CHP’li Veli Ağbaba Erdoğan için “neye kime saldıracağını şaşırdı” diyor. Ama Erdoğan sadece saldırmıyor.

Erdoğan Terzi Fikri’yi neden hedef aldı?

“Terzi Fikri”, ’80 darbesinin hemen öncesindeki seçimlerde belediye başkanı olduğunda düzen partilerinin tümünde tedirginlik yaratmıştı. 

Tedirginliğin kaynağı Terzi Fikri’nin ezici oy üstünlüğü ya da Türkiye’nin bir belediyesini yönetiyor olmasının ötesindeydi. Türkiye devletinin yönetenleri ve sermaye sınıfımız Karadeniz’in bu küçük yerleşiminde yaşananların tekrarlanabilme olanağından daha çok, kriz sarmalından çıkamayan bir ülkenin alternatif arayan halkının “kafasının karışmasından” korkuyordu. 

Terzi Fikri o alternatifin meşruiyetinin bir simgesiydi ve derhal ortadan kaldırılmalıydı. Konuştular, hedef gösterdiler, bitiremediler ve sonra asker yolladılar.

O alternatifi “marjinal”, “yabancı”, “düşman” gösterebilmek için ellerinden geleni yaptılar ama başarılı olamadılar. Başarısızlıkları Demirel’in diline vurdu. Canı sıkılan Demirel, “Çorum’u bırakın Fatsa’ya bakın” dediğinde kafasındaki planın iç içe geçmiş halkalarını deşifre etmiş oluyordu. Çorum ve başka yerlerde yaşanan katliamlarla, Fatsa’nın düşman gösterilme çabası kriz yönetmekte zorlanan bir iktidarın hareket tarzına dair ipuçları sunuyordu.

CHP’li Veli Ağbaba Erdoğan için “neye kime saldıracağını şaşırdı” diyor. Ama Erdoğan sadece saldırmıyor. “Rahmetli Menderes'in, rahmetli Özal'ın, rahmetli Erbakan ve Türkeş'in verdiği mücadele siyasi olmanın ötesinde bir istiklal ve istikbal mücadelesiydi.... Yardım ve benzeri sinsi görüntüler altında üretimimizi, sanayimizi kısır bıraktılar” derken kimi neye dahil edeceğine kimi dışarıda bırakacağına özen göstermiş gözüküyor.

Terzi Fikri hedef gösterilmesi kolay bir figür değil ama Erdoğan rahat hareket edebiliyor. Çünkü bu alanı ona en başta CHP sunuyor: Yani belki de Erdoğan neye kime saldıracağını şaşırmadı ama karşısındaki muhalefet neyi kimi sahipleneceğini şaşırdığından Erdoğan’a bir hareket alanı açıldı. Menderes’i, Özal’ı, Erbakan’ı ve hatta Türkeş’i rahmetle ve saygıyla anan hangi partinin genel başkanıydı?

Tamam, Erdoğan antikomünist gelenekten biri olarak siyasette yükseldi ve karşıdevrimciliğinden hiçbir zaman ödün vermedi, Türkiye’ye aynı ajandayla baktı. Ama siyasi teknik itibariyle bile Türkiye’nin az çok tamamına seslenmesi ve sahiplenmesi gereken bir karakter geçmişe bakarken sert ayrımlarla hareket ediyorsa ortadaki tuhaflığın kaynağını daha iyi sorgulamak da gerekiyor.

6’lı masanın unsurları ellerinden gelen her şeyle güven yaratmaya ve bir alternatif olmaya çabalıyorlar ama zaten bir araya gelişlerinin mantığı gereği o kadar şekilsizler, üzerlerine gelen hamleleri topraklamaya o kadar uyum sağlamışlar ki vaat verme siyasetinden bir adım öteye geçmeleri mümkün olmuyor. 

Oysaki Türkiye öyle bir siyasal-ideolojik krizden geçiyor ki vaat siyaseti ancak güvensizlik üretebiliyor. Tam da bu nedenle “çözerse Erdoğan çözer”, Erdoğan’ın değil, karşısındaki şekilsiz düzen muhalefetinin bir başarısı oluyor.

Düzen siyasetinin son tahlilde bir danışıklı dövüş olduğunu söyleriz. Bu doğrudur ama siyasetin bu kadar birbirine benzeyenlerden ibaret bir şeye dönüşmesi siyasetin algılanış şeklini de değiştiriyor.

Siyaset son tahlilde devlet iktidarını ele geçirmeyi, iktidardaki partiyi bulunduğu yerden indirmeyi hedef alan müdahaleler toplamıdır. Ama bunun için bir farkın ve yönetebilme iddiasının hissettirilmesi de gerekir. 6’lı masa bırakın böyle bir iddiayı ve farklılığı ortaya koyabilmeyi, kendi içindeki kavgalardan önünü göremiyor.

Sonuçta Türkiye’de siyaset kelimenin gerçek anlamıyla tepetaklak olmuş durumda. Siyaset iktidar odaklı bir okuma gerektirirken bugün iktidarın kendisinden ziyade “muhalefetin halkaları”ndan bahsetmek zorunda kalıyoruz: Türkiye siyaseti kocaman bir muhalefet halkasına dönüşmüş durumda. Çünkü AKP’nin krizdeki sorumluluğu, o sorumluluktan ve konumdan kaçma ihtiyacı ortada ve çünkü iktidarın varlık sebebi, asıl enerji ve meşruiyet kaynağı da düzen muhalefeti.

Bu o kadar böyle ki ve Erdoğan, karşısındaki “muhalefetin” ancak kendisine basınç uygulamaya yarayabileceğini kavradığı için, kendi muhalefetini kendi yaratma ihtiyacı hissediyor. Muhalefetin halkaları Erdoğan'ın kendisinden başlıyor ve her yere uzanıyor. Bu durum Erdoğan'a normalde sahip olamayacağı bir "kontrol" imkanı sunuyor.

Bakın Nagehan Alçı, İmamoğlu’nun otobüsüne bindiğinde, burnu hassas Alçı’nın geleceğe dair ne koku almış olabileceğini tartıştık. Acaba kendisine yer mi yapıyordu, geleceğin başkanıyla temaslarını mı geliştiriyordu, bir yerlere mesaj mı veriyordu. Halbuki muhalefetin halkaları o kadar geniş ve uzağa uzanıyordu ki mesele tersinden de okunabilirdi. Böyle şekilsiz bir ortamda herkes herkese su taşıyabilir herkes herkesin siyasi ajanlığını üstlenebilirdi. 

Üstelik aynı Nagehan Alçı’yı Erdoğan’ın Fatsa’daki çıkışının habercisi olacak biçimde Che’ye, Deniz Gezmişlere yüklenirken gördük.* Her zaman olduğu gibi çarpıtmaya başvuruyor ama sonuçta devrimcileri bu toprakla bağı olmayan, marjinal, düzen bozan insanlar gibi göstermek için elinden geleni yapıyordu. Alçı da Erdoğan ile aynı ajandanın programını uyguluyordu.

Düzenin dikiş tutmadığını bildikleri için bir düzen varmış gibi yapıyorlar. “Mış gibi” yapabilmek için bile bir “karşı”ya ihtiyaçları var. Ama aranılan muhalefete ulaşılamıyor… 

Bu kriz demek. Türkiye benzer bir siyasal-ideolojik krizin içerisindeyken ve patron sınıfı Fatsa’daki parıltıyı kirletmeye uğraşırken “Kızıl Ordu Fatsa’ya çıkarma” yapacak gibi fantastik yalanlar uyduruyordu ama ne yaptığını gayet iyi biliyordu: İşlemeyen düzeni bir karşıt üzerinden varmış gibi göstermeye çalışıyordu.

Erdoğan’ı konuşturan nedenler de aynıdır ve bu son olmayacaktır. Erdoğan bugün Ordu’da “Terzi Fikri’yi iyi biliriz” diyecek, yarın başka bir yerde başka birini “düzenimizi bozuyorlar” diyerek hedef alacaktır. Erdoğan’ın muhalifleri çalışacak, Erdoğan konuşacak, muhalefetin halkalarında yankılanacak. 

Hep birlikte yarattıkları ve sahip çıktıkları bu köhnemiş düzeni işliyor gibi göstermek için sabır isteyecekler, artık sabrı kalmayan halkımızdan düzen için bir de destek ve itaat bekleyecekler…