Türkiye Devleti, cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, lâik ve inkilâpçıdır. Devrim de, Devrimci de güven içindedirler. Bir yanda Gençlik vardır… Bir yanda Anayasa…

Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün TBMM'nin 3. Yasama Yılını açış konuşmasındaki iktisadi temalar: 1 Kasım 1937*

1936 başlarında ilk belirtileri görülen hastalık 1937 baharında iyice artmıştır. Artık içini kavuran acılar, direncini kıran halsizliklerle uğraşmak zorundadır. Hangi bedelin ürünü olduğunu çok iyi bildiği Cumhuriyet ve bağımsızlığı savunulmasıyla, korunmasını, Nutkun sonundaki vasiyetle Türk Gençliği'ne bırakmıştır. 

Meclis’in mutlak çoğunluğu, 5 Şubat 1937’de Kemalizm’i Anayasa’ya geçirir. 

Türkiye Devleti, cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, lâik ve inkilâpçıdır.

Devrim de, Devrimci de güven içindedirler. 
Bir yanda Gençlik vardır… Bir yanda Anayasa.

Gazi Paşa, 1 Kasım 1937. TBMM’ye geliyor…

1937 yılında yapılan konuşma birçok açıdan özel önemdedir. Bunlardan ilki, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bizzat yaptığı son konuşma olmasıdır. İkincisi de, 1922 yılı konuşmasından sonra en uzun ve en kapsamlı olanıdır.
Gazi Paşa, adeta bir bilanço çıkarmaktadır. Konuşmada da açıkladığı gibi;

(…) hemen bildirmek isterim, ben iktisadi yaşam denince, tarım, ticaret, sanayi faaliyetlerini ve bütün bayındırlık işlerini, birbirinden ayrı düşünülmesi doğru olmayan bir bütün sayarım. Bu nedenle şunu da hatırlatmalıyım ki, bir ulusa bağımsız görünüş ve değerini veren siyasi yaşam çarkında devlet, fikir ve iktisadi yaşam işleyişleri birbirlerine bağlı ve birbirleri ile ilişkilidir; o kadar ki, bu işleyişler birbirine uyacak aynı düzen içinde çalıştırılmazsa, hükümetin çekici gücü harcanmış olur, ondan beklenen tam verim sağlanamaz. Onun içindir ki, bir ulusun kültür düzeyi üç alanda, devlet, fikir ve iktisat alanlarındaki çalışma ve başarılı sonuçlarının toplamı ile ölçülür.

İktisadi kesimlerin, reel ve mali eksenlerde kümelendiğinin ve bu kümelenmenin fizikteki bileşik kaplara çok benzediğinin farkında olmayan ve yaşayarak öğrenmeyi bir türlü terk edemedikleri için ülkeyi ulusal bir kalkınma stratejisi etrafında seferber edemeyen, iktisat politikasına ilişkin kararları Gazi’nin gösterdiği bütünlük içerisinde değerlendirmeyen günümüz iktisat politikası yapıcılarının, bu sözlere, sık sık bakmak ve esinlenmek üzere odalarının duvarlarına çerçeveleterek asmaları gerekir.

Gazi Paşa, 1 Kasım 1937. TBMM kürsüsünde konuşuyor…

Reisicumhurun konuşmasında sektör temelli gelişmeler yanında üç nokta, özel önemi haizdir. Birincisi, büyük bir ısrarla sürdürdüğü ve 1926’dan bu yana giderek dozunu artırarak vurguladığı ülkede topraksız çiftçi bırakılmaması meselesidir.

İkinci nokta, iktisadi kalkınmayı; Türkiye'nin, hür, bağımsız, her zaman daha güçlü ve her zaman daha müreffeh bir Türkiye idealinin bel kemiği diye tanımlayan Atatürk, ‘iktisadi kalkınmanın temelleri’ni oluşturan güç kaynaklarını şöyle açıklar:

Türkiye bu kalkınmada; iki büyük güç kaynağına dayanmaktadır; Toprağımızın iklimi, zenginlikleri ve başlı başına bir varlık olan coğrafi durumu ve bir de, Türk Milletinin, silah kadar, makine de tutmaya yaraşan güçlü eli ve millî olduğuna inandığı işlerde ve zamanlarda, tarihin akışını değiştiren kahramanlıklar ortaya çıkaran yüksek sosyal benlik duygusu.”

Üçüncü nokta da, devlet yönetiminde ana programın Cumhuriyet Halk Partisi Programı olduğudur. Ve bu programın prensipleri;

(...), yönetimde ve politikada bizi aydınlatıcı ana çizgilerdir. Fakat bu prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların doğmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya yaşamdan almış bulunuyoruz (Alkışlar).1

Bizim yolumuzu çizen, içinde yaşadığımız yurt; bağrından çıktığımız Türk ulusu ve bir de, uluslar tarihinin bin bir acıklı olay ve sıkıntı ile dolu yapraklarından çıkardığımız sonuçlar”  biçimindedir.

Hakimiyeti Milliye Gazetesi, 29 Ekim 1933

Mustafa Kemal Atatürk 1937 konuşmasında, milli ekonominin temelini tarım olarak belirtmekte ve bu nedenle de tarımda kalkınmaya önem vermekte olduklarını, köylere kadar yayılacak programlı ve pratik çalışmaların bu amaca erişmeyi kolaylaştıracağını belirtmektedir. Fakat bunun için bir takım başka tedbirlerin alınması da gereklidir. Reisicumhur’a göre ilk önce ciddi çalışmalara dayalı bir tarım politikası belirlemek ve onun için de, her köylünün ve bütün vatandaşların kolayca kavrayabileceği ve severek uygulayabileceği bir tarım rejimi kurmak gereklidir.2

Evet, başta köylü ve tüm yurttaşların mutabık kalacağı bir tarım rejimi. Gazi’ye göre böyle bir rejimin dayanacağı kimi esaslar vardır: Bir kez, ülkede topraksız çiftçi bırakılmamalıdır (Bravo sesleri, alkışlar). Bundan daha önemli olan ise, bir çiftçi ailesini geçindirebilen toprağın, hiçbir nedenle ve hiçbir şekilde bölünemez bir nitelik almasıdır (Alkışlar). Büyük çiftçi ve çiftlik sahiplerinin işletebilecekleri arazi genişliğinin, arazinin bulunduğu bölgelerin nüfus yoğunluğuna ve toprak verim derecesine göre sınırlanması gereklidir.3 Toprak meselesinin bu şekilde hallolması ile birlikte ölçeğine göre küçük ve büyük çiftçilerin, iş araçları artırılmalı, yenileştirilmeli ve bakım önlemleri zaman geçirilmeden alınmalıdır. Herhalde, en küçük bir çiftçi ailesi, bir çift hayvan sahibi olmalıdır, bunda ideal olan öküz değil, at olmalıdır. Öküz, ancak bazı şartların henüz sağlanamadığı bölgelerde hoş görülebilir.

Gazi Paşa bununla da kalmaz ve konuyu daha da detaylandırarak, köylüler için, genellikle pulluğu pratik ve faydalı bulduğunu büyük çiftçilere ise, traktörü önerdiğini belirtir. Ayrıca, köyde ve yakın köylerde, ortaklaşa harman makinelerini kullanmanın köylülerin vazgeçemeyeceği bir gelenek haline getirilmesinin de altını çizer.

Ülkeyi iklim, su ve toprak verimi bakımından tarım bölgelerine ayırmak gerektiğini de ifade eden Atatürk, bu bölgelerin her birinde, köylülerin gözleriyle görebilecekleri, çalışmaları için örnek tutacakları verimli, modern, pratik tarım merkezleri kurulması gerekliliğine de işaret eder. Bir anlamda, günümüzde birer birer satılarak ya da ihmal edilerek yok olma noktasına getirilen kamusal nitelikli örnek çiftlikleri ve Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü (TİGEM) in örnek işletmelerini anlatmaktadır.

Harita: Çağatay Keskinok (2018). Türkiye’nin 1930’lardaki Kent ve Bölge Planlamasından Çıkarılacak Dersler. Atatürkçü Düşünce Derneği 2023 Türkiye’si Sempozyumu’na takdim edilen bildiri. 26 – 28 Nisan. Ankara.

Ayrıca, başta buğday olmak üzere, bütün gıda ihtiyaçları ile endüstrimizin dayandığı çeşitli ham maddeleri sağlamak ve dış ticaretimizin temelini oluşturan çeşitli ürünlerimizin ayrı ayrı her birinin üretimini artırmak, kalitesini yükseltmek, üretim masraflarını azaltmak, hastalık ve zararlı böcekler ile uğraşmak için gereken teknik ve kanuni bütün önlemlerin zaman geçirilmeden alınması zaruretine dikkat çeker.

Atatürk, dış ticarette izlenilen ana prensibin, ticaret dengesinin aktif karakterini korumak olduğunu, çünkü Türkiye'de ödemeler dengesinin en önemli temelini bunun oluşturduğunu belirterek, son yılların rakamları ve geçen yılın bu güne kadar gösterdiği durumun (…) izlediğimiz prensibin elde edilmiş olumlu sonuçlarını ifade ettiğini belirterek konuşmasını iç ticarete ilişkin gelişmelerle sürdürür.

İç ticarete gelince, bunda, en önde gördüğümüz kural, kurumlaştırma ve belirgin ticaret kuruluşları kurma ve akılcı çalışmadır. Yeri gelmişken belirtilmelidir ki, Reisicumhur Atatürk’ün ‘liberalizme iman eden çevrelerce’ çokça dillendirilen bir cümlesi ile konuşma devam eder. Gazi Paşa aslında iki kısımdan oluşan bir cümle kurmuştur: Kesin zorunluluk olmadıkça piyasalara karışılmaz; ancak, dikkat edileceği gibi ikinci kısımda da bununla birlikte hiçbir piyasa da başıboş değildir demektedir. İç ticarete konu sözleri sırasında bir de tüccarın tarifini yapmaktadır:

Sırası gelmişken Cumhuriyetin tüccar düşüncesini de kısaca belirteyim. Tüccar, ulusun emeği ve üretiminin değerlendirilmesi için, eline ve bilgisine güvenilen ve bu güvene yaraşır olması gereken adamdır (Bravo sesleri, alkışlar).”

Daha önceki açış konuşmalarında da sanayileşme hamlelerine önemli ve geniş bir yer ayıran Gazi Atatürk, bu konuşmasında endüstrileşmeyi, en büyük milli davalar (…) arasında saymaktadır. Sanayi kurmadaki esas hareket noktası ya da önceliği de, çalışması ve yaşaması için ham maddeleri ülkemizde bulunan sektörler olarak belirlemektedir. Bu çerçevede büyük küçük her çeşit sanayii kuracağız ve işleteceğiz. (Alkışlar).

Reisicumhur’a göre bu en başta vatan savunması olmak üzere, ürünlerimizi değerlendirmek ve en kısa yoldan, en ileri ve zengin Türkiye idealine ulaşabilmek bir zorunluluktur. Bu düşünce ile beş yıllık ilk sanayi planından geri kalan ve bütün hazırlıkları bitirilmiş olan birkaç fabrikayı da ivedi olarak gerçekleştirmek ve yeni plan için hazırlanmak gerekir diyen Reisicumhur, endüstrileşme hamlesine paralel yasal ve kurumsal eksikliklerin de giderilmesini belirtmektedir:

Endüstrileşme karar ve hareketimize paralel olarak, bu günkü kanunlarımız da, üzerinde düşünülecek ve bazı değişiklikler eklenecek yeni hükümler gerektirmektedir (...)”.

1935 yılında Maden Tetkik Arama Enstitüsünü kurdurarak madencilik alanında istihraç - çıkarma faaliyeti yanında bilimsel bilgiyle işlemeyi de sağlamış olan Atatürk’tür. 

Türkiye'de devlet madenciliği, milli kalkınma çalışmaları ile yakından ilgili önemli konulardan biridir. Genel endüstrileşme düşüncemizden başka, maden araştırma ve işletme işini, her şeyden önce, dış kredi imkânlarımızı ve döviz gelirimizi artırabilmek için sürdürmek ve buna özel bir önem vermek zorundayız.”

Görüldüğü gibi, Reisicumhur madencilikle daha doğrusu ‘devlet madenciliği’ ile ulusal kalkınmayı nerede ise bir ve aynı değerlendirmektedir. Ancak, günümüz Türkiye’sinde, maden yataklarımızın ve madencilik sektörünün özelleştirme ve yabancılaştırma ve de sömürge tipi madencilik uygulamaları ile ülke topraklarının çoktandır yağmalandığı ve nerede ise bu toprakların yurt olma vasfını yitirmekte olduğu yaşadığımız bir gerçek değil midir?

“(…) Liman işlerinde modern ve planlı çalışma ve tarifelerde ucuzluk yapılmasının verimli sonuçları, ticarette dikkati çekmiştir. Bu yolda devam edilmesinde yarar olacaktır.

İktisadi yapımızdaki gelişme, deniz ulaşım araçları ihtiyacını her gün artırmaktadır. Yeni sipariş edilen gemilerden bir kısmı, önümüzdeki ilkbaharda gelmiş bulunacaktır. Fakat bunlar, bu günden görülmekte olan ihtiyaca cevap verecek sayı ve büyüklükte değildir. Yeni gemiler inşa ettirmek ve özellikle eski tersaneyi ticaret filomuz için hem tamir, hem yeni inşaat merkezi olarak faaliyete getirmek için gerekli araçları sağlamak zorundayız (Alkışlar). Şu günlerde, yüksek Meclise, su ürünleri ve Deniz Bank hakkında bir tasarı gelecektir. Konunun yüksek ilginizi çekeceğinden şüphe etmiyorum."

 Gazi’nin büyük bir kıskançlıkla koruduğu ve Cumhuriyet iktisadının önemli kumanda merkezleri olarak uzun yıllar bu fonksiyonunu ifa eden limanlarımızın özelleştirilerek yabancılaştırılması, kamusal tersanelerin kapatılması, özel kesime ait gemi inşa ünitelerinin yoğun olarak toplandığı Tuzla tersanelerinin nerede ise kitlesel emekçi kayıplarının merkezi haline gelmesi birlikte düşünüldüğünde yüreklerimiz yeterince burkulmaz mı? Yıllarca Türk Denizciliğinin4 gelişmesinde önderlik yapmış sektör temelli bir ihtisas bankası olan Denizcilik Bankası’nın özelleştirilmesini, her Kabotaj Bayramı törenlerinde genellikle yüzme dahi bilmeyen ilgililerin nutuklarını da hatırlayalım! Karadeniz’i doldurarak otoyol yapanları ve bununla “Sarp sınır kapısından nerede ise gaz kesmeden İstanbul’dasın” diyerek övünenler acaba Gazi’nin bu sözlerini okusalar!

Gazi Mustafa Kemal bir sandalcı ile...

Reisicumhur Atatürk konu ile ilgili görüş ve düşüncelerini sürdürürken, en güzel coğrafi konumda ve üç tarafı denizle çevrili olan Türkiye’ye işaret ederek istifade edilmesi lazım gelen denizlerimizin büyüklüğüne işaret ederken, bu büyüklükten üç alanda endüstrisi, ticareti ve sporu ile yararlanmanın altını çizmekte ve bunlarla birlikten Türklerin en ileri denizci ulus yetiştirmek yeteneğinde olduklarını da vurgulamaktadır. Ve Gazi Paşa, bu yetenekten yararlanmalıyız. Denizciliği Türk'ün büyük milli ülküsü olarak düşünmeli ve bunu en kısa zamanda başarmalıyız diyerek denizcilik konusundaki görüşlerini nihayetlendirmektedir.5

Demiryolları bir ülkeyi uygarlık ve refah ışıkları ile aydınlatan kutsal bir meşaledir. Cumhuriyetin ilk yıllarından başlayarak önemle üzerinde durduğum demiryolları inşaat politikamız, amaçlarına ulaşmak için durmadan başarı ile uygulanmaktadır.(...). Doğu demiryollarının satın alınmış olduğunu bilirsiniz. Güneyde Nusaybin'e giden hattan başka, yurt içinde bütün demiryollarının yönetim ve işletmeleri, Cumhuriyet hükümetinin elindedir (Alkışlar).”

Cumhuriyeti kuranların millî siyaseti bu idi, sonradan kendilerine milliyetçi diyenler ise bu siyasetin Birleşmiş Milletlerin ilkelerine uymadığını ilân edip Amerika’nın karayolu siyasetini benimsemişler ve sonrada hiç yüzleri kızarmadan çocuklara palavradan milli tarih(!) kitapları okutmuşlardır.

Bütün devlet kuruluşlarının canlılığı, sağlamlığı, işletilmesi yönünden büyük dikkatle üzerinde durulması gereken mali hayatımıza değinmek istiyorum. Cumhuriyet bütçelerinin beliren ve daima güçlenmesi gereken ortak özellikleri yalnız denk oluşları değil, aynı zamanda, koruyucu, kurucu ve verici işlere her seferinde daha fazla pay ayırmakta olmalarıdır. Bu politikamızın, milli faaliyet üzerinde derhal yaratmaya başladığı etki ile bütçe tahmin rakamlarımız, yalnız gerçekleşmekle kalmamış, her zaman fazlası ile kapanmaya başlamıştır (...) Devlet gelirlerinin artırılması için yeni vergilerin yürürlüğe konması yerine, düzenli bir programla var olan vergilerin uygulanması ve toplanma usullerinin yeniden düzenlenmesi gereklidir. (Alkışlar).”

Reisicumhur Gazi Paşa, konuşmasının yukarıda aktarılan kısmında mükemmel bir maliyecidir de. Bütçelerin, hele Cumhuriyet Bütçelerinin bir yönetim aracı olduğunun da bilincindedir.  O kadar ki, bütçelerin hem ‘koruyucu’ hem ‘kurucu’ hem de ‘verici’ özelliklerini belirtmekte ve vergilemede de esasın ‘yeni vergiler’ koymak yerine mevcutların uygulanması ve ‘toplanma yöntemlerinin’ yeniden düzenlemesinin daha önemli olduğunu anlatmaktadır.

Atatürk, gerek bu konular üzerinde çalışırken gerek herhangi bir mali karar alırken, i1k göz önünde bulundurmamız gerekli olan konu, milli faaliyet ve milli üretim, yani verginin bizzat ana kaynağı üzerinde yapacağı etkiler olmalıdır vurgusu ile günümüzde çoktandır unutulan ve hatta tam tersi tarzda, farklı bir ifade ile ‘ulusal’dan değil ‘yabancı’dan yana olan uygulamaları da eleştirmektedir.

Mustafa Kemal Atatürk’e göre Cumhuriyetin büyük davası, “en uygar ve en refaha kavuşmuş ülke olarak varlığımızı yükseltmektir. Bu dava yalnız kurumlarında değil, düşüncelerinde köklü bir inkılâp yapmış olan büyük Türk Milletinin dinamik ülküsüdür. Bu ülküyü en kısa bir zamanda başarmak için, düşünce ve eylemi birlikte yürütmek zorundayız. Bu girişimden başarı, ancak hukuki bir planla ve en verimli bir biçimde çalışmakla gerçekleşebilir.”

Gazi Paşa, konuya bilinçli bir biçimde ‘ideolojik’ yaklaşmakta ve bu süreklilik arz edecek davanın kazanılabilmesi için, okuyup yazma bilmeyen tek vatandaş bırakmamanın, ülkenin büyük kalkınma savaşının ve yeni yapısının istediği teknik elemanları yetiştirmenin önemine işaret ederek, ülke davalarının ideolojisini anlayacak, anlatacak, nesilden nesile yaşatacak, kişi ve kurumları yaratmanın da kritik önemde olduğunu yüksek sesle izah etmektedir. Bu ilkeler,  çabaları en kısa sürede sağlamak, Kültür Bakanlığının üzerine aldığı büyük ve ağır görevler arasındadır demekle sorumlu kurumu da işaret etmektedir.6

Atatürk’ün sorumlu kurum olarak sadece Kültür Bakanlığı’nı değil aynı sorumluluğu,  Üniversitelere de verdiğini konuşmanın takip eden belirttiğim ilkeler, Türk gençliğinin beyninde ve ulusun bilincinde her zaman canlı tutmak, üniversitelerimize ve yüksek okullarımıza düşen başlıca görevdir satırlarından izlememiz mümkün. Reisicumhur bu bağlamda, ülkeyi şimdilik üç büyük kültür bölgesine ayırmaktadır.

Batı bölgesi için İstanbul Üniversitesinde başlanmış olan reform programının daha köklü bir biçimde uygulanmasıyla Cumhuriyete gerçekten modern bir üniversite kazandırmak, merkez bölgesi için, Ankara Üniversitesini az zamanda kurmak gerekir. Doğu bölgesi için Van gölü sahillerinin en güzel bir yerinde, her aşamadaki okulları ve bunlara ek olarak üniversitesiyle modern bir kültür şehri yaratmak yolunda şimdiden harekete geçilmelidir. Bu yararlı girişimin, doğu illerimiz gençliğine vereceği verimlilik Cumhuriyet hükümeti için en mutlu bir eser olarak kalacaktır (Alkışlar).

Dikkat ettiniz mi Atatürk, 1937’de Van’da bir üniversite kurulmasını öngörüyor. Nasıl bir uzak görüşlülük değil mi? Peki o zaman şu soru sormak gerekmez mi? Eğer Gazi’nin öngördüğü yıllarda Van’da üniversite kurulmuş olsa idi durum bugün çok daha farklı olmaz mıydı?7

Gazi Mustafa Kemal bu konuşmada, ordu konusuna da son derece kısa ve fakat kritik ve anlamlı bir biçimde değinerek, Orduyu, Türk birliğinin, Türk gücü ve yeteneğinin, Türk vatanseverliğinin çelikleşmiş bir simgesi olarak tarif etmekte ve orduyu Türk topraklarının ve Türkiye idealini gerçekleştirmek için yapmakta olduğumuz sistemli çalışmaların yenilmesi imkânsız güvencesi, farklı bir deyişle bir anlamda Cumhuriyetin güvencesi olarak vurgulamakta ve bir bakıma günümüz tartışmalarına da ışık tutmaktadır.

Atatürk konuşmasını, Ulusal Savunma Sanayii’nin önemine bir kere daha dikkat çekerek tamamlamaktadır:

Harp endüstrisi kuruluşlarını, daha fazla geliştirmek ve genişletmek için alınan önlemler sürdürülmeli ve endüstrileşme çalışmalarımızda ordu ihtiyaçları ayrıca göz önünde tutulmalıdır (Alkışlar).

1937’de kaydedilen şu sözlerden heyecan duymamak mümkün müdür? Bakın Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Atatürk diyor ki;

Bu yıl içinde denizaltı gemilerini ülkemizde yapmaya başladık. Hava kuvvetlerimiz için yapılmış olan üç yıllık program, büyük ulusumuzun içten ve bilinçli ilgisi ile şimdiden başarılmış sayılabilir."

Gerçekten de 1937 yılında kendi denizaltılarını yapan ülke Türkiye’dir. 1926’da Kayseri’de ilk uçak montaj fabrikasını kurarak uçak üretimini ve hatta ihracatını da gerçekleştiren de aynı ülkedir. Atatürk’e göre sırada, üretilen uçakların motorlarının da bundan böyle ülkemizde yapılması gerekliliği bulunmaktadır.

Bundan sonrası için bütün uçaklarımızın ve motorlarının ülkemizde yapılması ve harp hava endüstrimizin de bu temele göre geliştirilmesi gerekir. Hava kuvvetlerinin aldığı önemi göz önünde tutarak, bu çalışmaları planlamak ve bu konuyu layık olduğu önemle ulusun gözleri önünde canlı tutmak gerekir (Alkışlar).”

TOMTAŞ - Tayyare ve Motor Türk Anonim Şirketi  15 Ağustos 1925 – 28 Haziran 1928, Kayseri.

Ve Gazi Paşa, konuşmasını tamamlarken,  yukarıda bahsedilen ‘ordu’ meselesini bir kere daha ve şu sözlerle vurgulamaktadır:

Büyük milli disiplin okulu olan ordunun, ekonomik, kültürel, sosyal savaşlarımızda bize aynı zamanda en gerekli elemanları da yetiştiren büyük bir okul haline getirilmesine, ayrıca özen gösterilip, yardım edileceğinden şüphem yoktur.

Gazi Paşa, 1 Kasım 1937. TBMM’den ayrılıyor…

* TBMM Zabıt Ceridesi. Devre V. İçtima Senesi: 3. Cilt :20. 1.X1. 1937  Pazartesi. sayfa: 3-9.

  • 1. Doğal olarak bu değerlendirmeleri takiben aynı yıl gerçekleştirilen Anayasa değişikliği ile Lâiklik, Anayasal güvenceye kavuşmuş oluyordu.
  • 2. 2024 yılını nerede ise bitirirken mutlak açlık ve yoksulluğun giderek derinleştiği ülkemizde 87 yıl önce Gazi’nin tespitinin günümüze de ışık tuttuğunu kaydetmeliyiz.
  • 3. 1923 Cumhuriyeti’nin toprak meselesindeki gayretlerini bütüncül bir yaklaşımla değerlendiren bir araştırma için mutlaka bakılmalıdır; Bilsay Kuruç (2015). Cumhuriyet ve Toprak. Tuncer Bulutay’a Armağan içinde. s. 239 – 307. Mülkiyeliler Birliği Yayını. Armağanlar Dizisi No:13. Ankara. Bahse konu araştırmanın elektronik kopyası için; https://21inciyuzyilicinplanlama.org/wp-content/uploads/2021/04/Bilsay-…
  • 4. “ 'Kemalist' Cumhuriyeti, Laussanne sonrası 'yalnızlığından', II. Dünya Savaşı sonrası 'yalnızlığına', 'zahmetkeş' demiryolları ile yorgun ve yoksul denizyolları taşımıştır; eğer, bu iki emektar ulaşım düzeni mevcut olmasaydı -hele savaş yıllarının benzin, yedek parça ve lâstik yokluğu düşünülürse- besbelli, bir şehirden ötekine ulaşamayacak, elimiz böğrümüzde kalakalacaktık: Trakya' ya ve Kars sınırına, vagon vagon 'Mehmetçik' taşıyan 'kara' trenleri kaldıramasaydık, 'modern' Türkiye, yeniden deve kervanlarına mı dönecekti? Peki ayağımız nerede ve nasıl kaydı? (Yoksa kaydırıldı mı?..)” Attilâ İlhan, 'En Ucuza, En Çok Yolcu ve Yük!..' . Cumhuriyet. 3 Temmuz 1998.
  • 5. Konuyu tüm boyutlarıyla bir arada görmek için bakınız; Mümtaz Soysal (1995). Öpülesi Gemiler. Bilgi Yayınevi. Ankara. Unutulmamalıdır ki; “Halkı denizci yapmak, denizciliğin tarihine sahip çıkmakla başlar” . Mümtaz Soysal, “Ulusal Denizcilik”, Cumhuriyet, 30 Haziran 2008.
  • 6. Yazıyı sizlerin okuduğu tarih olan 26 Kasım 2024 Türkiye’sinde Milli Eğitim Bakanının geçtiğimiz günlerde söylediklerini hatırlıyorsunuz değil mi?
  • 7. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi, 20 Temmuz 1982 tarih ve 41 sayılı kanun hükmünde kararname ile kurulmuştur.