Sermaye için her şey fırsat. Bu, iktidarın topluma büsbütün yabancılaşması, egemenliğin kaynağının egemen sınıfa hizmet olarak tanımlandığı bir durum.

Enkaz

Sadece arama kurtarma için en önemli zaman dilimini harcamış olmadı iktidar. 6 Şubattan bugüne bir tane doğru iş yapmamayı becerdiler!

Sayısız örnekten biri de Diyarbakır’da Büyükşehir Belediyesi ve AFAD’ın kurduğu çadır kent haberi. TMMOB İl Koordinasyon Kurulu Dicle Nehrinin kıyısında kurulan çadırların sel ve taşkın tehdidi altında olacağını açıkladı! Bu haberi okuduktan sonra, rastlantı bu ya, YÖK Başkanını dinlemek zorunda kaldım. Uzun ve Türkçesi bozuk hamaset, Erdoğan’ın uzaktan eğitime geçme kararını gerekçelendirirken işaret ettiği “KYK yurtlarına depremzede yerleştirilmesinden” daha inandırıcı mazeretler uydurmak için kurgulanmıştı…

İktidarın depremle ilgili adımlarına halkı bir nebze olsun dâhil edeceğini umanlar yanılmış oldu. Artık iki hafta dolmak üzere olduğuna göre böyle bir şey olmayacağını söyleyebiliriz. Suçu karartmakla, bir an önce “ev yapıyoruz” imajını yaymak için inşaat tekellerine kaynak aktarmakla enkaz kalkmaz. AKP enkazı halkın üstüne yıkmaya devam etmek istiyor.

Sermaye düzeninin sonsuz bir yozlaşma yarattığı çağdayız. Egemen sınıf kendini tüm toplumun çıkarlarının temsilcisi olarak sunarmış eskiden. Bu kaygının ortadan kalktığına tanıklık ediyoruz. Sermaye için her şey fırsat. Bu, iktidarın topluma büsbütün yabancılaşması, egemenliğin kaynağının egemen sınıfa hizmet olarak tanımlandığı bir durum.

Bu yozlaşma hiç uzun olmayan bir sürede yaşandı. Kabaca 20. yüzyılın son beşte birlik döneminde başladı ve 21. yüzyılın ilk beşte birlik döneminde zirveye ulaştı. Toplumların yaşamı açısından topu topu bir kuşağın ömrüne sığacak kadar kısa olan bu süre, bizde bu depremle tamamlanıyor.

Tarihsel bir kırılma kavşağına girmiş bulunuyoruz. Bu tür değişim süreçlerinde, depreme nazire olsun, büyük kütleler yer değiştirir. Türkiye’nin ideolojik ve siyasi coğrafyasında da büyük kitlelerin yer değiştirmesine tanık olacağız. Topluma bu denli yabancılaşan, örnek olsun, Cengiz patrona besbelli ki, “bağışı yükselt yarın sabah Resmi Gazete’de yayınlar, o miktarı sana geri veririz” dendiği belli olan bir düzenin sabit kalması imkânsızdır. İktidarı paylaşan tarikatların deprem bölgesinden çocuk kaçırdığı bir sistem yaşatılamaz. Kurtarma ekibi çalıştırmak yerine yıkıntılar arasında tekbir getirecek ekip kurmak bir delilik durumudur! Hayır, bu süremeyecektir.

Türkiye’de 1980’de formüle edilen, krizli 1990’larda doğru dürüst yol almayan, asıl AKP’li yıllarda şekillenen yapı, enkaza dönüştü. AKP dümene bir depremden sonra geçti. O sırada da depremle ekonomik kriz üst üste binmişti.

Bu kırk yılın belli başlı ideolojik, siyasi özellikleri artık havadadır. Türkiye’de sermayenin edepsiz piyasacılığı, özelleştirmecilik, onun eşlikçisi dinci akım ve örgütlenmeler, kahreden bir bilim ve akıl yoksunluğu, mutlak liyakatsizlik, tüm bunları bir arada tutmak için keyfi baskı mekanizmalarına başvurulması… Bütün bunlar depremle savrulmuş bulunuyor.

Peki, ne olacak, sorusu ise hem yanlış hem yersizdir.

Kapitalizmin yakın zamanlarda başka büyük tıkanmalar yaşadı. Kriz objektivitesinden nasıl yeni yönelimler çıkacağını öngörmeye çalışan yani “peki ne olacak” sorusuna yanıt vermeye çalışan akıl, her defasında sorunun kaynağındaki adaletsizliklerin ve onları yaratan piyasacılığın dizginleneceğini söyledi. 2008’de de, pandemi sırasında da… Ama ya dizginlere o doğrultuyu kazandırmak için kimse harekete geçmezse ne olacaktı?

Kimse harekete geçmeyince veya yeterince geçemeyince, öznesiz bir akış da yaşanamıyor. Kapitalizmin daha iyi bir denge noktasına kendiliğinden erişeceği fikri, burnu krize çoktan batan liberalizme aittir. Hayır, öyle olmuyor. Tarih mücadelelerle yazılır. Bugün ve gelecek de öyle. Öznesiz bir kendiliğindenlik insanın varoluşuna aykırıdır. İnsan toplumsal bir varlıktır ve bu lafın ilk akla getirmesi gereken şey, insanın mücadele eden bir varlık olduğu olmalıdır.

Şu anda dünyamızın birkaç on yıllık sefil hali, Türkiye’de bir yabancılaşma doruğundan düşüyor. Nereye düşeceğini kimse önceden bilmiyor. Bu bir serbest düşüş hareketi olsaydı hesaba gelirdi. Oysa taraflar kıyasıya mücadele edecek; mücadele edeceğiz… Ve bu düşüşten sonra ülkemizin nasıl bir yapıya kavuşacağı bu mücadeleden çıkacak.

Fal açmıyoruz, geleceği kurmak için kolları sıvıyoruz. Bu enkazı halkımızın üstüne yıkmalarına izin vermeyeceğiz. Enkazın altından başka bir Türkiye çıkartacağız.