'Yangınlar için önlem almak, çıkarsa söndürmek, yoksulluğu engel olmak, milli eğitimi aslına uygun yürütmek, yargının işlemesini sağlamak, halk sağlığını korumak değil islamcı iktidarın önceliği.'

Erdoğan rejiminin içi dışı

Yangın açıklamalarını Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu yapıyor, dikkat etmişsinizdir. İçişleri ortada yok, her şeye maydanoz Tarım Orman Bakanı arazi, Adalet Bakanı tatilde. Sedat Peker fiili İçişleri Bakanı bir süredir. Tarım ve Orman Bakanı yangın bölgesinde yurttaşların tepkisiyle karşılaşınca çareyi alandan sıvışmakta buldu. Halk arkasından bağırmaya devam etti: "Helikopterler nerede? Hükümet istifa…" İstifa etmedi tabii. İstifa yok affını isteme var artık.

O kadar laçkalaştı ki işler, eskiden yangına müdahale ile görevli kurum olan THK’nın başına atanan kayyum da ortalıkta yoktu. Yazılınca çıktı, açıklama yaptı, "Düğünde değil nikâhtaydım" dedi. Halktan özür dilemeye bile gerek duymadı. 

Okullar kapalı olduğu için en başarılı bakan, Milli Eğitim Bakanı'ydı. Ortalıkta okul kalmayınca yönetmek de kolaydı tabii. O da ülke yanarken, fırsat bilip “sahip”ten affını istedi. Affettiler, yerine mühendis kökenli yardımcısını atadılar. Yardımcısı da aldığı çift maaşla ünlenmişti. Bakan oldu terfi etti; çift maaş alıyordu, şimdi bütün maaşlar onun.

Görevden affedilmeye gelince, malum, af bizde suçluların salıverilmesi anlamına da geliyor. Salıverilmiştir. Eskiden kapıkulu tabir ediliyordu hem yüksek görevli hem de kul-köleydiler. Öyle aklına esen “Ben yokum” falan diyemiyordu. Ancak padişah tarafından affedilip, serbest kalabiliyorlardı. Kapıkulu hukukudur. 

Yeni kapıkullarının suçları büyük. Düşünsenize, salgın sırasında okulları sadece özel okul patronları paralarını alabilsin diye eğitim döneminin başında açtı, tahsilat dönemi bitince kapattı. Velileri para ödemeye ikna ettiler böylece. Önceliği patronlardır. Marks’ın sözü; Kral “mülk sahibi benim” derken gerçekte mülk sahibinin kral olduğunu söylemektedir. Haliyle kral mıral bir yere kadar. Düzenin pek çok kralı, oligark, vardır ve kral sadece onlardan biridir.  

Zaten ülkenin çocukları için çalıştığını iddia ettiği sürenin büyük bölümünde okullar kapalıydı, açmayı düşünmemiştir. Okullar açıkken yaptığı tek iş ise rejimin yarı zamanlı kadrolu sanatçısı Nil Karaibrahimgil'e okul zili melodisi yaptırması. Eğitim tarihine “Zilli Eğitim Bakanı Yan Gel Yat Ziya” olarak yazdırdı adını. Affedilmesine yeterlidir!

Hüseyin Çelik, Nimet Çubukçu, Ömer Dinçer, Nabi Avcı, İsmet Yılmaz… Kendinden önceki bakanlar bunlar. Peki, neye bakmışlar? Eğitim birliğini bozmaya, okulları imam hatipleştirmeye ve özelleştirmeye. Yani milli eğitimin tasfiyesine. Hepsi, eksiksiz, birer tasfiye memurudur ve bizim açımızdan “affedilmeleri” imkansızdır. 

Bakan falan dememiz de sözün gelimi. “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi”nden beri her biri boş gezenin boş kalfası aslında. Saray danışmanları onlardan daha etkili ve yetkili. Sarayda bir komite aracılığıyla hükümet etmeye çalışıyorlar. Yürümüyor tabii, kimse gerçekte ne iş yaptığını bilmiyor haliyle. Dışişleri Bakanı'nın yangın sözcülüğü de bu kalemdendir. 

Ülke yangın yeri, bakanlar yangına bakıyor. Ülkedeki her şeyden sorumsuz Sultan Tayyip Erdoğan ülkenin yanışına havadan bakıyor, yere inince büyük bir konvoy eşliğinde halkın arasına karışıp şöyle bir arzı endam ediyor. Çay fırlatma töreninden sonra, eski adı ulufe, aynı hızla geçip gidiyor. Düşünün, ülkenin bir tek yangın uçağı yok ama onun garajında 11 özel süper uçak var. Yeni rejimin özetidir.

***

İktidarlarını “askeri vesayet”in bitmesine borçlular malum. Haliyle vesayeti geri getirme riski taşıdığından yangın kontrolden çıkmasına rağmen askeriyeyi göreve çağırmadılar. Sadece iki ilin valisi çok çaresiz kalmış olmalı, çağırdı, koşup gittiler. Bir de yangının indiği şehirlerin kıyısında bir iki çıkarma gemisi göründü. Azeri ordusu bile daha aktif görev aldı yangında. İktidar belli ki askerin ortalıkta görünmesine tahammül edemiyor. Yüksek Askeri Şura bir gün bile konuşulmadan yapıldı bitti. Zaten artık oradaki kararların, atamaların, emekliye sevk etmelerin hiçbir önemi olmadığı herkesin malumu. Nevi şahsına münhasır üniformasıyla Hulusi’nin yerinde oturması yetiyor. TSK kayyumu bir tür, neredeyse şuralar üstü ebedi Genelkurmay Başkanı. Yeni rejimin getirisidir.

***

İçi neyse dışı da o yeni rejimin. Girdikleri, el attıkları yeri kurutuyorlar, ülkenin içine benzetiyorlar. 

Beş altı gün önceydi. Rejimin Kuzey Kıbrıs’a atadığı Vali-Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, “Kıbrıs Türk halkı bu topraklarda sonsuza dek yaşayacak, bayraklarımız gönderden inmeyecek, ezan sesi susmayacaktır” dedi. “Tek bayrak, tek millet, tek vatan” falan diye saçmalamadı da ucuz atlatıldı bu hamaset krizi. 

Halbuki bayrak-ezan arkasına sakladığı ülkesi bir korsan adası. Tek geliri kumarhanelerden. Kara para aklama, uyuşturucu ne ararsan gırla. Gerçekte rulet masasının işlemesi bayraktan da ezandan da daha önemli. Kendisi fiilen bir kapıkulu, emirle geldi affedilince gider. Zaten adayı da o değil Saray danışmanlarından birinin adamı yönetiyor. Ülke içinde olduğu gibi “yavru”da da kimin eli kimin cebinde belli değil özetle. Adalı bir yazarın deyişiyle “uçaktan inen emir yağdırmaya başlıyor… Seçilmişi geçtik, atanmışı anladık, bir de ‘özel vazifeliler’ var artık.” Diyor ki Cenk Mutluyakalı, “Sizi öyle bayrakla, marşla, ezanla kandırıyorlar, ayrı devlet ninnileriyle avutuyorlar elbette…Hiç isterler mi bu ‘düzen’ değişsin, dünyanın yörüngesine girsin, bu yarımada. Asla! Böyle ‘korsan’ iyiyiz biz! O gelsin talimat yağdırsın, bu gitsin. Minarelerden ezan susmasın ama rulet de eksik olmasın…Yan yana, yana yana!” 

Dıştan ilerliyoruz. 4 milyon dolar bulamadı iktidar THK uçaklarını uçurtmak için ama tam da o günlerde Somali’ye 30 milyon dolar hibe gönderdi. Türkiye'nin Somali'ye sivil toplum kuruluşları, Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı Başkanlığı (TİKA) ve Kızılay aracılığıyla yaptığı yardımların tutarı 1 milyar doları çoktan geçti. Bu “yardım”larla bölgede cemaatin tuttuğu alanları geri almaya çalışıyorlar. AKP iktidarı şu anda Somali'deki etkili aktörlerden birisi. Somali ordusunun eğitiminden, hastane ve okul gibi tesislerin imar ve inşasına kadar pek çok alanda söz sahibi. Emperyalist-kapitalist iş bölümünde AKP rejimine düşen rol bu. 

Kaldı ki bu 30 milyon doların dördünü THK’ya ayırmamaları akıl edememelerinden değil. Kayyum atadılar içini boşaltsın diye, yok etmek istiyorlar kurumu. Düşmanlıkları “laik dönemde” kurban derilerini toplama tekelinin bu kuruma verilmesi ve böylelikle tarikatların nemalanmasına engel olunması. Utangaç bir devri sabık yarattılar, THK’nın sembolik bir anlamı var. Uçaklarını çürütecekler, gayrı menkullerini satacaklar, yok edecekler. Ülkeye de yaptıkları bu değil mi aslında?

***

ABD’nin çekildiği Afganistan’da oynamak istedikleri rol de bu kalemden. ABD parasını verecek ve bekçiliğini Tayyar rejimi üstlenecek. “Neo Osmanlı” hayali yoksul “İslam coğrafyası”nda ilerliyor böyle böyle. Pabuç pahalı, Batı'ya ilerleyecek halleri yok. Körfezde cüzdanı kabarık dostları var, hem din kardeşliğine hem Dolar kardeşliğine dayalı bir ilişki kurdular. Ancak yine de işler pek parlak değil coğrafyada. Mısır’da İhvan devrilince parmak işaretleriyle falan direndiler bir süre. Sonra baktılar olmuyor, Sisi’ye barış çubuğu uzattılar. Sisi bir fırt çekip bıraktı, AKP büyük bir keyifle tüttürmeye devam ediyor.

İslamcıda tutarlılık aranmaz. Geçenlerde Tunus’ta da devirdiler kardeş İhvan’ı. “Ayıp oluyor ama” diyebildiler sadece. Sıranın kendilerine geldiği korkusu cümle kurmalarına bile engel oluyor son günlerde… 

Demem o ki, yangınlar için önlem almak, çıkarsa yangını söndürmek, yoksulluğu engel olmak, milli eğitimi aslına uygun yürütmek, yargının işlemesini sağlamak, halk sağlığını korumak değil islamcı iktidarın önceliği. Onların önceliği cumhuriyetin yıkıntıları üzerinde canla başla yeni bir rejimi kurmak. AB ve ABD’nin desteği var arkalarında, büyük patronlar olup bitenden mutlu. “İslam çoğrafyası”na dönük emperyal arzuları da bunlarla uygun. “Yeni Osmanlı” hayalinin bir uzantısı bu. Yoksullara para ile, orta hallilere silahla yakınlaşıyorlar. Tutunmaya çalışıyorlar. 

Ama gelin gürünki ellerinde bayrak ve ezan teranelerinden başka bir argüman kalmadı. İçerde de dışarda da bünye kabul etmiyor İslamcı iktidarını, kusuyor, kurtulmaya çalışıyor. Salgın kemiriyor rejimlerini, yangın aydınlatıyor, kabak gibi ortaya çıkarıyor rejimlerinin esasını ve yoksulluk mezarını kazıyor. 

Tanrının yardımı olmaz çürüyüp düşene. Kim kaçıp kurtulabilmiş ki tarihin nihai hükmünden!