Diyeceksiniz ki, ne var bunda, adam yıllardır yinelenen bir şeyi söylüyor. Öyle değil. Mesele ne söylediğinden ziyade ne zaman söylediği.

Fransa Genelkurmay Başkanı bize bir şey mi dedi?

Bir haftadır diplomatik ve politik anlamda ciddi bir kriz yaşamadık. Yaşamadık dediysek o kadar da değil tabii. Akepe genel başkanının sağlığını tartıştık bir süre. Ciddi bir sorun olmadığını ise bilmem kaç katlı binada bilmem kaç bin personelle faaliyet gösteren bir kurum diyemeyeceğim ama “yığılım”ın başındaki şahıs sayesinde öğrenebildik. Genel Başkan yürüyebiliyormuş. Rahatladık, mutlu olduk. En çok da hesap vermeme kültürünün yaygınlaşmaması umudumuzu koruyabileceğimiz için sevindik.

Ana muhalefet gericiliğin tüylerini doğru yönde okşamaya devam etti. “Allah’ın izniyle” iktidara geldiklerinde Kandil’i yerle bir edeceğini, gezgin Süleyman Şah türbesini de yerine taşıyacaklarını duyurdu. CHP’nin hayır oyu verdiği Suriye-Irak tezkeresiyle ilgili olarak ülkeye düşman çizmesi sokmayacaklarını ilan etti. Milletçe bir kez daha rahatladık, kaslarımız gevşedi. “İlk seçimde iktidarın bu kadar yakın olduğu” bir ortamda bozgunculuk yapıp tezkere metnindeki “yabancı silahlı güç” ifadesinin neredeyse 10 yıldır orada bulunduğunu ve CHP’nin entelektüel kadrolarının bunca yıldır tezkereyi ilk kez okumuş olabileceğini gündeme getirmenin alemi yoktu.

Tescilli bir işkencecinin böbürlenmelerine de maruz kaldık bu hafta. İnsanlık suçunu “dövlet” kavramı arkasına saklamaya kalkışan ne ilk ne de sonuncu kişiydi Eymür. Orhan Gökdemir konunun ayrıntılarını yazdı ve faşizmin kısa tarihini anımsattı yazısıyla. Herhalde okumuşsunuzdur ama ben yine de hatırlatmış olayım linkini buraya koyarak.

Bu hafta da bekledik Suriye’ye askeri operasyon haberini. Eş-dost her akşam “bu gece olacakmış” haberleri gönderdi. Bu konuyu da Erhan Nalçacı irdeledi her zamanki titizliğiyle. “Suriye’ye operasyon yapılacak mı?” sorusu kadar önemli bir konu ise “nereye yapılacağı”. Askeri hesap kitap neye göre yapılıyor, yığınakların durumu ne bilemem ama diplomasi cephesinde yoğun mesai harcandığı belli. Sıkışan akepe rejimi “kolay” bir başarı peşinde. Bunun için de hem Rusya, hem ABD ile pazarlık halinde. Askeri operasyona izin kopartmak için ne tür bir taviz verileceğini kestiremeyiz ama bu tavizin Türkiye’nin emekçilerinin yararına olmayacağını bilmek diplomasi uzmanlığı gerektirmiyor.

Türkiye’de dış politika yazısı yazmanın en güç yanlarından biri gündemin zorlaması. Deyim yerindeyse biraz yükselip daha genel bir şeyler karalamak istediğinizde aniden patlayan güncel ve “yakıcı” bir gelişme klavyenin tuşlarına oturuveriyor. Şu sıra Türkiye standartlarına göre diplomatik kriz yoğunluğunun kabul edilebilir seviyede seyretmesinden faydalanıp gözüme çarpan bir söyleşiyi özetlemeye çalışacağım bu hafta.

Fransa’nın Temmuz ayında görevi devralan Genelkurmay Başkanı’nın bir mülakatına rastladım jeopolitik konulara da sıklıkla yer veren Fransızca bir Belçika sitesinde. Belki atlamışımdır ama 26 Ekim’de yayınlanan söyleşi bizim basında pek fazla dikkat çekmemiş gibi geldi bana. Konuya merak duyanlar ve Fransızca okuyabilenler için uzantısı şurada.

Fransa’da Silahlı Kuvvetlere takılan bir isim var: “La Grande Muette”. Yani Büyük Dilsiz. Bu hem bir tanım, hem de bir dileği ifade ediyor bana kalırsa. “Büyük olmasında sakınca yok ama fazla konuşmasın, kamuoyu önünde fazla sesli olmasın!” kabilinden. Gerçekten de bütçe konularında arada bir yansıyan homurtular dışında Fransız Genelkurmayı’nın demeçlerine pek sık rastlanmaz basında.

Fransa Genelkurmay Başkanı ile yapılan söyleşinin bizi ilgilendiren bölümlerinden başlayalım. General Burkhard bu mülakatı Avrupa Birliği Askeri Komitesi toplantısı için geldiği Brüksel’de vermiş.

Burkhard Türkiye bağlamında mealen şunları söylüyor: “Türkiye, uluslararası planda hem rakip hem de ortak olunabileceğinin mükemmel örneğidir. Bu ABD ve Avrupalılar açısından önemli bir konudur ama son tahlilde coğrafya belirleyicidir. Türkiye Ruslar için Boğazlar ve sıcak denizlere iniş anlamı taşır. Stratejik olarak da nesnel olarak da ABD’nin Türkleri NATO dışında bırakmamaya dikkat etmeliyiz demesini yadırgayamayız.”

Sözlerini şöyle sürdürüyor Burkhard “Fransa NATO üyesidir, onun kurallarına tabidir ve buna uygun hareket eder. NATO’ya karşı yeni bir yapı inşa etmeye kalkışmak askeri anlamda yanlış olduğu gibi, birçok Avrupa ülkesi bakımından da kabul edilebilir bir seçenek değildir.”

Diyeceksiniz ki, ne var bunda, adam yıllardır yinelenen bir şeyi söylüyor. Öyle değil. Mesele ne söylediğinden ziyade ne zaman söylediği. Her konuda içinde bulunduğumuz ama diplomatik analiz alanında sıkça maruz kaldığımız cehaletin sahtekârlıkla harmanlandığı ortamda bu sözlerin altının çizilmesi önemli. Bir süre önce Fransa ve ABD arasında Avustralya ve denizaltılar odaklı bir kriz yaşandığını anımsayacaksınız. O zaman bir sürü bihaber “anelizci” ABD ile Fransa’nın arasının açıldığını, bunun doğal sonucu olarak Fransa’nın önemini yitiren NATO’ya alternatif bir Avrupa Gücü için harekete geçeceğini filan yazmış, televizyon kanallarında bu yönde ahkâm kesmişti. Bunlardan ecnebi dillerde okuma yazmayı kısmen sökmüş olan birkaçı da Fransa’nın böyle bir yola yönelmesinin “Gaulliste” yani “De Gaulle”cü mirasın sonucu olduğunu ileri sürmüştü.

Fransız Genelkurmay Başkanı’nın başka konularda da ilginç ifadeleri yok değil ama ben haftalık yazı sınırlarını daha fazla zorlamamak için burada bırakıyorum. Şimdi kendi adıma Burkhard’a teşekkür zamanı bu köşede sık sık altını çizmeye gayret ettiğim üç konuyu net biçimde ortaya koyduğu için.

Bunlardan birincisi Türkiye’nin Atlantik İttifakı içinde tutulması konusunda ABD’deki “kararlılık”. Üstelik bu “kararlılığı” hak vererek ifade eden ittifak içerisinde Akepe rejiminin en çok kavga çıkarmaya çalıştığı Fransa’nın en yüksek rütbeli subayı.  Peki bunun pratik anlamı ne? Hani yine birileri atıp tutuyor ya, F-16’lar için efendim kongreden onay çıkmaz, o iş yatar vs. Bu doğru değil. Pazarlık masasına oturulur. Duruma göre, Akepeli, orta şiddette Akepeli veya ılımlı Akepeli Türkiye’ye o silahlar satılır. Veresiye defterine birkaç sayfa daha eklenmiş olur.

İkincisi, ABD’nin bölgesel ağırlık merkezini değiştirme kararının, Batı emperyalizminin başlıca saldırı aracı olan NATO İttifakı’nı zerre kadar etkilemeyeceği, burjuvazinin yönettiği Avrupa’da NATO’ya koşut ya da alternatif bir askeri ittifak kurulmasının mümkün olmadığı gerçeğidir. 

Üçüncü ve son netlik ise, Fransa’da “De Gaulle”cülük olarak adlandırılan ve Fransa’nın “ABD’den bağımsız hareket edebileceği” önermesine dayanan akımın artık siyasi arkeolojinin alanına girdiği ve Fransa’nın bütün kurumlarıyla “Atlantist” yapının “ayrılamaz” bir parçası olduğudur.

***

Bu yazıyı kaleme aldığım tarih 7 Kasım. Büyük Sosyalist Ekim Devrimi’nin 104. Yıldönümü. Bu yıl ilk kez bu yıldönümünü kutlama sevincini mahallemde yoldaşlarımla paylaştım. Umudumuz da büyük, hedefimiz de. Başaracağız.