Artık dizilerde insana inanmamamız isteniyor. İnsan, artık güven duyamayacağımız bir makinedir. O sadece bencil çıkarları için yaşayan ve zenginliğin peşinden koşan bir canavardır.

Faşizmin yeni yüzü: Black Mirror, Acımadan Öldürmek

Uzun süredir tartışılıyor, filmler-diziler devletlerin ya da şirketlerin karanlık yüzünü ifşa eden bir mekanizmaya mı dönüştü? Diyalektiğin akılları dumur eden sarkacı salınırken, karanlık sinsi bir aydınlığın ardından zihinlerimize sızıyor olabilir. Işıktan gözleri kamaşan her canlı bir süreliğine etrafında olanları net bir biçimde göremez ve çevresinde olanları algılayamaz. Peki, bu ışıklı siyah aynaya sürekli bakan insan neye dönüşüyor?

Black Mirror dizisinin 3. Sezon 5. Bölümünde bu soruya yanıt aranıyormuş gibi görünüyor. Kapitalist propagandistlerin dizi üretmek için ellerinin altında çeşitli standartlaşmış formüller bulunur. Bu formüller gerçeği baş aşağı göstermede oldukça mahirdir. Bir dizi ya da film çekmek tıpkı yemek yapmaya benzer. Standartlaşmış ürünlerin bir üretim standardı vardır. Black Mirror dizisi, insanlığın geleceğine dair güçlü varsayımlar üretiyor. Bu gelecek izleyiciye tipik bir bilim kurgu hikâyesi olarak dayatılıyor. Böylesi bir yemeği lezzetli hale getirebilmek için nelere ihtiyaç duyarız? Kısaca sıralayalım:

  • Gerçekçi ve fantastik detaylar,
  • Bilimi esas almaktadır,
  • Geçmiş-şimdi-gelecek arasında gezerek kompozize edilebilmektedir,
  • Genelde gelecekte gerçekleşir,
  • Dünya hakkında ciddi yorumlar söz konusudur,
  • Ütopya ya da distopya,
  • Bir baş kahraman,
  • Baş kahramanın karşısında duran anti-kahraman (düşman-kötü adam),
  • Bu karakterler insan ya da başka bir şey olabilmektedir (Gürkan,2015: 172-173)1.

Üretim araçlarını elinde bulunduranların geliştirdikleri bu standardizasyon tekniklerini daha fazla genişletmek ve geliştirmek mümkün. Black Mirror’un 3. Sezonunda yer alan ve Türkçeye ‘Acımadan Öldürmek’ (Men Against Fire) adıyla çevrilen bölüm geçmişi, şimdiyi ve geleceği aynı anda içinde barındırmaktadır. Başkarakterimiz Stripe Koinange geçmişin aşağı ırkından bir siyahtır. Bu siyah adam, yaşadığı anın içerisinde kimlerin yaşayacağına ya da öleceğine karar veren bir askerdir. Yaratılan yeni dünya, kafkaesk bir dünyadır ve askerlerin savaştığı mutant insanlar gerçekten de onların gözüne bir hamam böceği olarak görünmektedir. Artık Franz Kafka’nın çizdiği o karanlık dünyanın daha ötesinde bir barbarlık çağıyla karşı karşıyayızdır. Dizide askerler beyinlerine yerleştirilen bir cihazla düşmanlarını canavar olarak görmektedirler. Tahmin edilemeyen ve öngörülemeyen şey ise insanın ta kendisidir. Teknolojiden ve medeni yaşamdan uzaklaştırılan sözde barbar insanlar, askerlerin gerçeği görebilmesini sağlayabilecek bir sinyal mekanizması geliştirmişlerdir. Stripe Koinange, bir operasyon sırasında öldürdüğü insanlardan ele geçirdiği bu cihazı inceler ve cihazdan çıkan yeşil renkli ışığa maruz kalır. O andan itibaren rüyadan uyanmaya başlayan Koinange, bir türlü adını koyamadığı bir huzursuzluğun pençesine düşer.

İletişim bilimlerinde ya da medyada profesyonel olarak çalışanlar şunu çok iyi bilir: Sağlıklı insanlar rüyayı ve gerçek anı ayırt edebilirler. Ancak aynı insanlar ne zaman ideolojinin ya da ne zaman gerçeğin etkisi altında olduklarını çoğunlukla ayırt edemezler. İnsanların birbirlerini acımadan öldürmesini sağlamak için ideolojinin boşlukta bıraktığı o kısacık gerçeklik anlarını da doldurmak gerekir. Çünkü, çoğu zaman bir böceği ayağımızın altında çiğnerken herhangi bir vicdani sorumluluk duymayız. Yalnız iş kendi türümüze geldiğinde durum biraz değişiyor. İnsanın kendi türüne karşı geliştirdiği yüksek empati, kusursuz bir katliam makinesine dönüşmesini engelliyor. Dizide insanın doğasının bu yönünün nasıl alt edilebileceği anlatılıyor; hem de tarihsel gerekçelerle. I. ve II. Dünya savaşına katılan askerlerin yeterince düşman öldürmediği iddia ediliyor. Bu yüzden askerlerin düşmanlarını canavar olarak görmesini sağlayan bir teknolojinin geliştirildiğini öğreniyoruz. Dizi tam bu noktada kendi anlatısını güçlendirmek için yeni bir tarih anlatısı inşa ediyor. Sahiden Naziler canavar insanı yaratmakta başarısız mı olmuşlardır? Bu soru belki de bugün SS’in (Schutzstaffel) kurucusu Heinrich Himmler’e yöneltilseydi bu ithamı hakaret olarak kabul edebilirdi. İnsanı insanlıktan çıkarmak için sömürenlerin özel teknolojik icatlara gereksinimleri olmadığını tarihteki deneyimlere bakarak rahatlıkla görebiliyoruz.2 Himmler, bir orta çağ tarikatı ideolojisiyle inşa ettiği örgütüyle en acımasız soykırımlara katılmıştır. İnsanların zihinlerini uyuşturucularla veya kimyasal ilaçlarla iğdiş etmenize gerek yok, eğer onları üstün bir ırk olduklarına inandırırsanız zaten dünyanın geri kalanını böcek olarak göreceklerdir. Dizide tatmin olunamayan II. Dünya savaşında toplamda 50 milyon insan ölmüştür. Sadece toplama kamplarında ve gaz odalarında ölenlerin sayısı 6 milyondur. İnsanları acımadan öldüren her Nazi’nin beynine özel bir teknolojik cihaz mı yerleştirilmiştir? 

Tıpkı toplama kamplarındaki vahşeti gören Almanlar gibi Stripe Koinange, çıktığı yeni operasyonda arkadaşıyla birlikte çatışmaya girdiği apartmanda daha önce yaratık olarak gördüğü insanları artık insan suretinde görür ve büyük bir şok yaşar. Pandoranın kutusu açılmıştır. Koinange, o andan itibaren yanındaki kadın askerle çatışma yaşar ve yaralanır. Şiddetli bir çatışmanın ardından ölümden kurtardığı kadın ve çocukla oradan uzaklaşır. Kurtardığı kadın, Koinange’yi kendi sığınaklarına götürür. Çatışma sırasında baygınlık geçiren kadın asker kendisine gelip iz sürmeye başladığında onları sığınakta yakalar; canavar/böcek olarak gördüğü kadını ve çocuğu öldürüp siyah asker Stripe Koinange’yi etkisiz hale getirerek kışlaya geri döner. Her şeyin açığa ve aydınlığa kavuştuğu o anda izleyici yeniden kesif bir karanlığın içerisinde bulur kendini. Artık sözde muhalif ve gerçeği açığa çıkarıyormuş kılıfında pazarlanan tüm o seyirlik işlerde ‘iyi insanlar’ kazanmıyor. Gördüğü gerçekler karşısında ödeyeceği bedeli göze alamayan Stripe Koinange’nin hafızası tamamen silinir. Hafızanın silinmesi dizide bir iyileşme olarak gösterilmektedir. Gerçekten de bugün yaşadığımız dünyada güçlü bir hafızayla yaşamayan insanların kof bir mutluluk içerisinde yaşadıklarını söyleyebiliriz. Gerçekleşen ani aydınlanma sonrasında düzene kafa tutan siyah asker, umudumuzun o en yüksek olduğu anda yeniden düzene teslim olmuştur.

Artık dizilerde insana inanmamamız isteniyor. İnsan, artık güven duyamayacağımız bir makinedir. O sadece bencil çıkarları için yaşayan ve zenginliğin peşinden koşan bir canavardır. İzleyicinin değişim anına bu derece yaklaştırılıp yeniden düzenin sınırlarına hapsedilmesi ve o kısacık umut anının yok edilmesi meselesini önemsemeliyiz.

Kapitalizm her film ve dizide sıklıkla yinelediği mesajı tekrar yinelemektedir. ‘Kapitalizm ezeli ve ebedi bir sistem, onu kimse değiştiremez.’ Bu mesajın inandırıcılığını sağlamak için medya profesyonelleri sıklıkla sinsi bir muhaliflik kimliği inşa ederler. Tıpkı Edward Bernays’ın sigarayı kadınlara bir özgürlük meşalesiymişçesine pazarlaması gibi. Freud’un bu akıllı yeğeni, tüm iletişim ve manipülasyon yöntemlerini Joseph Goebbels’den almış, bildiğimiz propagandanın adını halka ilişkiler (public relations) olarak değiştirmiştir. Kızının da dediği gibi (Anne Bernays) Bernays, insanları insan olarak değil, onları vahşi birer hayvan olarak görüyordu. Dil bilimciler, çift düşün-çift konuş yöntemini çok iyi bilirler. Yani eğer merkezi iletişim kanallarından birileri ‘Barış’ mesajları vermeye başlıyorsa iletişimciler kanlı bir katliamın-savaşın yakında olduğunu çok iyi bilirler. Black Mirror’un ‘Acımadan Öldürmek’ bölümünde sadece insanlar böcekleştirilmemekte, bu bölümde aynı zamanda izleyicilerin ütopyalarına yeniden saldırılmaktadır. Artık insanların bir ‘Altın Çağ’ hayali kurmasını istemiyorlar. Bunun için ütopyayı, ‘gerçekleştirilmesi imkânsız hayaller’ anlamına gelen bir kavrama dönüştürerek acımadan katlettiler. Çünkü, ütopyası olmayan insanlar artık birbirlerini acımadan öldürebilirler.

  • 1. Gürkan, Hasan (2015). Karşı Sinema. İstanbul: Es Yayınları.
  • 2. Naziler, askerlerin savaşma azmini arttırabilmek için onlara çeşitli ilaçlar vermiş olabilirler. Bu ayrıntılar bir kenara bırakılırsa, odaklanılması gereken esas nokta Nazi ideolojisi ve propagandadır. Zira o hiçbir uyuşturucunun yapamayacağı güçte bir etki yapmaktadır. Bir insan kendi türünde birini yok yere öldürdüğünde o kişiye katil deriz. Oysa milyonlarca insanın zihinlerine her gün biteviye atom bombaları bırakan medya profesyonelleri için henüz üretebildiğimiz negatif bir sıfat yok. Silah fabrikasında çalışmakla, Netflix’te çalışmak arasında ne gibi bir fark var? İnsanlığı bugünün kesif karanlığına itenlere övgüler düzmeye ve onlara şanlı sıfatlar yakıştırmaya devam ettiğimiz sürece sömürülmeye de devam edeceğiz. İletişim alanında gerçekten düzgün bir kaynak okumak isteyenler için naçizane bir öneride bulunmak isterim. ‘İletişimi Anlamak’ İrfan Erdoğan. Zahmete girilir ve bu dipnot okunursa, İrfan Erdoğan’ın kitabını mutlaka not alın (Y.N).