İktidardaki sağın karşısına bu sefer de radikal sağın çeşitli türevleri çıkıyor, bunlar en çok gençleri cezbediyor, onları ırkçı-faşist birer psikopata dönüştürüyorlar.
Henüz bir ideoloji olarak ırkçılık yokken kölelik vardı. “Konuşan üretim aracı” olarak kölenin emek gücü üretilen değerin, dolayısıyla da zenginliğin esas kaynağıydı ve başta Yunan ve Roma, antik dünya köle emeği üzerine kuruluydu.
Irkçılık ise sömürgecilikten kapitalizme uzanan süreçte Batılı beyaz adamın üstünlüğünü meşrulaştırmak için icat edildi. Medeni beyaz, vahşi siyahtan daha üstündü, onun topraklarını işgal etmek, onu köleleştirmek ve altınını, gümüşünü, elmasını almak en doğal hakkıydı.
Önce serfliğe, sonra da ücretli emeğe geçişle birlikte kölecilik tasfiye oldu, fakat Amerika Birleşik Devletleri’nde 19. yüzyıla kadar devam etti, Amerikan kapitalizminin doğuşunda ve ilkel birikim sürecinde köle emeği ciddi rol oynadı.
Kölecilik ortadan kalktı evet ama ırkçılık için aynısını söylemek mümkün değildi, başta ABD olmak üzere tüm dünyada siyah düşmanlığı ve ırkçılık yoluna devam etti. ABD’de ırkçılığa karşı sahici bir mücadele ise 1950’li yıllardan itibaren söz konusu oldu.
O mücadelenin önemli isimlerinden biri Malcolm X’ti. X, cezaevinde tanıştığı İslam’ı Batılı beyaz adama karşı bir silah olarak gördü, siyah hakları için verdiği mücadeleyi İslami bir söylemle birleştirdi, kimliğini siyahlık ve Müslümanlık üzerine kurdu.
Tayyip Erdoğan geçtiğimiz günlerde İnstagram’a yönelik yasağı savunurken, yasağa karşı çıkanlar için “Batı'dan çok Batıcı, İsrail'den çok İsrailci olan bu ev zencilerinin tek gayesi sahiplerine şirinlik yapmaktır” şeklinde bir cümle kullandı; cümlede geçen “ev zencisi” tabiri ise Malcolm X’e aitti.
Malcolm X, bu tabiri siyah olduğu halde beyaz adama köleliği ve hizmet etmeyi içselleştirmiş, köle olmaya itiraz etmeyen, efendisini seven, kölelikten kurtulmak için mücadele etmeyen siyahlar için kullanmıştı.
Erdoğan ise oradan yola çıkarak muhalefeti Batı’ya biat etmekle, Batı’nın kölesi olmakla, Batıcılıkla suçluyordu ve Batı karşıtı bir konum alıyor, tıpkı “dünya beşten büyüktür” sözünde olduğu gibi kendisini dünya düzenine meydan okuyan lider olarak sunuyordu.
Peki bu doğru muydu, Erdoğan “ev zencileri”nin karşısında “tarla zencileri”ni mi temsil ediyordu, yani Batı’nın kurduğu dünya düzenine ve onun adaletsizliklerine itiraz mı ediyordu, dış politikaya ve uluslararası ilişkilere böyle mi yaklaşıyordu?
Bu sorunun yanıtını biliyoruz aslında. Erdoğan Milli Görüş’ün içerisinden “ılımlı İslam”ın temsilcisi çıkarken arkasında açıkça ABD ve Batı vardı, henüz daha başbakan olmamışken ABD’li, Batılı yetkililerle görüşüyordu. Bununla da yetinmiyor, ABD’ye gittiğinde uluslararası Yahudi kurum ve kuruluşlarının temsilcileriyle bir araya geliyor, onlardan ödül alıyordu.
İktidarında Afganistan işgaline dâhil olundu, Irak işgali için ABD’yle “at pazarlığı” yapıldı, Kıbrıs’ta Annan Planı kabul edildi, Ortadoğu’da “Arap Baharı” başladığında ABD ile birlikte rejim değişikliği operasyonlarına girişildi, Libya NATO ile birlikte yıkıldı, eğit-donat programı ile Suriye’ye karşı cihatçı çeteler beslenip büyütüldü, en son Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliklerine izin verildi.
Erdoğan’ın uluslararası sermayeye de hiçbir zaman itirazı olmadı. Özal’ın başlattığı neoliberal politikalar onun döneminde devam etti, ülke sıcak para için bir cennete dönüştü, paradan para kazanma kural haline geldi, 70 milyar dolarlık özelleştirme yapıldı, kamuya ait bütün bir birikim satıldı. Türkiye ekonomisinin bağımlılıktan kurtulması adına tek bir adım bile atılmazken ülke Batılı fonlara ve kredilere mahkûm edildi, borç katlanarak arttı.
Şimdilerde tipik bir Batıcı neoliberal program olan Şimşek programı ile enflasyonla mücadele adı altında halkın kemeri değil boğazı sıkılıyor, halk planlı bir şekilde yoksullaştırılıyor, ülkenin bütün zenginliği küçük bir azınlığın cebine aktarılıyor. Programın başka bir sonucu ise artık yavaş yavaş görülmeye başlanıyor: Yaşanan daralmayla birlikte işsizlik artıyor, yani yüksek enflasyonun yanına bir de işsizlik ekleniyor.
DİSK Araştırma Merkezi’nin hazırladığı rapora göre geniş tanımlı işsizlik oranı yüzde 29,2 ve bu da yaklaşık 12 milyon kişiye tekabül ediyor. Dar tanımlı işsizlik yüzde 9 iken geniş tanımlı işsizliğin yüzde 29,2’ye çıkması ve makasın açılması, “ümidini kaybedenlerin, iş aramayıp çalışmaya hazır olanların ve iş arayıp işbaşı yapamayacak olanların sayısındaki artış”la açıklanıyor. Genç nüfustaki, yani 15-24 yaş arasındaki işsizlik oranı ise yüzde 17,6’ya yükselmiş durumda ki bu da 3 milyon 305 bin kişi demek.
Peki ya çalışabilenler? İktidar gayet planlı programlı bir şekilde milyonları asgari ücrette ve ona yakınsayan ücret düzeylerinde eşitledi, sermaye için bir cennet, emek için bir cehennem yarattı. Gençler de böylece ya işsizliğe ya da kölelik ücretiyle çalışmaya mahkûm edildi.
Bugün “ev zencileri”nin yönettiği Türkiye’nin sermaye düzeni, başta gençler olmak üzere bu topluma, bu halka hiçbir şey vaat edemiyor; piyasacılıkla dinciliğin ölümcül bileşimi umutsuz, bugününden ve geleceğinden emin olmayan, öfkeli milyonlar yarattı.
Bu milyonların önemlice bir bölümü genç ve o gençlerin düzene ve iktidara yönelik öfkesi, solun, devrimcilerin, sosyalistlerin yokluğunda faşizmin yeni versiyonlarına kanalize oluyor, klasik ülkücülüğün yanına radikal sağın yeni versiyonları ekleniyor ve Eskişehir’de görüldüğü üzere bu yeni faşizm internetten, sosyal medyadan sokağa taşmanın sinyallerini veriyor.
Saldırı haberini gördüğümde ve mahiyeti henüz netleşmemişken sosyal medyada yaptığım ilk değerlendirmede “ülke tarihinin ilk kanzi eylemi Eskişehir'de gerçekleşmiş olabilir mi acaba” şeklinde bir soru sormuştum.
“Kanzi” tabirini gençler, radikal sağ eğilimli gençler için bir tür dalga geçme tabiri olarak kullanıyorlar ve evet maalesef ki kanzilerin, yani 15-20 yaş arası kuşağa mensup radikal sağcı gençlerin içerisinden çıkan biri kanzilerin ilk saldırı eylemini gerçekleştirmiş bulunuyor.
18 yaşındaki saldırganın eylem öncesi hazırladığı “manifesto” günümüz radikal sağının (ya da kanziliğinin) İttihatçılığa öykünen, Mustafa Kemal’den ırkçı-Turancı bir figür çıkarmaya çalışan ya da basitçe sığınmacı düşmanlığından beslenen fraksiyonlarının dışında doğrudan Neo-Nazi bir karakter taşıyor.
Manifestonun başına SS işareti koyulmuş, girişinde “insanların en şeytanı” denilen ve böceğe benzetilen Yahudiler hedef alınmış, “temizlenecekler” listesi için ilk başa ise şaşırtıcı olmayacak bir şekilde “ideolojik düşmanlarını temizle, komünistleri, Marksistleri ve antifaşistleri" yazılmış.
Öyle ki saldırganın ilk planı Türkiye Komünist Partisi’ne saldırmakmış ama sonradan vazgeçmiş, komünistlerin yanına Kürtleri de koymayı ihmal etmemiş ve “saldıracağım TKP binasında umarım bir kaç K*rt olur, sonuçta bu pisliklerin çoğu komünist" diye yazmış.
(Kürt sözcüğü bu terminolojide bilinçli bir şekilde K*rt diye yazılıyor, böylece ağza alınmamış olduğu, değersizleştirildiği düşünülüyor.)
Ancak temizlenecekler listesinde elbette ki sadece komünistler ve Kürtler yok; yeni faşizmin doğasına uygun bir şekilde sığınmacıları da hedef almış ve “trafikte mendil satmaya çalışan Suriyeli çocuklara zehirlenmiş su ve sahte para ver” diye yazmış. Feministler ve LGBT’ler için “LGBT yürüyüşüne bomba ihbarında bulun, feminist aktivistlerin arabalarının benzin deposuna toz şeker dök ve egzoz borusuna ıslak bir havlu tıka” demiş. Sokak hayvanları için ise “9 mm ile vurulmadırlar” çağrısında bulunmuş.
Bu saldırı sol açısından ne münferit ne de istisnai bir saldırı olarak değerlendirilebilir. Türkiye’nin yaşadığı çoklu kriz konjonktüründe solun ve emek hareketinin yokluğu faşizme filizlenebileceği ve büyüyebileceği bir zemin sunuyor. İktidardaki sağın karşısına bu sefer de radikal sağın çeşitli türevleri çıkıyor, bunlar en çok gençleri cezbediyor, onları ırkçı-faşist birer psikopata dönüştürüyorlar.
Eskişehir’deki saldırgan nasıl ki ilk saldırması gerekenin komünistler olduğunu öğrenmişse ve biliyorsa, komünistlerin de Türkiye’nin sermaye düzeninin faşizme nasıl alan açtığını, gençleri nasıl zehirlediğini, delirttiğini görmesi ve ona göre mücadele etmesi, gençlerdeki ve halk kitlelerindeki öfkeyi politikleştirip doğru yere yönlendirmesi gerekiyor. Unutulmamalı ki içinden geçtiğimiz dönem bunun için muazzam fırsatlar sunuyor.