Elbette sermaye sınıfı, onun seçtiği egemenler inşa ediyorlar rejimi. Ancak Faşizmin 'başarısı' toplumda kökleşmesine bağlı.

Faşizmin küreği

Dünya sürekli değişiyor, dönüşüyor. Dünya’nınki kadar hızlı olmasa da bizim dünyayı algılama ve yorumlama şekillerimiz de farklılaşıyor. Faşizm en az yüz yıldır hayatımızda. Tarihsel kökenini, tanımlarını az çok biliyoruz. Kapitalizmin çocuğu olduğunu da. 

“Sıradan Faşizm” filmini izlediğimde Üniversite’nin ilk yılındaydım. Ortaköy Dereboyu’ndaki bir Kültür Merkezi’nin sinema salonunda. soL Haber okurlarına saygısızlık sayılmayacağı umuduyla şu bilgileri de vereyim: “Sıradan Faşizm” 1965 yılında  çekilmiş bir belgesel film. Yönetmeni Mikail Romm. Arşiv görüntülerinden yararlanılarak oluşturulmuş olan film Nazizm’in yükselişini, Alman toplumunun geniş kesimleri tarafından benimsenmesini ve bu arada Soykırımı da anlatıyor. Her ne kadar odağında Almanya ve Nazizm olsa da film Faşizmin toplum içinde bir hastalık misali yayılımının anlaşılması bakımından çok önemli bir kaynak sayılıyor. Eğer hâlâ izlemedinizse lütfen bir ara zaman ayırın. 

Nazizm Faşizmin Almanca konuşabileni. Faşizm de malum, Kapitalizmin “haşarı çocuğu”. Salakça bir çember çizip “Efenim, bütün aşırı uçlar sonunda birleşir. Komünizm ve Faşizm aynı şeydir” makamından zırvalayanları ağzına terlikle vurabilmek için de yararlı film. Almanya sermayesi ile Naziler arasındaki samimiyeti ortaya koyuyor net biçimde.

Geçenlerde Fransız Devlet Radyosu’nun bir kanalında (France Inter) Nazizm üzerinde çalışan tarihçilerle yapılan bir söyleşiye denk geldim. Johann Chapoutot ve Christian Ingrao, dünyanın bugünü ile 1930’lar arasındaki benzerlik ve farklılıkları tartıştılar. Özetin özetini yaparsam, yönetenlerin ve seçkinlerin radikalleşmesi diye adlandırdıkları olgu üzerinden benzerliklerin bir hayli fazla olduğunun altını çizdiler.

Herhalde Fransız oldukları için biraz zarifler elbette! Radikalleşme dediklerinin aslı faşist yöntem ve yaklaşımların yaygınlaşması. 30 yıl öncesine kadar düşünülse de telaffuz edilmeyen faşist çirkinliklerin artık rahatça dile getirilebilmesi. Aşırı sağ iktidara gelmesin bahanesiyle ikinci kez seçilmeyi başaran Macron’un İçişleri Bakanı Darmanin’in aşırı sağcı ve Nazi işbirlikçisi yazarların sözlerini kullanmak gibi bizdeki mevkidaşını hiç aratmayacak eylem ve söylemleri. Polis şiddetinin her gösteride daha da artması, bunun hesabının sorulmaması ve aşırı sağcı polis sendikalarının sokak ortasında adam öldürmeyi rahatça savunabilmeleri. Fransa’da büyük sermayenin sahibi olduğu özel TV ve radyo kanallarının sabah akşam göçmenlere söven, “Esas Fransızlar’ın” neslinin tükenme tehlikesinde olduğunu söyleyen aşırı sağcılara yer vermeleri, bir yandan da sözde ılımlı Macron tayfasının grev yasaklamaya kalkışması, grevci emekçileri “halkın rahatını kaçırmak”la suçlaması. Bir zamanlar merkez sağda sayılan ve çekingen biçimde de olsa sosyal adaletten yana görünen Cumhuriyetçiler’in (LR) son kongresinde başkanlık için üç aşırı sağcı adayın yarışması. Bunları hepsi o “radikalleşme” diye estetize edilen Faşistleşmenin bir çırpıda aklıma gelen Fransa’daki örnekleri. Sermaye zor durumda ve dişlerini gösteriyor. Fransız emekçileri ise her şeye karşın direniyorlar. Sokakları bırakmıyorlar. Darısı bütün halkların başına!

Manş’ın öte yakasında, İngiltere’de ve İrlanda’da yaşananları da Çağdaş Gökbel (https://youtu.be/H0C0hdH687A) ve Selin Nasi (https://www.politikyol.com/2023e-dogru-ingiltere-notlari-noelin-tadi-yo…) kendi üslup ve yaklaşımlarıyla düzenli olarak aktarıyorlar bizlere. Kapitalizmin bunalımı her yerde.

Faşizm yerel renklerle “zenginleşiyor” her ülkede. Sermaye aynı ama kullandığı araçlar ve gerekçeler geniş bir yelpazeye yayılıyor. Elbette sermaye sınıfı, onun seçtiği egemenler inşa ediyorlar rejimi. Ancak Faşizmin “başarısı” toplumda kökleşmesine bağlı.

Sıradan Faşizm filminin yanı sıra  Nazi Almanyası üzerine çalışan araştırmacıların en çok vurguladıkları yönlerden biri de toplumun faşizmi içselleştirmesi. Milliyetçilik, Irkçılık, Cinsiyetçilik, Homofobi, Dincilik, Mezhepçilik gibi unsurlarına aşinayız  Faşizmin. Dünya’daki örneklere benzer bir şekilde Türkiye’de de epeydir saklanmıyor Faşizm. Utanması yok. Yakın zamana dek “Irkçı değilim ama...” diye başlayan cümleler artık “İsterlerse Irkçı desinler...” şeklinde giriyor yaşantımıza. Nedenler değil sonuçlar üzerine odaklanmak kolaylaştırıyor bu pespayeleşmeyi. Sokakta önüne çıkan kedinin evden neden kaçtığını sorgulamak, sorunun kökenine uzanmak, çözümü orada aramak yerine bir tekme de o sallıyor, rahatlıyor. Herkes Aziz Nesin olamaz ama okumak, öğrenmek, anlamak mümkün. Faşizmi adım adım inşa eden düzen bunu yapanı sevmiyor işte. 

Hiç kuşkusuz, düzen kediye tekme sallayanı, köpeğin kafasına kürekle girişeni seviyor.

Bundan bir ay önce 5,5 aylık bir kediye saçma sıktı manyağın biri. Evin çevresinden nadiren ayrılan, zaman zaman yanımızda yatan, yumuk yumuk, sevecen, maalesef insan canlısı bir yavru kediye. Saçma ön bacağının dirsek kemiğini paramparça etmiş. Önce veterinere koştuk. 2,5 saatlik bir ameliyat. Kaşık kadar kedinin bacağında koca bir platin çubuk var şimdi. Yerel mülki ve idari makamların, kolluğun kapılarını aşındırdık. Kediye bunu yapan alçak hepimiz için tehlikedir filan dedik ama üzüntülü bir şekilde kafa sallamanın ötesinde bir şey yapamadılar. O manyak hala ortalıkta, bir sonraki dört veya iki ayaklı kurbanını arıyor.  

İnsan vurulsaydı, hiç değilse tanıklık ederdi diye düşünebilirsiniz. İşlerin öyle yürümediğini de öğrendik bu vesileyle. Daha önce de yaşanmış benzer olaylar ve iki ayaklı olanlar da cesaret edip tanıklık edememişler. Birinin babası bilmem kimmiş, ötekinin siyasi desteği varmış vs... Vurulan vurulduğuyla kalmış. Manyak, manyaklar dışarda. Yine de hukuk önünde bir farklılık var. İnsan şikayetçi olursa, mahkemesi, hapis cezası olabiliyor. Vurulan hayvansa, uğraşırsan para cezası en fazla. Neden?

Bu soru sanırım Faşizmin bir başka boyutuna götürüyor bizi. İnsanların arasındaki değil, türlerin arasındaki ayrımcılığa. Buna “Türcülük” diyorlar. Yaptığım okumalardan anlayabildiğim kadarıyla İnsanı diğer canlı türlerinden ayrı, üstün tutma eğilimi. Aynı zamanda kimi türleri de diğerlerine göre kayırma. “Eşref-i mahlukat”. Türkçesi “Yaratılanların en şereflisi”ymiş ya İnsan! Kimi düşünürler bunu Irkçılık, Cinsiyetçilik gibi Faşizmin temel payandalarından ayırmıyorlar. Türcülük düşünsel anlamda yeni değil elbette ama bilimsel alanda tanımlanma çabalarının sadece yarım yüzyıllık geçmişi var.

Faşizmin yeni bir bileşeniyle mi karşı karşıyayız, tam emin değilim. Yine de hayvanlara yönelik şiddetin Faşizmden, toplumda faşist eğilimlerin yaygınlaştırılmasından kolay kolay soyutlanmayacağını söylüyor içimden bir ses.

Karışık ve zor bir konu. İşte bu yüzden insanın çevresindeki diğer türlerle kurduğu şiddet ilişkisini Türkiye’de en fazla dert edinen, bu konuda kafa yoran, emek harcayan, hatta bu yüzden hedef alınan birisiyle konuşmak niyetindeyim bu meseleyi. Bir aksilik olmazsa 16 Aralık Cuma akşamı saat 21’de soL TV’de yayınlanacak Dünya Çarkı programında bu kez Homo Sapiens’in diğer türlerle ilişkisini tartışacağız.

Tek Faşizm yok belki ama mücadelenin tek bir yolu var.