Türkiye, Avrupa’da yaşayan ve Türkiye’deki sorunlara karşı duyarsız olmayan gazetecilere bir gözdağı veriyor. Bu mesaj alınana kadar benzer eylemler ve saldırılar olmaya devam edebilir.

Erk Acarer saldırısı ne ilk ne de son olacak

Bu sefer yazıma sondan başlamak istiyorum. Evinde ailesinin ve sevdiklerinin yanında alçakça saldırıya uğrayan Erk Acarer’e geçmiş olsun diyorum. Bu yoğun ve yıpratıcı süreçte kendisine defalarca ulaşmaya çalıştım ve ulaşamadığım için bu yazı aracılığıyla dayanışma mesajımı Erk ve ailesine iletmiş oluyorum. Gelelim Almanya’daki bu saldırının vermek istediği mesaja ve Türkiye’den Avrupa’ya göç etmek zorunda kalmış olan gazetecilerin eksikliklerine.

Almanya’da bir saldırının olacağı aylar hatta yıllar öncesinden bilinen ve geliyorum diyen bir durumdu. Gerçek manada bangır bangır geliyorum diyen bir durumla karşı karşıyayız. soL gazetesinde kaleme aldığım ‘Avrupa'da yaşayan muhalif gazeteci ve bilim insanları tehdit altında: Hazırlanan ölüm listeleri ne anlama geliyor?’ başlıklı yazıda işin nasıl çığırından çıktığını göstermeye çalışmıştım. Sadece ortalığa dökülenler ve bildiklerimiz bile ciddi bir tehdit altında yaşadığımızı açık açık gösteriyor. Ayrıca teknik olarak bu tehdidin sadece Almanya merkezli olduğunu düşünmekte büyük bir hata. AKP’nin Avrupa coğrafyasının tamamında manipüle edebileceği insanlar var. Ayrıca bunlar sadece Türk değil. Mısırlı, Afgan ya da Ortadoğu’dan göç eden insanların çoğu Türkiye’deki iktidara yoğun bir sempati duyuyor. Ayasofya hamlesinin Türkiye içerisinde bir önemi olmadı deyip kestirip atanlar hayati bir yanılgının içerisinde. Erdoğan’ın yaptığı bu hamle sadece Türkiye içerisinde yaşayan insanları etkilemek amacıyla yapılmadı. Yurt dışında yaşayan Müslüman toplumda bu hamle büyük bir ilgi ve sevinçle karşılandı. Demek ki Türkiye gizli servisinin operasyonlarını sadece Türkiye kökenli vatandaşlarla organize etmediğini düşünmek için sadece yüzeydeki bu görüntülere bakmak bile yeterli. 

Avusturya’daki ve Almanya’daki tecrübeli gazeteciler Işın Ertürk Toymaz ve Mehmet Ali Demir ile yaptığım görüşmelerin Avrupa’nın geleceği açısından iyi sinyaller vermediğini düşünüyorum. Gazeteci Işın Toymaz’a göre bu saldırı gelecekteki saldırıların daha sistematik olabileceğinin bir işareti. Türkiye, Avrupa’da yaşayan ve Türkiye’deki sorunlara karşı duyarsız olmayan gazetecilere bir gözdağı veriyor. Bu mesaj alınana kadar benzer eylemler ve saldırılar olmaya devam edebilir. Ayrıca sorun sadece gazetecilerin sokak ortasında öldürülmesi ya da evlerinde saldırıya uğramalarından ibaret değil. Peter R. de Vries, Hollanda’da Faslılarla bağlantılı bir mafya tarafından sokak ortasında infaz edildi. Sömürü düzeninin devam ettirilmesi için Avrupa hükümetlerinin uyguladığı her liberal politika, giderek Avrupa toplumlarının dağılmasına neden oluyor. Avrupa’nın zenginliğini korumak adına Doğu’daki ülkeleri işgal etmesi ya da oradaki kukla sömürgeci yönetimleri desteklemeleri, başa çıkılması zor kanserli hücrelerin doğmasına neden oldu ve şimdi bu kanser tüm dünyaya yayılıyor. Metin Külünk, Almanyalı Osmanlılar (Osmanen Germania), Sedat Peker tüm isimler Almanya’daki Neo-Nazilerin Türkiye’deki muadillerinden başka bir şey değil. Şimdi, sözde hükümetle ters düştüğü için bir medya şovuyla gerçekleri ortaya döktüğünü iddia eden Peker, Metin Külünk’ün Avrupa’da organize ettiği ekibe güçlü bir maddi destek sağladığını net bir biçimde itiraf etti. Tüm bu gerçekleri dikkate alan gazetecilerin Sedat Peker hakkında yorum yaparken bu yüzden daha dikkatli olması gerekiyor. Rüzgârın yönü değiştiğinde aynı Peker, vatan ve millet için gazetecileri ve aydınları öldürmek adına yeniden bu organizasyonun başında rahatlıkla rol alabilir. Almanya ve Avusturya’daki gazeteci arkadaşlarımdan aldığım bilgilere göre, sadece Almanya’da Türkiye’nin kontrolünde 10 bin ajan ya da muhbir mevcut. Yine Avusturya, Erk Acarer olayından sonra ülkedeki Türk ve Kürt kökenli gazetecileri aramış ve koruma talep edip etmediklerini sormuş. Avrupalılar yine olayları işlerine geldikleri gibi yorumluyor. Avusturya’daki gazetecilerin pek çoğu koruma istememiş. Çünkü esas mesele gazetecilerin korunmasından ziyade tüm pislikleri ortaya dökülmüş bu organizasyonlarla mücadele edilmesi. 

Anlaşılan o ki ortada küresel çapta faşist bir dayanışma var. Erk Acarer’in karşı karşıya kaldığı saldırıdan sonra Almanya’da bir şeylerin radikal olarak değişeceğini düşünenlerden değilim. İktidara gelecek yeni hükümet, popülist bazı hamleler yapabilir ama bunun ötesine geçebileceklerine inanmıyorum. Avrupa’da bunun ötesine geçilebilmesi için öncelikle ciddi bir zihinsel değişiklik olduğunu görmemiz gerekiyor. Ben, maalesef böyle bir değişim görmüyorum. Yazar Samir Amin’in söylediği gibi, siyasal İslamcılar Ortadoğu’nun Nazileri ve bu örgütlerin çoğu faaliyet yürüttükleri ülkelerin yer üstü ve yer altı kaynaklarının sömürülmesinde merkez ülkelerin asla vazgeçemeyeceği bir rol üstleniyor. Amerika’nın Taliban ile yaptığı anlaşmaya bakın ne demek istediğimi daha rahat anlarsınız.

Peki, dillere destan Alman istihbaratı Erk Acarer saldırısını neden öngöremedi? Şahsen burada bir öngörü ve enformasyon eksikliğinden çok, kapalı kapılar ardındaki resmi olmayan anlaşmalara güvendiklerini düşünüyorum. Hali hazırda ‘popüler olmayan’ ve Avrupa’da faaliyet yürüten gazeteciler saldırıya uğradığında bu anlaşma belki esnetilebiliyor. Almanlar kendilerince Türkiye’nin böyle bir saldırı yapamayacağını düşünmüş olabilir. Ancak acı bir biçimde deneyimlediler ki dünyanın çeşitli bölgelerinde yarattıkları canavarlar kendilerini ısıracak ve bunu yapmaktan çekinmeyecekler. Aynı Alman istihbaratı NSU cinayetinde de çuvalladı. Çünkü işin ucu bizzat kendilerine kadar uzanıyordu.

Avrupa’daki gazeteciler olarak ciddi bir sorunla karşı karşıyayız. Tanınmış ve tanınmamış gazeteciler olarak ikiye ayrılıyoruz. Tanınmamış gazeteciler zaten saldırıya uğradığında ya da öldürüldüklerinde belki haber bile olmuyorlar. Bu eşitsizlik hepimiz için büyük bir tehlike yaratıyor. Kara deliğin içerisinde yaşamaya zorlanan basın emekçilerini aydınlığa çekmek zorundayız; aksi takdirde yarın tanınmış olanlar da o kara deliğin içerisine çekilecekler. Bu yüzden birbirimizi daha çok aramalı, toplantılar organize etmeli ve dayanışmayı büyütmek zorundayız. 

Gelelim Türkiye’nin zavallı apolitik insanlarına. Avrupa’ya göç edenlerin kurtulduklarına ve krallar gibi yaşadıklarına inananlara. Bir gazeteci dünyanın neresine giderse gitsin gazetecidir. Yazmaya, sorgulamaya ve toplumsal gerçekliği yansıtmaya devam ediyorsa üzerine giydiği ateşten gömleği üzerinden çıkarmamış demektir.

Avrupalıların mevcut tehlikeleri bir türlü anlamadığına dönük yorumları ise çarpık buluyorum; anlıyorlar ve anlamamazlıktan geliyorlar. Mehmet Ali Demir’in telefonda bana aktardığı gibi ortada resmi olmayan bir ‘sus’ anlaşması var. Gazeteciler, bunun sınırının nerde başladığını ve nerede bittiğini çok iyi bilirler. Julian Assange’ın başına gelenlere bakın, gerçekler o kadar da gizli ya da saklı değiller. Görmeyi gerçekten istediğinizde onların burnunuzun ucunda olduğunu fark edeceksiniz. 
Saldırıdan sonra Erk, gerçekten dirayetli ve güçlü mesajlar verdi. Korkmadığını ve yazmaya devam edeceğini söyledi. Bu kelimeler tam da bu zamanda hepimizin ihtiyacı olan kelimelerdi. Ona ve sevdiklerine yaşattıkları korkuyu asla affetmeyeceğiz. Onun davasında tanık olacak ve onun yanında mücadele vermeye hazır olacağız. Unutmadan gazetecilere sürekli dikkatli olmalarını vaaz edenlere şunu söylemek istiyorum: Dikkat etmesi gereken bizler değil, sizlersiniz. Toplumun gözlerini kör etmek için gazetecilere saldırdıklarında sadece tehlike altında olanlar gazeteciler değildir; toplumun tamamı büyük bir tehlike altındadır. Erk’in söylediği gibi, bizler korkmayacak yazmaya ve gerçekleri haykırmaya devam edeceğiz.