‘Ben ne yapabilirim’ sorusunu şahsi biçimde sorarak, bireyselleşmiş biçimde yardım ediyor olmak, buraya sıkışıp kalmak da bir başka soruna işaret ediyor.

Felaketin ardından

Enkazların arasında geçen bir hafta geride kaldı. O enkazların altında bazıları yaşam mücadelesi verdi kurtuldu, bazıları yenik düştü. Bazıları tüm topluma umut ışığı oldu, bazıları can yaktı. Bazıları bu enkazı atlattı yoluna devam ediyor, bazıları ise hâlâ evine giremiyor. Hepsi de yaşamın bir parçası. 

Hâlâ bütün yaralar sıcak ve taze. Depremin ardından gösterilen akut tepkiler var olmaya devam ediyor. İnsanların bir kısmı gece uyku uyuyamıyor ya da uykusundan korkuyla uyanıyor. Bazıları hissettiği en hafif sarsıntıda yaşadığı panik duygusuyla baş edemiyor. Bir aya kadar ruhsal ve bedensel tepkilerin gözlenmesi olası, bir aydan sonra bu tepkiler varlığını sürdürüyorsa travma sonrası stres bozukluğu adını alıyor. 

Ortak yaşanılan travmalardan etkilenme düzeyi kişiden kişiye farklılık gösterir. Dayanışma, diyalog, bir aradalık hissi üstesinden gelme gücünü artırıcı etkiye sahip olsa da bazıları bunun çok daha zor üstesinden gelecektir. Geçmiş yaşantıların bugün yaşananlarla nasıl etkileşime gireceği farklılaşacak. Kayıpları olanların durumu bambaşka seyredecek. Bunların hepsini zaman gösterecek. 

Yaslı ve kötü günlerin arasında enkaz altından çıkarılan çocuklar hepimizin üzgünlüğünü unutturup alınan hasarların karşısında yaşama tutunma gücü verdiler. Karanlık günlerimizde bizlere umut oldu belki de çocuklar. İnsanlar böyle günlerde mucizelere inanmaya, o şeklinde yorumlamaya daha açık hale gelebiliyorlar.  

Kötü günlerin içindeki iyi anlar bunlar; yani kötünün iyisi. İnsanlar ailelerini ya da çok yakınlarını kaybettiler. Kurtulanların gülümsemeleri güzel olmasına güzel ve belki anlık olarak iç ferahlatıcı etkiye sahip ama onların yaralarını hangi gülümseme sarar ki?

Derdim diğer insanların çocukların kurtuluşu sebebiyle yaşadıkları mutlulukla değil. Hayata tutunma çabalarıyla, iyi niyetli istekleriyle kavga etmek hiç değil. Bu günlerde hepimiz bir biçimde dayanışmanın parçası olmaya çalıştık, ‘Ben de varım’ dedik. İyi niyetle gelenlerin yanında ise kendini gösterme çabasıyla dahil olanlar da oldu. Diğer taraftan çocukları bu kadar öne çıkartmak incitici ve gelip geçici paylaşımlar değil mi sizce?

Mesela konservatuar öğrencisi olan İnci’ye keman bağışlamak için sıraya giren insanlar, hastane önünde kuyruk oluşturanlar, Ayda’nın ilk isteği köfte ayran oldu diye ailesini sipariş yağmuruna tutan fırsatçılar, o elin tuttulduğu çizimi satışa çıkaran şirketler… 

Bu felaketi bile kazanca dönüştürmeye çalışan birilerinin olduğunu hiç unutmamak gerekiyor.

‘Ben ne yapabilirim’ sorusunu şahsi biçimde sorarak, bireyselleşmiş biçimde yardım ediyor olmak, buraya sıkışıp kalmak da bir başka soruna işaret ediyor. Medyanın sınırları içinde hareket ettiğimizde bize sunulanlar dışında kalanları görmemek, görememek söz konusu oluyor.

Kendimi bu küçük çocukların yerine koyuyorum. Önce anlamazdım bu ilginin, sevginin nereden geldiğini. Hele de yaşadığım şokun etkisiyle korkardım belki de bundan. Sürekli çevremde beni çeken kameraların olmasından, gelen sorulardan, beni izleyen insanlardan korkardım. 

Belki yine de biraz hoşuma da giderdi ilgi görmek ama hepimiz biliyoruz ki bu ilgi kısa zamanda kesilecek, herkes unutulduğu gibi o çocuklar da unutulacak. Ve o gün yaşananlarla baş başa kalıyor olacaklar. Haykırsalar duyar mıyız ki seslerini? 1-2 sarmaya çalışırız belki yaraları, sonra yine döneriz kendi işimize gücümüze. Dönmeyeceğiz de ne yapacağız? 

En başında demiştim bazıları dönecek hayatına ama bazıları için hayat eskisi gibi olmayacak. Bir daha bunun yaşanmasını istemeyenlerin dayanışmasını ve örgütlülüğünü, benzeri yaranın bir daha açılmasını önlemek adına örmesi gerekiyor. Olduğumuz her yerde yaşanması muhtemel olanı önlemek ve bir gün tepki verip ikinci gün yaşananı unutmamak adına.