'Velhasıl AKP CHP’leşmemiş, olduğu yerde kalmıştır; ama evet CHP AKP’leşmiştir, değişim tek yönlüdür.'

Eski CHP yeni AKP, eski AKP yeni CHP

Kılıçdaroğlu geçtiğimiz haftaki Meclis grup konuşmasında Erdoğan’ın kendisi hakkında söylediklerini alkışlayan kuvvet komutanlarına sert bir çıkış yaparak “haddinizi bilin” demişti. Konuşmanın devamında söyledikleri ise daha büyük bir tartışmaya kapı aralayacak nitelikteydi. Kılıçdaroğlu CHP’nin ve AKP’nin yaşadığı değişimi şöyle anlatıyordu:

"Sevgili arkadaşlarım, sevgili halkım; açık söylüyorum, biz değiştik, biz halkın partisiyiz. Biz hangi yanlışları terk ettiysek, artık saray tam odur. Statükocu, anti reformcu, anti özgürlükçü Kenan Evren kafasına geldiler bunların tamamı, Kenan Evren'in hizasındalar."

Bu cümleler basit birer propaganda ya da “takiye” cümlesi değildir; Kılıçdaroğlu sahiden de böyle düşünmektedir ve daha da önemlisi AKP’ye yönelik bu bakış AKP’nin Türkiye’yi 20 yıldır yönetebilmesinin de AKP-sonrasının “AKP’siz AKP rejimi” olarak kurgulanabilmesinin de ana nedenidir.

Kılıçdaroğlu her şeyden önce iktidarın Kenan Evren’le hizalanma tarihi konusunda yanılmaktadır. AKP Evren çizgisine yeni gelmiş değildir; AKP 12 Eylül rejiminin ta kendisidir, TÜSİAD sermayesinin ve darbeci generallerin Özal sonrasında arayıp da bulamadığıdır.

AKP 12 Eylül’ü mantıksal sınırlarına taşımıştır. Ekonomide kamunun tasfiyesi, piyasacılık, özelleştirme, emek hareketinin dağıtılması, ücretlerin süreklileşmiş bir şekilde aşındırılıp aşağıya çekilmesi… Bunlar 24 Ocak Kararları’nı alanların ve 12 Eylülcülerin ancak bir yere kadar hayata geçirebildikleri hayallerdir, bütünüyle gerçek olmaları ise AKP dönemine tekabül eder.

Aynısı siyaset için de geçerlidir. Bugün AKP-MHP ittifakında cisimleşen Türk-İslam sentezi 12 Eylül paşalarının ideolojisidir. Sola karşı, örgütlü topluma karşı, emek hareketine karşı bulunan sihirli reçete halkın sağcılaştırılması, lümpenleştirilmesi olmuş, Türk-İslam sentezi de bu doğrultuda kullanılmıştır. İşte bugün medyadan orduya, sendikalardan yargıya uzanan bir genişlikte Türk-İslam sentezi iktidardadır.

Velhasıl AKP Evren’e bugün hizalanmış değildir, en başından beri orada durmaktadır ve bugünkü CHP yönetiminden dünün yetmez ama evetçilerine uzanan genişlikteki bir toplamın bunu görmezden gelmesi bu ülkenin 20 yıllık trajedisini oluşturmuştur. AKP’nin otoriterliğinin İslamcılık ve piyasacılıkla bağlantısını görmezden gelen, bu üçlünün Türkiye kapitalizmi için dönemsel bir ihtiyaca tekabül ettiğini anlamayan ya da anlamıyormuş gibi yapan sınıf kaçkını, soyut bir demokratikleşme söyleminin yarattığı bir trajedidir bu.

AKP’ye bir zamanlar demokrasi adına destek vermek yeterince büyük bir ahmaklık ve yeterince büyük bir suç değilmiş gibi bugün de “eski AKP” nostaljisi yapılmakta, AKP’nin bir zamanlar “iyi” olduğu ama şimdi değiştiği öne sürülmektedir. Yola buradan çıkıldığında ise topluma vaat edilen şey eski AKP gibi olmaktan, ona benzemekten ve eski AKP’yi başka bir isimle de olsa iktidara getirmekten öteye gidememektedir.

Üstelik mesele bu AKP nostaljisiyle sınırlı değildir; Kılıçdaroğlu yönetimi “değişim” ve “halkın partisi” olma adı altında CHP tabanının sol duyarlılığını ve ilerici karakterini tasfiye etmeye girişmiş, ciddi bir tahribat yaratmayı da başarmıştır.

CHP tabanı örneğin düne kadar Menderes’in kim olduğunu, NATO üyeliği için Kore’de nasıl bir kan pazarlığı yaptığını, gericilikle kurduğu ilişkiyi, muhaliflere yönelik baskı politikalarını, CHP’ye düşmanlığını çok iyi bilir ve ona göre davranırdı. Bugün kafalar karışmıştır; çünkü Türk sağının Menderes’ten bir “demokrasi kahramanı” yaratma projesine artık CHP de ortaktır.

CHP tabanı aynı şekilde Erbakan’ın kim olduğunu da Türkeş’in kim olduğunu da Muhsin Yazıcıoğlu’nun kim olduğunu da Özal’ın kim olduğunu da İslamcılığın ve ülkücülüğün Türkiye tarihindeki yerini de ve bunların Cumhuriyet’le olan dertlerini de bilirdi.

Bugün burada da kafalar hayli karışmış durumdadır; çünkü artık cümbür cemaat Erbakan’ı anma törenleri yapılmakta, Özal “büyük devlet adamı” olarak övülmekte ve mezarına gidilmekte, 12 Eylül öncesi Türkeş ve Yazıcıoğlu’nun talimatıyla öldürülen CHP’lilerin ismi dahi ağza alınmamakta, bilakis bu ikili taltif edilmekte, övülmektedir.

Velhasıl AKP CHP’leşmemiş, olduğu yerde kalmıştır; ama evet CHP AKP’leşmiştir, değişim tek yönlüdür.

“Helalleşme” denilen şey de zaten tam olarak budur; “helalleşme” Türkiye toplumunun farklı kesimlerinin birbirleriyle barıştırılması, sahte kutuplaşmaların ortadan kaldırılması, eşit yurttaşlık temelinde buluşulması girişimi değildir. Türk sağının ve Türkiye gericiliğinin günahlarının üzerinin örtülmesi, unutturulması, ilericilik adına gerçekleştirilmiş her şeyin mahkûm edilmesi, ilerici her hamleye dair bir mahcubiyet hali üretilmesi, Türkiye ilericiliğine sürekli günah çıkarma çağrısı yapılmasıdır.

Seçim hesapları ve aritmetiğinin ötesinde Altılı Masa’nın esas varoluş nedenini tam olarak bu bakış açısı oluşturmaktadır. Tarihe ve AKP’ye böyle bakıldığı için bir ülkücü fraksiyon olan İYİP’le, Millî Görüş’ün merkez partisi Saadet’le, AKP’de başbakanlık ve bakanlık yapmış isimlerin kurduğu partilerle ve Menderes geleneğini temsil eden DP’yle böylesine ilişkiler kurulabilmektedir. Haydar Baş’ın ya da Yazıcıoğlu’nun çocuklarına vekillik kapıları bu yüzden kolaylıkla açılmaktadır. Tarikat ve cemaatlere bu yüzden susulmakta, laiklik sözcüğü bu nedenle ağza alınmamaktadır.

Babacan’ın ekonomi programının ülkeyi buraya getirdiği, Davutoğlu’nun yeni-Osmanlıcı hayallerinin dış politikada yarattığı tahribat, Saadet’in İstanbul Sözleşmesi düşmanlığı, İYİP’in “seküler milliyetçililk” adı altında yeni bir sağ hegemonya peşinde koşması, eski AKP nostaljisiyle 2013 öncesine dönüşün topluma umut diye pazarlanması bu nedenle asla konuşulmamakta, toplumun AKP rejiminden bıkkınlığı ve yorgunluğu açık bir şekilde suiistimal edilmekte, “tıpış tıpış gidip oy verecekler” diye düşünülmektedir.

Ancak mesele sadece AKP-sonrasının AKP’siz AKP rejimi olarak kurgulanması değildir; yukarıda sözünü ettiğimiz bakış açısı ve bunun üzerine kurulu siyasal strateji, AKP’yi rejim inşa eden bir parti ve inşa ettiği rejimi de olağanüstü bir rejim olarak görmekten ısrarlı bir şekilde kaçınmaktadır ve bu da onun AKP’yle mücadelesinin sınırlarını belirlemektedir.

Bugün tanıklık ettiğimiz sandık fetişizminin, seçimlerin seçim gününe hapsedilmesinin, halkın siyasal denklemin dışında bırakılmasının, alanların, meydanların, sokakların birer siyasal mekân olmaktan çıkarılmasının, mitinglerin, yürüyüşlerin, boykotların siyasal faaliyet kapsamında görülmemesinin nedeni de esas olarak budur.

Yani eski AKP-yeni AKP ayrımı yapılmasıdır, AKP’nin ne olduğu ve ne yapmak istediği üzerine sahici bir tutumun sergilenmemesidir, AKP hakikatinin bilerek görmezden gelinmesidir ve elbette ki eski AKP’ye benzeme çabalarıdır.

Yaşanan her şeye rağmen AKP’nin hala belli bir güce sahip olması ve o seviyeden aşağıya inmemesi de tam olarak bununla ilgilidir; AKP hakikatini görmeyen muhalefet AKP’nin en büyük kozudur.

Bugün Türkiye eski AKP ile yeni AKP arasında bir seçime zorlanmakta, toplumdan bu yönde bir tercih yapması istenmektedir. Sol AKP’nin gidişini zorlaştıracak hiçbir şey yapmayacak, halkın değişim iradesiyle bir kör dövüşüne girmeyecektir bu doğrudur ama eski AKP nostaljisi etrafında kurulacak AKP’siz AKP rejimine toplumun razı edilmesine de gözü kapalı razı olmayacak, halkın soyut bir demokrasi anlatısıyla ve uzlaşma masallarıyla bir kez daha kandırılmasına izin vermeyecektir.