Güç sahibi, gücüne tehdit olarak gördüğü kişiyi rakip olarak işaretler, bu şekilde o kişiyi gerçekten rakibi haline getirir...

Erdoğan seçimin anahtarını muhalefete verdi, bu kilidi derhal açın!

İstanbul İstiklal Caddesi'nde dün patlatılan bomba, bu yazıyı yazarken henüz gerekçesi resmi olarak açıklanmadığı için kayda geçirmek açısından söylüyorum, eğer bir terör saldırısıysa, başka biçimlerini her gün yaşayıp gözlediğimiz iktidar mücadelelerinin en alçakçası. Bu saldırı en kuvvetli biçimde kınanmalı.

Patlatılan bombalarla masum insanların canı alınsa veya yaşamla ölüm aralığında kalmalarına neden olacak şekilde yaralananlar olsa da; bunu planlayan ve yapanların asıl beklentileri kitlelerin zihinlerini karıştıracak düzeyde bir etki yaratması.

Bu beklentiye (zihinlerin karışması, doğru ve yanlışın iç içe geçmesi hali) dayalı iktidar mücadeleleri kitleleri bombayla, silahla, katliamlarla hedeflerine uygun düşünce kalıbına/biçime sokmaya çalışsa da, geçmişte yapılan bu tür saldırılardan gerekli dersleri yeteri kadar çıkardığımızın ve terör saldırılarının beklediklerini ve amaçladıklarını gerçekleştirmeye yetmeyeceğinin farkına varmaları gerekiyor. Bunu bir ön not olarak buraya düşmek isterim.

Ne yazık ki işin özüne, yani iktidar mücadelesine dönmek gerekirse, Cumhurbaşkanı Erdoğan son aylarda içeride ve dışarıda yaptığı hamlelerle seçimlere asılacağı ve kolay kolay teslim olmayacağı yönünde kuvvetli işaretler ortaya koysa da, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu korkusu, eğer muhalefet kartlarını doğru oynarsa, Erdoğan'ın kendi hamleleriyle kendi sonunu hazırlaması potansiyelini taşıyor olabilir.

Temelde gerçek hayatın bir yansıması olarak kabul edebileceğimiz edebiyat ve sinema tarihi, bu tür kendi kendini gerçekleştiren kehanetleri konu eden hikayelerle doludur. Güç sahibi, gücüne tehdit olarak gördüğü kişiyi rakip olarak işaretler, bu şekilde o kişiyi gerçekten rakibi haline getirir, korku ve endişeyle yaptığı hatalar sonucu rakibini, kendisini alt etmesini sağlayacak güçlerle donatır. Yani kendi kehanetini hamleleriyle kendisi gerçeğe dönüştürür. İmamoğlu'nun yargılandığı dava bunun potansiyel bir örneği.

Ülkemiz öteden beri, savcıların siyasetin ihtiyacına göre iddianame hazırladığı, buna göre karar verecek yargıçların bulunup ilgili mahkemede görevlendirdiği bir sisteme sahip. Bu dün de böyleydi, bugün de böyle. Herkes, bir çırpıda, buna ilişkin sayısız örnek sayabilir.

Hal böyleyken, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun yargılandığı ve siyasi yasak alma ihtimalinin bulunduğu davanın da buz gibi siyasi bir öfkenin tezahürü olduğu açıkça ortada duruyor. Davanın yalnızca açılmış olması değil, mahkemenin önceki hakiminin sürülmesi üzerine yayılan söylentiler ve yeni hakim üzerindeki muhtemel baskılar da İmamoğlu'na siyasi yasak getirmek gibi somut bir amaç olduğu, en azından buna gelecek tepkilerin ölçüldüğü şüphelerini kuvvetlendiriyor.

Burada gelecek olan en önemli tepki şüphesiz ki, İmamoğlu'nun kendi partisi, Cumhuriyet Halk Partisi ve Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun tepkisi olacaktır. Dava siyasi olduğu için, verilecek yanıtın da yalandan kınamalar ve diz dövmeler yerine bilinçli bir siyasi tepki şeklinde olması gerektiğini, bu şekilde Erdoğan’ın kehanetinin korkusuyla yaptığı hataları cezalandırabilecek ve endişelerini gerçeğe dönüştürebilecek bir siyasi balyoz etkisi yaratılabileceğini düşünüyorum.

Bu sütunlarda, yaklaşık iki yıldan bu yana, Erdoğan'ın iktidarı bırakmamak için elindeki bütün araçları (Asker, polis, Tank, Top, İHA, SİHA, MİT, SADAT, Yargı, Hazine gibi...) kullanacağını yazıyor ve merkez muhalefeti de buna karşılık siyaset üretemediği ve onu koltuğundan indirebilecek örgütlülüğü sağlayacak bir değerler bütünü oluşturamadığı için eleştiriyorum.

Bu hafta da, İmamoğlu'nu siyasi yasaklı yapacak bir ceza verilmesi talep edilmeseydi eğer, 10 Kasım dolayısıyla hazırlayacağım yazı, Atatürk'ün gerçekleştirdiği devrimler ve en büyük iki eserim dediği Cumhuriyet ile CHP'nin içine düşürüldüğü durum üzerine olacaktı.

Bu çerçevede de, ülkemizin içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik kuşatılmışlığın nedenlerinin tartışılıp sorgulanması gerektiği, çuvaldızını başkasına batıracaksak da, CHP'nin Genel Başkanlık koltuğunda oturan İsmet İnönü, Bülent Ecevit, Deniz Baykal, Hikmet Çetin, Altan Öymen ile Kemal Kılıçdaroğlu ve yönetimlerinin zamanın ruhu karşısında direnemeyerek, başta laiklik olmak üzere, bağımsızlık, halkçılık, kamuculuk birikimlerinin yok edilmesine yol açan teslimiyetçi tavırları ile karşıdevrim sürecinin değirmenine su taşıyıp taşımadıkları üzerine düşüncelerimi aktaracaktım.

Ama bu tartışmayı, gerek geçmişte gerek günümüzde partinin tepesine kadar çıkanların CHP ya da ülke çıkarları yerine kendi hikayelerini yazıp, taktik manevralarını da kişisel çıkarları uğruna belirlemeye başlamalarıyla içine düştükleri teslimiyeti nirengi noktası olarak işaretleyerek, şimdilik ertelemek gerek.

Zira seçim kapıda ve iktidarı indirme görevinin şu an için tek adayı olan Millet İttifakı, farklı grupların ideolojik çekişmeleri ve kişisel ikbal kavgaları arasında büyük bir belirsizlik ve ataletle savrulmalar yaşıyor. Oysa zaman, amaca giden stratejik planlar ve bu planları uygulamaya döken taktiksel hamlelerle, bunları planlayıp uygulayacak olan liderliği göstermenin zamanı...

Ülkenin en büyük şehrinin Belediye Başkanı ve sandıktaki (muhtemelen) en büyük rakibi hakkında hapis ve siyasi yasak istemek, iktidar için bile yeni bir dibe vuruşu temsil ediyor. Buradan bir mahkumiyet kararı çıksa da çıkmasa da, şüyuu vukuundan beter durumlardan birisi olarak siyaseten bunun hesabını iktidarın ödemesi sağlanabilir.

Bu sebeple, eğer gerçekten ondan kurtulunulmak isteniyorsa, Erdoğan'ı köşeye sıkıştırmak adına yapılması gerekenin, karar duruşması yapılmadan İmamoğlu'nu Cumhurbaşkanı adayı, en azından Cumhuriyet Halk Partisi'nin adayı olarak ilan etmek olduğunu düşünüyorum.

Davanın bir sonraki ve muhtemelen karar duruşmasına kadar önümüzde yaklaşık bir aylık bir süre var. İmamoğlu'nun adaylığı açıklanıp, önümüzdeki bir aylık süre zarfında bu konu gittikçe artan bir şiddette kamuoyunun gündemine getirilerek iktidar çıkamayacağı bir köşeye sıkıştırılabilir.

Zira çıkacak kararın bir önemi olmaksızın, böyle bir figüre karşı bu davanın açılabilmiş olması dahi savunulması mümkün olmayan bir durum olmakla birlikte, yaratılacak bu tür bir baskı, iktidar cephesinde bu işle uzaktan yakından ilgisi olan herkesin ayarlarını bozacaktır.

Kılıçdaroğlu ve CHP bakımından ise bu hamle ile hem 6'lı masadaki kafa karışıklığını bitirme fırsatını doğuracak, hem de seçmene kuvvetli bir mesaj verilebilecektir.

6'lı masa İmamoğlu isminde uzlaşırsa kazanacak aday bulunmuş ve her kafadan bir sesin çıktığı sonu gelmek bilmez iç çekişmelerin ve çıkar kavgalarının içine düşmeden, tereyağından kıl çeker gibi bu süreç tamamlanmış olacaktır.

(Kaldı ki, Adana’nın İmamoğlu ilçesini ziyareti sırasında hiç de alelade değerlendirilemeyecek bir şekilde “İmamoğlu’ndayız...” şeklinde bir tweet atan en büyük ittifak ortağı Meral Akşener buna itiraz edecekmiş gibi de durmuyor.)

İtiraz halinde dahi İmamoğlu, ittifaktan kimsenin itiraz edemeyeceği bir gerekçeyle CHP'nin tartışmasız parti adayı olarak seçime girebilecek, seçimin ikinci tura kalması halinde dahi Erdoğan karşısında kazanma ihtimali en yüksek isim olacaktır.

Kılıçdaroğlu'nun bu doğru hamleyi zamanında, yani bu davadan karar çıkmadan önce yapması halinde, (sonuna yaklaştığını sık sık belirttiği) kendi siyasi hikayesi de her halükarda bir kazan-kazan seçeneğiyle son bulacaktır.

Yarın İmamoğlu'nu aday ilan etmesi halinde bu durumun Kılıçdaroğlu için nasıl bir kazan-kazan fırsatı olduğuna dair hiçbir kafa karışıklığına yer bırakmamak adına detaylıca üzerinden geçmek gerekirse, bu davadan çıkabilecek üç sonuç bulunuyor:

İktidarın üzerinde yaratılan baskıya direnemediği ya da söz geçirmesi gereken yerlere söz geçiremediği için İmamoğlu'na siyasi yasak getirilmeden davanın sonuçlanması halinde bu, muhalefet tarafından iktidara karşı kazanılmış büyük bir psikolojik zafer ve verilmiş bir gözdağı olarak seçimin hikayesini değiştirecektir.

Her görüşten seçmenin muhalefete bakışını olumlu olarak etkileyecek, seçimin kazanılabileceğine dair inancı yavaş yavaş zayıflayan muhalefet seçmenine umut aşılayacak, farklı görüşlerden muhalif seçmeni aday arkasında kenetleyecek, seçim gecesi yaşanabilecek her tür gelişmeye karşı direnme kabiliyeti yaratacak ve sonuç olarak tarihi bir seçim galibiyetine giden yolu açacaktır.

Kemal Kılıçdaroğlu ise, İngilizlerin tabiriyle kral-yapıcı (kingmaker) siyaset üstü bir figür olarak doğru zamanda doğru adayları parlatan, ittifakları kuran, gerektiğinde de kendini geriye çekerek AKP iktidarını ve Erdoğan'ı alaşağı eden Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı olarak Türkiye siyasi tarihine adını altın harflerle yazdıracaktır.

Çıkacak iki kararın da kendileri için kayıp anlamına geldiğini fark eden iktidarın İmamoğlu hakkındaki davayı sündürdüğü ve bir türlü karar çıkarılmadan üzerinde Demokles'in kılıcı gibi tutulduğu ikinci senaryoda ise, birincisiyle çok benzer olarak, iktidar üzerinde yaratılacak baskı gittikçe arttırılacak, çıkamayacakları bir köşeye sıkıştırılmaları ile seçim galibiyetine giden yol açılacaktır.

Üçüncü senaryoda, İmamoğlu iktidarın gözü dönmüşlüğü ile yasaklı hale getirilirse oluşacak tabloda ise, kişisel siyasi çıkarlarını düşünmeden elindeki en güçlü adayı sahaya süren Kılıçdaroğlu'nun önü sonuna kadar açılacaktır.

İmamoğlu'nun kendisinin de belirttiği gibi, benzer bir akıl tutulmasıyla İstanbul Büyükşehir Belediye seçimlerini iptal eden iktidar, ikinci seçimde cevabını 800 bin oy farkıyla net bir şekilde almıştı. Seçmenin iradesine bu çapta bir müdahaleye verilecek cevabın çok daha şiddetli olacağını öngörmek için kahin olmaya gerek olmadığını düşünüyorum.

Kaldı ki son İBB seçiminin iptal edilmesinden sonra içinde bulunduğumuz yeni siyasi konjonktürde, artık seçimi kazanmak da yetmeyebilir. İktidarın seçimi kaybetmesi halinde ciddi ve şiddetli bir tepki ortaya koyma ihtimali hiç de az olmadığı için, o gece sahada olan adayın arkasında bütün bir ülkenin birleşmiş olması, adayın ise bu iradeyi tereddüte yer bırakmayacak şekilde muhataplarına hissettirebilmesi açısından, İmamoğlu İstanbul seçimlerinde bunu başarmıştı, bunu yapacak güce sahip olması çok büyük önem arz ediyor.

Halen 6'lı masadaki ittifak ortaklarının açık desteğini alamayan, koltuklarına kendinin oturttuğu parti kadrolarına bile "benimle misiniz, değil misiniz karar verin" deme ihtiyacı duyan Kılıçdaroğlu, rakiplerini parti içi mücadeleyle ekarte ederek değil, aday gösterdiği İmamoğlu'na yapılan darbenin hesabını sormak için aday olduğu bu senaryoda, hem partisinin hem de sandığı bekleyen seçmenin desteğini kayıtsız şartsız arkasına alacağı gibi, bu dalgayla ittifak ortaklarını ikna edip Cumhurbaşkanlığına yürüyebileceği bir siyasi atmosfer yakalayabilecektir.

Görülebileceği üzere Erdoğan'ın kehanetinden kaynaklanan korkusu sebebiyle yaptığı yanlış hamle, seçim galibiyetinin kapısını açacak anahtarı getirip CHP Genel Merkezi'nin kapısına asmasına sebep oldu. Şimdi esas mesele, Sayın Kılıçdaroğlu ve CHP yönetimi, bu anahtarı alıp bu kapıyı açabilecek mi?

Bu fırsat değerlendirilemez ve parti içi basit siyasi hesaplar uğruna (Karadeniz gezisi sonrası yaşananlar gibi) aynı oyun havaları çalınmaya devam edilirse bu, seçimin kaybedilmesiyle sonuçlanabilecek farklı bir yolun başlangıcı olacaktır. Üstelik hem CHP üyeleriyle tabanının, hem de tüm seçmenin bu durumun son derece farkında olduğuna, olası bir seçim mağlubiyeti halinde, parti yönetiminde bulunan oligarklar başta olmak üzere bu çorbada tuzu olan istisnasız herkesi tarihin çöplüğüne göndermek için nöbette beklediğine kimsenin şüphesi olmasın.

Yani 'biz siyaseten kaybetmeyelim de, kazanmasak veya şerefli bir mağlubiyet alsak da olur' diye düşünenler varsa, tekrar düşünmelerini şiddetle tavsiye ederim. Önünüzde duran kazan-kazan senaryosu yerine neden kazan-kaybetme senaryosunu seçtiğinizi kimseye anlatamazsınız, zira herkes neyin ne olduğunu çok iyi biliyor...