur ittifakının karşısına çıkarılacak, içinde eski AKP’lilerden, milliyetçilerden, dincilerden, neoliberallerden tutun düzen içi her kesimin olduğu millet ittifakından yine düzen içi üçüncü ittifaka; bir yandan parti kapatma rüyaları sürerken 2 Kasım 2021’den geriye sayıları 120 olan, programları ve adları yerine liderleriyle anlatılabilen siyasi partilere; uygulanmayan Anayasadan yeni anayasa çalışmalarına; yıllarca sermaye sınıfı yanında olan ama başkanlı rejimle önemsizleştirilen parlamentodan güçlü parlamenter rejime; partileştirilen ve hukuksuz düzenle uyum sağlayan yargıdan yargı reform paketlerine; adaletsiz seçim hukuku ve uygulamasından seçimden umut çıkarmaya; asgari ücreti yükseltmekten ve pahalılık karşısında gücünü yitiren 3600 ek göstergeden vergi indirimlerine; vs. vs…

Akla ne gelirse hepsi sıralanıyor. Ama hepsi düzen içi; artık adımız, soyadımız gibi bilmemiz gereken deyişle hepsi “burjuva düzeni”nin, “sömürücü sınıf”ın, “sınıflı toplum”un içinde bulunan formüller, vaatler. Bu düzenin bir parmak bal gösterip acısını darbelerle, baskıyla, şiddetle çıkardığı; çay kaşığıyla verip özel hazırlanmış kepçelerle, kazanlarla geri aldığı o kadar çok örneği var ki…

Oysa gerçekler, maddi yaşam bize sömürenlerin verdiklerini değil, emekçilerin hak mücadeleleriyle aldıklarını somutluyor. Hak verilmiyor, alınıyor. Verdik diyenlerin verdikleri o hak mücadeleleriyle kazanılanların uyumlaştırıcı taktiklerinden başka bir şey değil; işlerine gelmeyince de hemen geri alıyorlar. Sonra da adına eşit gelişme, gelir dağılımı adaleti, vergi adaleti, sosyallik gibi boyalar katıyorlar. Devrimleri karşı devrimlerle yıkmaya da devrim diyerek kandırıyorlar.

7 Kasım günü Büyük Ekim Deviminin 104. yıldönümünde semt evi, işçi evi, köy evi, ilçe ve illerde, yüzden fazla noktada yapılan toplantılardan birinde TKP Kayseri İl Bürosundaydım. Üyelerimiz ve gönüllülerimizin, dostlarımızın katıldığı bu tür toplantılarda düzen içi seçeneklerle ilgili sorular da gelir. Kayseri’de gelmedi. Ki Kayseri düzen içi ekonomik ve siyasal ilişkiler yönünden göz önünde, izlenmesi gereken bir il. Genel değerlendirme de gösteriyor, bu tür sorular azalıyor. Bu önemli.

AKP gidecek diye liberalizme çanak tutulmaması gerektiği de yaygınlaşıyor. Bu daha da önemli.

Kayseri’de ve doğudan batıya, güneyden kuzeye tüm ülkede pırıl pırıl gözlerle ve umut dolu yüreklerle “Sosyalizm Programı” ile buluşanlar günlük yaşamında da “Partili Yaşam”ı özümsüyor.

Lenin’in Nisan 1917’de vurguladığı gibi, “kanıcı körlük ve körükörüne kanıcılık, özellikle yaşamın (iktisadi ve toplumsal durumlarının) kapitalistlere güvenmemeyi öğrettiği proleterler ve yoksul köylüler arasında, her gün daha çok un ufak olup dağılacaktır. Küçük-burjuvazinin önderleri halka burjuvaziye güvenmeyi öğretmek ‘zorundadırlar’. Proleterler ise, ona güvensizliği öğretmek zorunda.”*

Artık emekçi halk sömürücü düzende eşit gelişmelerin olanaksız olduğunu; demokrasi, özgürlük, eşitlik, adalet yanılsamalarına, etnik ve dinsel göz boyamalara kanılmayacağını; bozulan dengelerin zaman zaman yeniden kurulmasının “sanayide bunalımlardan, siyasette savaşlardan” geçeceğini; eşitsizliğin kapitalizmin “mutlak yasası” ve sömürücülerle uyumlaşarak kurulacak dengelerin emekçiler yönünden tuzak olduğunu; geleceğin kapitalizmin karanlığından çıkılarak kurulabileceğini; geçmişin aydınlığından ve devrimlerden alınan ışıkla sınıfsal mücadelenin esas olduğunu görüyor.

Sömürü düzenine son veren Büyük Sosyalist Devrimden bir gün önce Lenin’in Merkez Komite üyelerine gönderdiği mektupta dile getirdiği; "Tarih, bugün muzaffer olabilecekken (ve kesinlikle muzaffer olacakken) yarın birçok şeyi yitirme, evet hatta her şeyi yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kalacak devrimcilerin geç kalmasını affetmeyecektir. Bugün iktidarı ele geçirirsek, onu Sovyetlere karşı değil, onlar için ele geçirmiş olacağız” sözleri emekçi halkın “toplum”, “siyaset” ve “iktidar” kavramına yaklaşımına da ışık tutuyor.

Sınıfsal mücadelenin egemen sermaye sınıfının uyuşturma ve uyumlaştırma tuzaklarına düşürülmesi zamanında değiliz. Sınıfların ve sömürünün ortadan kaldırılması için örgütlenerek sosyalist devrimin tabanını genişletme, devrimi yakınlaştırma zamanındayız. İnsanlık iyi şeylere layık ve bu mutlaka başarılacak.

  • *. 104. yıl nedeniyle bir kez daha: V.İ.Lenin, “Ekim Devrimi Dosyası”, Sol Yayınları.