Gazi Paşa’nın yaklaşık 102 yıl önceki bu tespitlerini özellikle son 44 yıldır unutmuş olmanın bedelinin ne kadar yüksek olduğu yeterince açık değil midir?

Gazi Mustafa Kemal Paşa ve TBMM açış konuşmalarındaki iktisadi konular: 1 Mart 1922

Bilindiği üzere ülkemiz Cumhurbaşkanları, TBMM’yi her yıl bir konuşma ile açarak, geçmiş yılın gelişmelerini yorumlar ve geleceğin muhtemel gelişme patikalarını gösterirler. Bir anlamda bu istikamet veriş her ne kadar son yıllarda heyecanını yitirmiş olsa da 23 Nisan 1920’den bu yana Cumhuriyetimizin yararlı bir geleneği olmuştur.

TBMM’nin ilk açılışından Kasım 1938’e kadar olan süreçteki konuşmalar Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e aittir.  İlk dört konuşma BMM’nin birinci dönemine ait olup, konuşmalar Ankara Milletvekili ve Reis Paşa, sıfatıyla yapılmıştır. 1938 Kasımına kadar beş dönem boyunca yapılan diğer on altı konuşma, Reisi Cumhur olarak bizzat Atatürk’ün kendisi tarafından gerçekleştirilmiştir.

Konuşmalardan ikisi bana göre oldukça kapsamlı ve kritik önemdedir: Birincisi 1922, diğeri de 1937 yılında yapılanlardır. Bu yazıda 1922, gelecek yazıda da 1937 konuşmasına yer vereceğim. Metinleri takip edildiğinde görülecektir ki, Gazi Paşa “ekonomist” olmasa da iktisat konularına bir bütünlük içinde oldukça hâkimdir.

Unutulmamalıdır ki, 1922’nin 1 Martında daha büyük taarruz gerçekleşmemiş, Milli Mücadele henüz nihayetlenmemiştir. Ateşle barut, dans etmektedir.

3. Yasama Yılı: 1 Mart 1922 tarihli konuşmada iktisadi vaziyet1

Mustafa Kemal’in TBMM’yi açış konuşmaları içerisinde en ayrıntılı konuşmalarından ilki 1922 yılı konuşmasıdır. Reis Paşa, Teşkilât-ı Esasiye ile Misak-ı Millî’ye atıfla yönetimin esaslarını belirlemektedir:

(…) Efendiler,
Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümetinin iç yönetimde ve politikasındaki genel kural, Teşkilât-ı Esasiye Kanunumuzun birinci maddesiyle Misakı Millimizin birinci ve beşinci maddelerinde kesin ve açık olarak gösterilmiştir. Buna göre yönetimimiz, kayıtsız şartsız egemenliğine sahip olan halkın geleceğini kendi eli ile ve fiili olarak yönetme esasına dayanmaktadır
”.

Konuşmanın devamında, toplumsal ölçekteki sağlık sorunları ile beraber çalışma hayatı ve iktisadi alanlar ağırlık taşımaktadır.

Gazi Mustafa Kemal Paşa, 1922

İktisadi hayata ilişkin temalar, Türkiye’nin sahibi ve gerçek efendisinin kim olduğu sorusu ile başlar. 17 Şubat 1923’te İzmir’de toplanacak olan Türkiye İktisat Kongresini açarken yapacağı konuşmada2 vurgulayacağı kılıç - saban ikileminin ipuçları gelmektedir.

Gazi Paşa, Cumhuriyetin yoksul bir köylüler ülkesinde kurulacağının farkındadır.

“(...) Efendiler,
    Türkiye'nin sahibi ve efendisi kimdir?
(Köylüler sesleri) Bunun cevabını derhal birlikte verelim: Türkiye'nin gerçek sahibi ve efendisi, gerçek üreticisi olan köylüdür (Şiddetli ve sürekli alkışlar). O halde herkesten çok bolluk, mutluluk ve varlığa hak kazanan ve buna layık olan köylüdür (Sürekli alkışlar). Bundan dolayı, Büyük Millet Meclisi Hükümetinin iktisat politikası bu önemli amacın sağlanmasına yöneliktir.
    Efendiler, 
    Diyebilirim ki, bu günkü felâket ve yoksulluğun tek nedeni bu gerçeği ihmal etmiş olmamızdır. Doğrusu yedi yüzyıldan beri dünyanın çeşitli yörelerine gönderilerek kanlarını akıttığımız, kemiklerini topraklarında bıraktığımız ve yedi yüzyıldan beri emeklerini ellerinden alıp gereksiz yere harcadığımız ve buna karşılık daima onurunu kırdığımız ve hor gördüğümüz ve bunca özveri ve iyiliklerine karşılık nankörlük, küstahlık ve zorbalıkla uşak durumuna indirmek istediğimiz bu ülkenin gerçek sahibi huzurunda bu gün büyük utanç ve saygı ile gerçek durumumuzu alalım”
(Şiddetli alkışlar).”

TBMM, Ankara. 21 Ağustos 1920

Kurulması tasarlanan Cumhuriyetin ilk ve geniş hedefi, köylüyü çiftçi yapabilmektedir.  Yüzyıllarca cenge gitmiş köylü, henüz çiftçi değildir. Üretici olmayı yani çiftçi olmayı öğrenememiştir. Demek ki yeni devleti kurabilmek ileri gidebilmek ve tazelenebilmek için bu insanları, çiftçi yani üretici yapabilmek lazımdır ki, Cumhuriyetin yurttaşı olmaya doğru adım atması sağlanmış olabilsin.

Bilsay Kuruç hocam,  bu konuyu Gazi Mustafa Kemal’in Yurtta sulh, cihanda sulh ifadesi ile de birleştirerek, bu ifadenin nüfusun yüzde 90’ını oluşturan köylülere, ‘artık sizleri savaşa götürmeyeceğiz, tarlalarınızı ekebilirsiniz’ güvencesini vermek olarak da yorumlamaktadır.3

Mustafa Kemal,  milletin esas olarak çiftçi olduğundan bahisle, güçsüz özel sektöre, kapitülâsyonlara ve ekonomide yabancı hâkimiyetine ve onların haksız rekabetlerine dikkat çekmektedir:

"Efendiler, 
    Milletimiz çiftçidir. Milletin çiftçilikteki çalışmasını çağın ekonomik tedbirleri ile en yüksek düzeye çıkarmalıyız. Köylünün işlerinin sonucu ve çalışmasının semeresini kendi yararına en yüksek düzeye çıkarmak, iktisat politikamızın ana prensibidir. Bundan dolayı bir yandan çiftçinin çalışmasını artıracak ve verimli kılacak bilgi, araç ve fenni aletlerin tamamlanması ve sağlanmasını ve diğer yandan onun bu çalışmasının sonucundan en fazla yararlanmasını sağlayacak iktisadi tedbirlerin alınması için çalışmak gereklidir.

Reis Paşa, tarım ile ilgili engelleri ilk elden tasnif ederken, yapılacak yasal düzenlemelerle de ‘korumacılık’ uygulamalarının sinyallerini vermektedir.

Şimdiye kadar yolun olmaması, modern taşıma araçlarının bulunmaması, değişim usullerinin çiftçi aleyhine olması ve hükümet kanunlarının çiftçiyi korumaması gibi engellerin kaldırılması gereklidir. Bu noktada özellikle zirai ürünlerimizi buna benzer yabancı ürünlere karşı koruyamaz duruma düşmemizden dolayı milletimizi bu günkü ekonomik sefalete düşüren kaldırılmış kapitülâsyonların feci durumunu hatırlatmadan geçemem. Bildiğiniz gibi, ülkemiz ekonomik kuruluş ve çevre yönünden kuvvetli durumda değildir. Özel sektör kuruluşları da serbest ticaret mücadelesine dayanabilecek bir güce gelmemişlerdi”.

Emperyalizmin, Tanzimat’la birlikte ekonomiyi nasıl olumsuz etkilediğinin ifadesi ise şu satırlarda daha iyi görülmektedir:

Tanzimat’ın açtığı serbest ticaret devri, Avrupa rekabetine karşı kendisini koruyamayan ekonomimizi bir de iktisadi kapitülâsyon zincirleriyle bağladı. Kuruluş ve özel sektör yönünden ekonomik alanda bizden çok kuvvetli olanlar, memleketimizde bir de ayrıca imtiyazlı durumda bulunuyorlardı. Gelir vergisi vermiyorlardı. Gümrüklerimizi ellerinde tutuyorlardı. İstedikleri zaman istedikleri eşyayı, istedikleri şartlar altında ülkemize sokuyorlardı. Bütün ekonomimizin her bölümüne bu sayede kesin olarak hâkim olmuşlardı.

    Efendiler, 
    Bize karşı yapılan rekabet gerçekten, çok gayri meşru, gerçekten çok yok edici idi
(Kahrolsunlar sesleri). Rakiplerimiz bu davranışlarıyla gelişmeye elverişli sanayiimizi de öldürdüler. Tarımımıza da zarar verdiler. Ekonomi ve maliyemizin gelişmesi ve olgunlaşmasını önlediler.” 

Bu bağlamda ilginç ve önemli bir değerlendirme için şu satırlara göz atmakta yarar bulunmaktadır: “Dolayısıyla, bağımsızlık savaşı sırasında Kemalistler, yalnızca Anadolu'nun paylaşılmasını önlemek istedikleri için değil, aynı zamanda yeni Türkiye'nin, Batı'nın ekonomik sömürgesi olarak kalmasını reddettikleri için de antiemperyalisttiler”.4 Feroz Ahmad’ın da belirttiği gibi, mücadelenin bu yanı, Kemalist kadroların lafta yabancı sermayeye karşı çıkarken ona tavizler verdiğini öne süren bazı eleştirmenlerin Kemalizm’in antiemperyalizmi konusunda kuşkular yaratmaları yüzünden, bazen göz ardı edilmektedir. Bu çevreler, Cumhuriyet kadrolarının iktisadi siyaseti konusunda önemli bir noktayı, yani onun hem kapitalist, hem de aynı zamanda antiemperyalist olduğunu görmezden gelmektedirler. Bu o dönem için, izlenmesi gerçekten çok zor olmakla birlikte, çelişkili değildir ve sömürgelikten kurtulma dönemindeki hemen bütün yeni ulus devletlerin politikalarıdır. Çünkü yabancı sermaye, ancak beraberinde siyasi ya da iktisadi bağlar getirmediği sürece memnunlukla karşılanabilirdi.

Gazi Paşa, tarımsal sanayinin güçlendirilmesinden hareketle geliştirdiği konuşmasında iktisat politikasının temel amaçlarının ipuçlarını belirterek Cumhuriyet tarihinin iktisadı ile ilgili çok sayıda çalışmada göz ardı edilen ‘devletleştirme’den de ilk olarak bahseder:

Efendiler,
    Artık engelsiz ve bağımsız bir hayata atılan Türkiye için, ekonomik yaşamı boğmakta olan kapitülâsyonlar yoktur.
(Şiddetli alkışlar) Ve olamaz. Ekonomik yaşamımızın belirli amaçlara yöneltilmesi ve süratle gelişmesi ve yükselmesi için alınacak önlemler içine ülkemizde Avrupa rekabeti yüzünden yok edilmiş ve şimdiye kadar gelişmemiş olan tarımsal sanayimizi güçlendirip, modern ekonomik araçlarla donatmayı önemle göz önünde bulunduracağız. (İnşallah sesleri) Gerek tarım, gerek memleketin varlık ve genel sağlığı konularında önemi kesin olan ormanlarımızı da modern önlemlerle iyi duruma getirmek, genişletmek ve en yüksek faydayı sağlamak da önemli kurallarımızdan biridir. İktisadi politikamızın önemli amaçlarından biri de genel yararı doğrudan doğruya ilgilendirecek kurumlar ve iktisadi teşebbüslerin mali kudretimizin ve teknolojimizin izni oranında devletleştirilmeleridir.”

Nitekim iktisat politikasının önemli amaçlarından biri olarak “devletleştirme”, Cumhuriyetin iktisat felsefesinin temeli olarak kalacak ve 1930’ların devletçilik politikasının bir anlamda ‘ön adımı’ ve süreç içerisinde de ana payandalarından birini oluşturacaktır. Ve hatta ‘ulus devletin yaratılmasında’ nirengi noktalarından birini oluşturacaktır.

Daha 1922’de kurumsallaşmadan ve bir plan dâhilinde gelişmeden yana olmak lazım geldiğini, maden ve madenciliğin ve de ulaştırmanın ekonomi için önemini belirtir:

Özet olarak, topraklarımızın altında kullanılmadan duran maden hazinelerinin kısa sürede işletilerek milletimizin yararına sunulması da ancak bu yöntemle mümkündür. Bununla birlikte, sadece ekonomik yararlanma amacı ile gerek madenlerimizde, gerek diğer ekonomik konularda, bayındırlık hizmetlerinde çalışmak isteyen sermaye sahiplerine Hükümetimizce her türlü kolaylığın gösterileceği şüphesizdir”.

Ülke ekonomisinin iki temel dayanağı olan tarım ve tarımsal sanayiden bahisle, yani tekstil ürünlerindeki alt yapının korunarak güçlendirilmesi, kurulacak yeni sanayi sektörlerinin ve kurulum işleminin yeni bölgelerde olmasının önemini belirtir:

Bu sermayelerin kanunlarımıza uygun şekilde kullanılması gereklidir. Ülkenin ekonomik temelleri, tarım ve tarımsal sanayie bağlı olmakla birlikte, ülkede öteden beri var olan örneğin dokuma sanayii gibi kurumların korunması ve canlandırılması ve bazı bölgelerde yeniden kurulabilecek diğer sanayiin her şartta gözetilmesi göz önünde önemle bulundurulacaktır. İktisat Bakanlığımızın bir yıllık çalışması bu açıkladığım görüş içinde yürütülmüştür."

Bununla birlikte hemen hemen ilk sosyal politika düzenlemelerinden biri olarak çalışanların rahat yaşamalarını sağlayacak olan Zonguldak Amele Kanunu düzenlemesi ile birlikte çok sayıda kurumsal düzenlemeyi de aşağıdaki biçimde özetler:

Anadolu'da genel taşımacılığı kolaylaştırmak üzere otomobil ve kamyon işletmelerine izin verilmesini sağlayan tüzük, cephede savaşan asker ailelerine yardım esaslarını da içine alan tarımsal yükümlülük tüzüğü, Meclisçe kabul edilen tohumluk ödeneğinden ihtiyaç beliren yerlere usulüne uygun şekilde dağıtım yapılması, Ziraat bankaları vasıtasıyla çiftçi âletleri ve tarımsal araçların uygun fiyatlarla dağıtılması ve diğer bir özel kurul vasıtasıyla da bunların önemli miktarlarda yeniden sağlanması ve gümrüklerimizde milli üretimimizin saygınlığının korunması için bir tutum belirlenmesi ve bunun yürürlüğe konulması hususlarını bu konu ile ilgili çalışmaların sonuçları olarak saymaya değer buluyorum.”

Gazi bununla da yetinmemekte ve daha 1922’de ‘iktisadi planlamanın’ sinyallerini vermektedir,

Bundan sonra da genel ekonomik çalışmalarımız ve iktisat politikamızın değindiğim ve gösterdiğim bu görüş içinde ve bir plan dâhilinde, düzenli bir biçimde yürütülmesi Bakanlar Kurulumuzun çabalarını bu nokta üzerinde toplaması ile sağlanacaktır. Böyle bir projemizin hazırlanmasında bayındırlık hizmetlerinin büyük önemi vardır. Çünkü ekonomik hayatın faaliyet ve canlılığı ancak ulaştırma araçlarının, yolların, demiryollarının, limanların durumu ve derecesiyle orantılıdır.

Demiryolları temelinde ulaştırma alanındaki ayrıntıları takiben maliye alanında; mali bağımsızlığın zaruretini, mevcut gelirle yetinmenin önemini ve bu bağlamda dış borçlanmaya bakışını özetler. 

Gazi’nin çok sık bir biçimde tekrarladığı gibi, mücadelenin temel amacı; özünde mali bağımsızlığın yattığı tam bağımsızlıktır:

Efendiler,
Her şeyden önce yaşam ve bağımsızlığımızı sağlamak demek olan milli amacımıza ulaşmaktan başka bir şey düşünemeyiz. Bundan dolayı, bizce en önemli nokta mali kudretimizin bunu karşılayıp karşılayamayacağıdır. 1920 ve 1921 yıllarının canlı deneylerine, bütçemizin denk durumuna, bugünkü iç duruma ve ekonomimizin bu geçen iki yıla oranla, kıyas kabul etmez derecede iyi bir düzeye ulaşmasıyla oluşan kesin ümitlere dayanarak arz edebilirim ki, ülkemizin gelir kaynakları milli davamızın güven içinde sağlanmasına yeterlidir
(Alkışlar)
 Mali kudretimiz, bu güne kadar olduğu gibi dış borçlanma yapılmadan da orta halli bir düzeyde, ülkeyi yönetecek ve amacına ulaştıracaktır
(Alkışlar).

Gazi Paşa’nın yaklaşık 102 yıl önceki bu tespitlerini özellikle son 44 yıldır unutmuş olmanın bedelinin ne kadar yüksek olduğu yeterince açık değil midir? Ülkenin 1922 yılındaki mütevazı gelir kaynaklarını, ulusal devletin inşası gibi zorlu bir süreç için bile yeterli gören bu anlayışın, günümüz iktisat politikasının biçimlendirilmesinde de uygulanmasının önemini vurgulamak bir zorunluluktur.

Bununla birlikte, ben yalnız bugün için değil özellikle gelecekle ilgili olarak devlet hayatı ve ülkenin refahı konularında şimdiki ve ilerideki mali durumumuzu çok önemli bulduğumu vurgulayarak maliyemizle ilgili endişeli görüşlerimi özetle anlatmak isterim:

Efendiler,

Bugünkü mücadelemizin amacı tam bağımsızlıktır. Bağımsızlığın tam sağlanabilmesi ise, ancak mali bağımsızlık ile mümkündür. Bir devletin aslı bağımsızlıktan yoksun olunca o devletin bütün hayati bölümlerinde bağımsızlık sakat durumdadır. Çünkü her devlet organı ancak maliye ile yaşar. Mali bağımsızlığın korunması için ilk şart bütçenin ekonomik bünye ile uygunluğu ve denk olmasıdır. Bundan dolayı devlet yapısını yaşatmak için dış ülkelere başvurmadan ülkeyi gelir kaynakları ile yönetmek çözüm ve önlemlerini bulmak gereklidir ve bulunabilir."

Mustafa Kemal ve arkadaşlarının ekonomiyi yeniden inşa faaliyetlerindeki ana dayanaklardan biri de tutum yani tasarruf ya da artırımdır. Çünkü onlar iktisadi büyümede ana belirleyicilerden birinin günümüzde unutulmuş olan ulusal tasarrufların olduğunun bilincindedirler. Farklı bir ifade ile birikimin ulusallığının doğal uzantısı üretimin ve daha geniş bir tanımla iktisadın ulusallığıdır. Nasıl mı? Reis Paşaya kulak vermeğe devam edelim:

Efendiler, 
Milli prensibimiz tutum olmalıdır (Şiddetli alkışlar).Bundan dolayı mali yöntemimiz, halkın baskı altında tutulup ezilmesinden kaçınmakla birlikte elden geldiğince dışarıya ihtiyaç göstermeden ve gereğinden çok harcamadan mevcut gelirle yetinmek prensibine dayanmaktadır. Şimdiki durumda yararlanılamayan gelir kaynaklarından yararlanmak ve halkın vergi yükünü azaltmak için bazı maddeler üzerinde tekel konulması gerekmektedir
”.

Peki, o zaman temelleri atılan ülke ekonomisindeki kamusal otoritenin egemenlik haklarının bir bölümünü temsil eden ‘Tekel’den bugün elimizde ne kaldı? Düşünmeye değmez mi? Borç yiğidin kamçısıdır demeyen Gazi Paşa, mali bağımsızlığı tehlikeye atmayacak tarzda bir dış kaynak tedarikine ‘bile’ ihtiyatlı yaklaşmaktadır:

Efendiler, 
Geçmişin ve düşmanların ülke ve ulusumuzu bütün medeni dünya ile birlikte gelişmeye doğru ilerlemekten yasaklamış olan zincirleri, bu gün bizi, az zamanda olağanüstü girişim ve icraatta bulunmaya zorluyor. Ancak bu zorunluluğun sağlanması ve kaybedilenlerin yerine konması bu günkü mali kudretimizin üzerindedir. Bundan dolayı Hükümetimizin her medeni devlet gibi dış borçlanma antlaşmaları yapması gereklidir. Yalnız alınan yabancı paraların, şimdiye kadar Babıâli’nin yaptığı şekilde ödemeye mecbur değilmişiz gibi amaçsız kullanılması ve tüketilmesine, dış borçlarımızın artırılmasına ve mali bağımsızlığımızın tehlike altına sokulmasına kesin olarak karşıyız.

Eğitime ve özellikle tarih eğitiminin önemine dikkatleri çeken Mustafa Kemal, ülke kaynaklarının zenginliğine ve harp sanayinin, farklı bir ifade ile ulusal savunma sanayinin gelişimine değinerek 1922 yılı konuşmasını tamamlar.

"(...) Efendiler,
Ordumuzu anarken, savaş gücümüzün kuruluşu ve hazırlanması, noksanlıkların tamamlanması ile ilgili çalışmaları da kısa bir şekilde anlatmak isterim. Özellikle, savaş sanayii üretimi yapan fabrikaların çalışmalarını özel takdirlerimle anmayı bir değerbilirliğin gereği olarak kabul ederim. Bu son yıl içinde bu fabrikaların eksiklikleri yavaş yavaş tamamlanmıştır. Bu gün her türlü ihtiyacın imal edilmesi mümkün bulunmaktadır. Yeni kurulan mermi ve fişek fabrikalarında çok miktarda topçu piyade cephanesi ile bombaların hazırlanması ve yapımı sağlanmıştır.
"

Mustafa Kemal’in bu konuşmasında öne çıkan vurgular bir ulusal iktisat programının da temel tercihleri olarak değerlendirilebilir / değerlendirilmelidir de.

Mülkiye’den sınıf arkadaşım, tarihçi Recep Boztemur hocam da bu konuşmaya ait tematik çerçevenin, devletin ulusal iktisadi gelişmede rolünü ve devlet müdahalesini göstermesi bakımından özel bir önem taşıdığını vurgulamakta, bir program olarak değerlendirmekte ve “(1) tarımı ve sanayiyi yeniden yaşam geçirmek ve çağdaşlaştırmak, (2) ormanları geliştirmek, (3) kamu refahı ile ilişkili iktisadi teşebbüsleri ulusallaştırmak, (4) madenleri çalıştırmak, (5) var olan ve yeni kurulacak sanayi tesislerini korumak ve güçlendirmek ve (6) ulusal ekonomik yapıya uygun bir dengeli bütçe yaratmak” şeklinde maddeleştirmektedir.5

  • 1. TBMM Zabıt Ceridesi. Devre 1. İçtima Senesi: 3. Cilt: 18. 1.3.1338 Çarşamba. Sayfa: 2 - 16.
  • 2. 17 Şubat – 4 Mart 1923 tarihlerinde kadim kent İzmir’de toplanan Türkiye İktisat Kongresi’nin ayrıntıları için bakınız: Serdar Şahinkaya (2023). Cumhuriyetten Önceki Son Kurucu Kongre: Türkiye İktisat Kongresi (İzmir, 17 Şubat – 4 Mart 1923). Telgrafhane Yayınları. Ankara.
  • 3. Bilsay Kuruç (1993). Belgelerle Türkiye İktisat Politikası. 2. Cilt (1933-1935, Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayını. s.21 – 32. Ankara.
  • 4. Feroz, Ahmad (1996). İttihatçılıktan Kemalizme. (Çev. Fatmagül Berktay Baltalı). Kaynak Yayınları. İstanbul.
  • 5. Recep Boztemur (1997). “Özel Girişimciliğin Gelişiminde Devletin Rolü: İş Bankası Örneği”. Tarih Araştırmaları Dergisi. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi. Ankara.