Anlı şanlı askeri stratejistlerimizin bile harekât denklemine ilave etmeyi kolay kolay düşünemeyecekleri bir değişkenmiş meğer elektriğin kilowatt/saat ücreti...

Fırtına gibi gündem

Hareketli bir hafta geçirdik. Akepe Türkiyesi’nin standartlarına göre bile hareketli desek yanlış olmaz. Küfür kıyamet, yalan dolan zaten standardımız haline geldi ama geçtiğimiz hafta sanırım bu konularda da eşik atladık. 

Biz Gezi’yi çok sevdik, benimsedik. Geçenlerde Serhat Halis’in bence isabetle belirttiği gibi sonuçta bir yenilgi olduğu halde, çocuklarımız öldürüldüğü ve katiller hesap vermediği halde kişisel ve toplumsal tarihimizin parlak bir sayfası olarak kabullendik. Gezi, modern Türkiye tarihinin en kapsamlı sivil direniş öyküsüydü. Yalnız Akepe Genel Başkanı’nın geçen hafta sergilediği tutum ve kurguladığı metin Gezi’yi Gılgamış gibi bir tür destan/menkıbe mertebesine taşımakta. Üstü çıplak deri ceketlilerin saldırıları, camide bira kutuları, Dolmabahçe’de korsan metro inşaatı filan derken iş yakılan camilere kadar geldi. Sonraki aşamada Gılgamış’ın Enkidu’yla birlikte Gök Boğası’nı öldürmelerine taş çıkartacak bir kurguyla da karşılaşabiliriz. 

Bildiklerimizin, hatta emin olduklarımızın tersyüz olduğu bir ülkede yaşadığımız malum. Çok da bilgi verilmemesi gereken konularda bülbül kesilen Akepe iktidarı, eksiksiz bilgi vermesi gerekli olan salgın verileri, işsizlik ve enflasyon gibi alanlarda ise elinden geldiğince ketum davranmakta. “Ulusal güvenlik” kılıfına sokulan olası bir askeri harekatın neredeyse her cephesi ve mevzii açıklanırken, halkın ekmeğinin bağlı olduğu enflasyon oranı yaklaşık 100 puan eksik duyuruldu örneğin. 

Enflasyon oranındaki çarpıtma öyle bir boyuta vardı ki, işin teknik sorumlularından biri hiç değilse çoluğunun çocuğunun yüzüne utanmadan bakabilmek için görevini bırakmayı tercih etti. Enflasyondaki açık eksiltme hamlesi elbette salt bir başarı öyküsü yazma hedefiyle ilgili değil. Temel amaç emekçi ve emeklilerin gerçek hayatla bağı tümüyle kopmuş maaşlarında yapılması gereken artışı olabildiğince aşağı çekebilmek elbette.  

Para gerekli. İktidar için, iktidarı sürdürebilmek ve ülke varlıklarını iktidar sahipleriyle üleşerek her gün daha da varsıllaşan birkaç yüz bin asalak için para gerekli. Dünyası karartılan emekçi milyonlara ve onların çocuklarına ahiret hayalini daha yaygın pazarlamak için de para gerekli. Bu parayı sana bana kaptırıp çarçur ettirecek değil elbette Akepe ve Burjuvazi!

Askeri operasyon demiştik. Ukrayna’ya yönelik Rus saldırısında olduğu gibi, ille de hukuk, uluslararası normlar, sınırların değiştirilemezliği filan diye tutturuyorsanız, Suriye topraklarındaki her türlü askeri mevcudiyeti ve hareketi, BM tarafından tanımış bir ülkenin topraklarında yıllardır sürdürülen işgalin genişletilmesi diye tanımlamak da zorundasınız. 

Yalnız anlaşılan para dediğimiz musibet orada da gerekli. Sadece atılacak mermiler için değil, arpası az geldiğinde silahını tasmasını tutanlara da doğrultan kafa kesicileri teskin etmek için de gerekli. Geçen hafta öğrendiğimiz önemli bir husus var. Cihatçılara yüksek elektrik faturası ödetemiyorsunuz. Mum ışığında oturarak merhamet uyandırmaya çalışmak yerine yoksulluğa isyan eden halkın arasına karışıp yakıp yıkıyor ve sonuç da alıyorlar Müslüman kardeşlerimiz.

Bu tablo bize gösteriyor ki, Suriye’de Tel Rifat ve/veya Münbiç’te askeri harekâta başlayacaksanız aşmanız gereken ilave engeller var. İş ABD ve/veya Rusya’yı ne olduğunu bilmediğimiz tavizlerle ikna etmekle, lafı “kaygı” bildiren AB’nin ağzına tıkamakla  bitmiyor. Elektrik fiyatını da düşük tutacaksınız. Anlı şanlı askeri stratejistlerimizin bile harekât denklemine ilave etmeyi kolay kolay düşünemeyecekleri bir değişkenmiş meğer elektriğin kilowatt/saat ücreti. Afrin’de pazara hiç gitmedim son zamanlarda ama belki domates, hıyar, yumurta fiyatlarını da dikkate almak, mümkünse bunlara da narh koymak ilhakla sonuçlanabilecek başarılı bir askeri harekatın olmazsa olmaz koşullarından biridir belki de. 

İlhak deyince Kıbrıs’a uzanmakta yarar var. Aslında Kıbrıs’ı her gün her saat yazmakta ve yolunda gitmeyenleri anımsatmakta yarar var. Kıbrıs Türk Halkı’nın zaten kısıtlı olan egemenlik haklarına saldırı 2020 Kasım ayından beri her geçen gün şiddetlenerek sürüyor. Bu saldırının pervasızlaşmasında Türkiye’deki düzen muhalefetinin ve özellikle de kısır Kıbrıs yaklaşımının önemli de bir payı var. Geçen hafta bu konuda azıcık da olsa umut verici gelişmeler olmadı değil. CHP’nin önemli bir ismi, Lefkoşa Belediye Başkanı Harmancı ile görüştükten sonra çekingen de olsa Akepe’nin KKTC “projesini”  eleştiren bir açıklama yaptı. Önümüzdeki dönemde Türkiye’yi yönetmeye talip olduğu söylenen “Altılı Masa”nın KKTC ve Kıbrıs meselesindeki tavrını hâlâ bilmiyoruz ama umarım gelenin gideni aratacağı yeni bir dönem daha yaşamayız.

Altını yeniden çizelim. Kuzey Kıbrıs’ta sözkonusu olan artık demokrasinin tehlikeye düşmesi filan değil. Onun varlığı zaten tartışmalıydı. Federal, konfederal, hatta iki devletli çözüm olasılıklarından da söz etmiyorum. Kıbrıs’ta çözüm denilen yılan hikâyesinin hangi bahara kaldığını tahmin edebilmek için en gelişmiş kehanet yeteneği dahi kısa kalıyor.

Mesele özet olarak şudur: Ulu Hakan Abdülhamit Han’ın Büyük Britanya İmparatorluğu’na 1878’de maraba misali “kiraladığı” Kıbrıs Türk Halkı’nın fiziki ve kültürel varlığı tehlikede. Buna göz yumarsak, bu sadece bir partinin, bir liderin, siyasal İslamcılık gibi bir siyaset tarzının kabahati de olmayacak. 

Bu haftalık burada bırakalım. Önümüzdeki ve onu izleyen Pazar günleri (12 ve 19 Haziran) Fransa’da Ulusal Meclis seçimleri yapılacak. İki turlu olarak düzenlenecek bu seçimlerin sonucu Cumhurbaşkanlığına ikinci kez seçilen Macron’un önümüzdeki beş yıl içinde hareket alanını belirleyecek. Niyetim önümüzdeki hafta, uzun zamandır ilk kez solculuğa yakın bir kadronun (NUPES) da iddialı olduğu seçimlere değinmek.  Umarım başka bir konuya girmek zorunda kalmayız.