Türkiye’de, 2008 yılından bu yana, 25-31 Mayıs tarihleri arasında, Etik Haftası kutlanıyor. Duymamışsınızdır. Olsun, bir şey kaybetmediniz. Öykü şöyle; 2004 yılının 25 Mayıs günü TBMM’de 5176 sayılı Kamu Görevlileri Etik Kurulunun kurulmasına ilişkin bir yasa kabul edildi. 2008 yılında 25 Mayıs “etik günü”, aynı günün yer aldığı hafta da “Etik Haftası” olarak kutlansın diye bir karar alındı. Kurulun internet sitesinde, hafta boyunca, kamu kurum ve kuruluşlarında etik kültürünü yerleştirmek ve geliştirmek amacıyla çeşitli etkinlikler gerçekleştirildiği belirtiliyor.
Kamu Görevlileri Etik Kurulu 11 üyeden oluşuyor. Üyelerini, bakanlık; belediye başkanlığı; müsteşarlık; valilik; rektörlük; dekanlık yapmış olanlar ile Yargıtay, Danıştay, Sayıştay üyeliği görevlerinden emekliye ayrılanlar arasından Cumhurbaşkanı doğrudan seçiyor.
Kurul, kamu görevlileri için ahlak ilkeleri belirliyor; rehberler çıkarıyor; etiğe aykırılık başvurularını karara bağlıyor; çalıştaylar, toplantılar, konferanslar düzenliyor.
Çalıştaylardan birinin konusu; “Mevzuat Boşluk Analizi.” Ancak bugüne değin herhangi bir ürün çıkarılmadığı anlaşılıyor. 2019 yılı Faaliyet raporunda yalnızca şu sözlere yer verilmiş; “etik dışı davranışlara yol açan mevzuat boşluklarının tespit edilmesi amacıyla bir araştırma çalışması yapılmıştır.”
2008 yılından bu yana AB ile işbirliğinde projeler yürütüldüğü belirtiliyor. Ancak adlarına ve ne durumda olduklarına ilişkin bilgi verilmemiş. 2019 yılı Ocak ayında 1 milyon 790 bin Avro bütçeli ve iki yıl sürecek; “Yerel Yönetimlerde seçilmiş ve Atanmış Kamu Görevlilerinin Etik Farkındalığının Artırılması için Teknik Destek Projesi” ne başlandı. 2021 yılında 1 milyon Avro bütçeli “Kurumsal Kapasitenin Geliştirilmesi” ilişkin bir projeye başlanması öngörülüyor.
Faaliyet Raporundaki bilgi ve resimlerden, yerel yönetimler konusundaki projeye çok önem verildiği görülüyor: Açılışı Ankara Sheraton Hotelde yapılmış. Daha sonraki bir tarihte basın mensuplarına iftar yemeği verilmiş. Kamuda tantana diz boyu…
Kurulun bütün yayınlarında; saydam, kaliteli, etkin ve verimlilik anlayışı içinde hizmet veren bir yönetim toplumsal uzlaşı, barış ve huzura da önemli ölçüde katkıda bulunur… gibi çok sayıda özlü söze rastlanıyor.
En az genel müdür ya da eşiti düzeyinde olmak üzere, Cumhurbaşkanı ve yardımcıları, milletvekilleri, bakanlar, TSK, yargı mensupları ve üniversite personeli dışındaki üst düzey kamu görevlileri hakkında, başvurabiliyorsunuz. Kurula, basında yer alan haberler üzerine resen inceleme yapmak yetkisi de verilmiş.
Kuruldan umarı olanların sayısının çok az olması dikkat çekiyor. 2005-2019 arasındaki 15 yılda 2.476 başvuru yapılmış. Sonuç da alınamadığı anlaşılıyor, 1.713 başvuru usulden reddedilmiş; 634’ü incelenmiş; 206’sı, yargıya intikal ettirildiği için durdurulmuş; 97’si için etik ihlal kararı verilmiş.
Kararlar etik kurallara aykırı davranıldı/davranılmadı biçiminde veriliyor ve başvurucu ile Kurum yetkilisine bildiriliyor. Herhangi bir yaptırımı yok.
2019 yılı Faaliyet raporundan alınan şu sözlerin benzerlerine bütün yayımlarında rastlayabilirsiniz; “…Etik Kurulu’nun kurulması ile kamu yönetimimizde etik anlayışın ve kültürün inşa edilmesi bakımından önemli bir adım atılmış ve özellikle son yıllarda etik bilinci geliştirilmesi yönünde ciddi çalışmalar gerçekleştirilmiştir…”
Uluslararası Şeffaflık Örgütü böyle düşünmüyor
Kurul, etik bilincin gelişmesine katkı vermesiyle övünüyor ama Uluslararası Şeffaflık Örgütü aynı kanıda değil. Türkiye, yolsuzluk algısında her yıl birkaç basamak alta düşüyor.
Devlet yöneten kadroların sözlerine değil, eylemlerine bakmak daha doğru. Uluslararası kuruluşlar da bu gerçeği fark etmiş: Örgütün raporlarında Türkiye’nin bütün uluslararası anlaşmaların tarafı olduğu, ancak bunların hiçbirine uymadığı vurgulanıyor.
Ve sonuç ortada: AKP 2003 yılında iktidara geldiğinde 123 ülke arasında 77’nci sıradaydı. Sonraki yıllarda durum giderek kötüleşti. 2016 yılında sıralamaya katılan 176 ülke arasında 75’inci olabildi. 2018’de 78’inci; 2019’da ise 180 ülke arasında 91’inci sıradaydı.
2019 yılında 36 OECD ülkesi arasında sondan 2’nci; G20 arasında sondan 4’üncü oldu. Doğu Avrupa ve Orta Asya ülkeleri grubundaki sıralaması da pek parlak gelişmiyor; 2013 yılında 1’inci sıradaydı, 2019’da 5’inci olabildi.
Uluslararası Şeffaflık örgütünün raporlarında bu olumsuzluğun nedeni aşağı yukarı şu sözlerle açıklanıyor; “güç, otoriter rejimlere benzer bir yoğunluk ile yürütme erkinde ve tek elde toplanmıştır… yargı bağımsızlığı ve hukuk devleti ilkelerine yönelik ihlaller artmaktadır…denetleyici ve düzenleyici kurumlar etkisini ve işlevini yitirmiştir…Meclis denetleme ve hesap sorma gücünü yitirmiştir…politika geliştirme ve karar alma süreçleri gitgide daralar çevreler içinde yürütülmekte, katılımcılık ve halkın kararları etkileme gücü azalmaktadır…”
Örgütün 2019 yılı Yolsuzluk Algısı Raporundaki şu önemli bulguyu da bir yerlere not edelim; “yolsuzlukla ilgili suçlar için kamu idarelerince verilen kovuşturmaya yer olmadığına yönelik kararların oranı 2009 -2019 arasında %29’dan %45’e çıkmıştır.” Bu sözler, yolsuzlukların bağımsızlığını yitirmiş yargıdan bile kaçırıldığının açık bir anlatımıdır.
Yukarıdaki şemaya isterseniz bir daha bakın…