Enerji artık tüm hak ve gereksinimlerin motoru durumuna gelen bir güç. Herhangi bir alt başlığında çıkan sorun birçok alanı etkiliyor, can kaybına neden oluyor.
Türkiye’nin üçüncü büyük kenti İzmir’in merkezinde yağmur altında, su göletleri içinde yürümek zorunda kalan yurttaşlarımızdan ikisi neye uğradıklarını anlamadan, suda debelenerek yaşamlarını yitirdiler. Neden? Yoldaki elektrik kaçağı ve çarpması yüzünden. Kurumsal açıklamalar, tartışmalar çarpışıyor.
Başımız sağ olsun demek, acıyı paylaşarak azaltmak elbette gerekli ama burada durmak, aşırı yağmura ya da kazaya sığınmak, başka teselli başlıklarına sığınmak ne ailelerine, dostlarına ne de yüreği bu toplum için çarpan duyarlı, emekçi halka yetmez.
Elektrik mi çarptı, piyasa mı?
İnsanlık mı çarptı, kimi insanların ve siyasetin doymak bilmez zenginleşme, eşitsizleştirme, sömürü hırsları mı?
O şirket şöyle, bu şirket böyle demeden bütüne bakınca cinayet bütün çıplaklığıyla ortada. Fail belli.
Aşağıdaki, “Elektrik Üretiminde Kamu ve Özel Sektör Paylarının Gelişimi (%) 1984-2024” başlıklı grafiğe geçiştirmeden, dikkatlice bakalım:
1984-2023 dönemini, son kırk yılı gösteren TEİAŞ (Türkiye Elektrik İletim AŞ) ve Makine Mühendisleri Odası kaynaklı bu grafik hem ANAP dönemini hem 1990’ların (DYP, SHP, CHP, RP, DSP, ANAP, MHP, DTP ve bağımsızların farklı dönem ve bileşimlerle içinde olduğu) koalisyonlar dönemini hem de yirmi bir yıllık AKP dönemini kapsıyor. Bütünüyle neoliberal politikaları, 12 Eylül askeri darbesi sonrasını kapsadığını da anımsamak gerekir. Yıl yıl, hızlı ya da yavaş, kararlı, programlı biçimde kamucu üretimden özel sektör üretimine nasıl geçildiğinin fotoğrafı. AKP dönemindeki özel sektör ağırlığı dikkat çekici. Özel sektör derken büyük sermayenin ağırlığı ve de uluslararası alanda başka devletlere imtiyaz veren, geniş ve belirsiz yetkiler içeren anlaşmaları vurgulamadan olmaz. Bağımlılıkta ulusal-uluslararası ayrımına sığınmak -tıpkı sömürü de olduğu gibi- kandırmaca.
Elektrik üretiminde 1990’ların ortalarına kadar %90’larda seyreden kamu payı hızla gerilemeye başlıyor ve 2023’de %13,5’e kadar düşüyor. Bu düşüş kamusal olanın özel girişimcilere bağımlılığının her yıl artması anlamına geliyor. Bu şirketlere kamusal destek veriliyor. Arada şirket birleşmeleri ve yeni şirketlerce satın almalar da var. Piyasa işi olunca üretim, satış ve emek sömürüsünün yanına şirketler arası pazar ekleniyor, büyük kârlar ediniliyor, sermaye büyütülüyor. Yenilerde Türkiye Petrollerinin başına geldi.
Denetimi de piyasa yapacakmış. Oh ne âlâ… Tilkiyi kümese müdür yap, sonra da kamusal hizmet bekle.
TEİAŞ’ın sözleriyle “Modern dünyada elektriğin günlük yaşam içerisindeki vazgeçilmez konumu, elektriği karşılanması gereken temel insani ihtiyaçlardan biri haline getirmiştir. Bu durum, beslenmeden barınmaya, ulaşımdan ısınmaya, elektriğin ekonomik, kesintisiz, güvenilir ve çevreye duyarlı bir şekilde tüketiciye ulaştırılması hedefini doğrulamaktadır.”
“Doğru söze ne denir” diyenler olacaktır hemen. Tamam da temel gereksinme sahibi olan “insan”ın “tüketici” sayılması neyin nesi?
Temel insan gereksinmesi ve günlük yaşamın vazgeçilmezi olan elektrik neden, nasıl piyasanın, kârın, zenginleşmenin konusu olabiliyor? Elektrik güvenilir şekilde ulaştırılıyorsa insan canına nasıl kıyabiliyor?
Grafikteki başlangıç yılı önemli. TEK dışındaki özel hukuk hükümlerine tabi yerli ve yabancı şirketlerin elektrik üretimi, iletimi, dağıtımı ve ticareti ile görevlendirilmesini düzenleyen bir kanun 1984’de çıkarılıyor. Elektrik hizmetlerinde yap-işlet-devret modeli bu kanunla düzenleniyor. 1994 yılının Şubatında da TEK’in özelleştirilmesi yasalaşıyor. 2001’in Şubatında Elektrik (sonra Enerji) Piyasası Düzenleme Kurulu ve Kurumu kuruluyor. 2013 yılında; “Elektriğin yeterli, kaliteli, sürekli, düşük maliyetli ve çevreyle uyumlu bir şekilde tüketicilerin kullanımına sunulması için, rekabet ortamında özel hukuk hükümlerine göre faaliyet gösteren, mali açıdan güçlü, istikrarlı ve şeffaf bir elektrik enerjisi piyasası” oluşturma hedefiyle Elektrik Piyasası Kanunu devreye giriyor.
“Başımız sağ olsun” yetmiyor. Piyasaya bağlı kaldıkça da yetmeyecek.
“Şükür bu günlere, emeklilerin asgarisi 12.500’e çıkarılıyor” demek de yetmiyor. Piyasanın kâr, rant, mülkiyet, yağma ve soygunu sürdükçe yetmeyecek.
Enerji denilince petrol, doğalgaz, kömür, HES, RES, GES, elektrik üretimi, iletimi, dağıtımı, satışı, bilim ve teknoloji bir arada. Ortak başlık kamu yararına politikalardan uzaklaşıp özelleştirmeler ve desteklemeler yoluyla özel girişim ve piyasa ağırlıklı uygulama. Hedefleriyse en az yatırım ve yenilemeyle, en düşük maliyetle, en ucuz işgücüyle, yüksek kâr ve sermaye birikimi; doğa, çevre, orman, tarımsal alan, su, kıyı, kültür varlığı tanımadan insan yaşamının vazgeçilmezleri üzerinden sömürü.
Konu petrol ve doğalgaz örneğinde olduğu gibi ithalat bağımlılığıyla da sınırlı tutulamaz. Zorunlu ithalat, ulaşımından rafinerisine, dağıtımından satışına kadar sermayenin elinde olan bir düzenle bütünleştirildiğinde halka süreklileştirilen zamlar ve pahalı faturalar kalıyor. Siyasal iktidarların en kolay ve yüksek oranda vergi alacağı alanın enerji olması da bonusu. “Vergilendirilmiş kazanç kutsalsa, büyük sermayenin zenginliğine zenginlik katmak da kutsal!” deniliyor.
Enerji artık tüm hak ve gereksinimlerin motoru durumuna gelen bir güç. Herhangi bir alt başlığında çıkan sorun birçok alanı etkiliyor, can kaybına neden oluyor.
Bağımlılık sorununu emperyalist ilişkilerle ele alıp ekonomik ve siyasal bağımlılığı yalnızca bu ilişkilerde arama alışkanlığı, ulusal sermayeye göz yumma alışkanlığı yanılsama ve kolaycılık. Bu alışkanlık sermaye sınıfı ve siyasal iktidarı yönünden de kolay yönetilebilirliğin vazgeçilmezi.
Enerji, “toplumsal emeğin”, “kamuculuğun”, “toplum yararına kamusal hizmetin”, “merkezi ve eşitlikçi planlamanın” ürünü olarak toplumsal mülkiyetin ve üretimin aracı olmak zorunda. Piyasa ve özelleştirmeler de insan yaşamına zarar verdiği ya da yaşamı sona erdirdiği zamanlarda değil her zaman akılda ve hedefte olmalı, her zaman toplumsal savaşım konusu olmalı.
Sermayeye, toplumsal üretim araçlarının özel mülkiyetine, bu düzeni savunan ve koruyan düzen içi siyasete bağımlılık soygunun, yoksullaştırmanın, katliamların, sömürünün en büyük destekçisi. Kapitalizmle barış içinde yaşayan toplum sömürücülerin en büyük istekleri. Emekçiler kapitalizmin yaşam ve tüketim kalıplarını kırıp attıkça, kendi çözüm yollarını ürettikçe, “ama”sız, “fakat”sız örgütlü eylemlerle çözümü yaşama geçirecek koşulları büyüttükçe hevesleri kursaklarında kalacak.