Bazıları yüzyıllardır bilinen, bazıları yeni yeni keşfedilen yöntemleriyle ilkel birikimin güncelliğini yaşıyor kapitalizm. Ömrü uzadıkça doymak bilmezliği de vahşeti de katlanarak artıyor.

En uzun yirmi yıl

Yirminci yüzyıl için söylenmiştir. Hem uzunluğundan hem kısalığından söz edilmiştir. Her ikisine de kulak verilebilir. Bizim şu son yirmi yılımızsa, pek çok insana göre, çok fazla uzamıştır. O kadar fazla ki, gittikçe ve hızla, bu uzama her türlü mülâhazanın önüne geçmektedir. Neredeyse önemsenmeye değer başka hiçbir düşünce, kaygı, dikkat kalmamış durumdadır.

Yüz yıllık cumhuriyet döneminin beşte birine denk geliyor. Daha öncekileri saymazsak, altmışlar ile yetmişleri kaplayan ve ortadaki kesinti yüzünden yirmiye tamamlanamayan ilk yirmi yıl, doğrudan ve dolaylı olarak emekçi sınıfların adına yazılıdır. Bu dilim, seksenlerin hemen başında, şiddetli biçimde ve dünya kapitalizminin nihai denebilecek atılımıyla hemen hemen eşzamanlı olarak sonlandırılmıştır. Sonraki yirmi yıllık dönem ise, aradaki direnmelere rağmen, başlangıçta olanca şiddetiyle, sonlara doğru düzenin çeşitli sendelemeleriyle birlikte şimdiki yirmi yıla bir tür hazırlık oluşturmuştur.

Şimdiki yirmi yılın ve onun egemenlerinin değerlendirilmesinde zaman zaman iki ucun ortaya çıkışını görüyoruz.

Bunlardan ilki, cumhuriyeti korumak isteyenler ya da öyle görünenlerle ileriye götürüp yeni bir cumhuriyete ulaşmak için uğraşanların karşısında yer alanları tümüyle niteliksiz, birikimsiz, ilkel bir cephe olarak görme eğilimidir. Elde ettikleri iktidarın cumhuriyetin önceki dönemlerinin hepsinden daha uzun ömürlü oluşu ise, kısaca, şansa bağlanmaktadır. Kısa kesmek yerine biraz daha uzatılırsa, şans yerine rastlantılar denilebilir ve bunlar arasında dünyadaki ekonomik koşulların göreli uygunluğu ve önceki yirmi yıl boyunca uygun duruma getirilmiş, başka bir anlatımla, köpeksiz köyde değneksiz gezmeyi mümkün kılacak iç siyasal koşullar ileri sürülebilir. Köyü koruyup kollayacak köpeklerin bulunmamasına gelince, bunun sorgulanması elbette gereklidir ve sorgulamanın yapanları ne kadar temize çıkaracağı kuşkuludur.

Öteki uçta uzun sürmüş iktidarın sahiplerinin, kimilerince sanılanın tersine, büsbütün niteliksiz bir kalabalık oluşturmadıkları, kadrolarının başlangıçtaki yetersizliklerini çeşitli biçim ve derecelerde giderebildikleri yolundaki düşünceleri savunanlar var. Bunlara göre, İslamcı, siyasal İslamcı, cumhuriyet karşıtı ve benzeri yakıştırmalarla değerlendirdikleri iktidar sahipleri, farklı ittifak ve uzlaşmalarla işlerini görürlerken düşe kalka, pek de düşmediklerine bakılırsa, düşeyazıp kalkmayı becererek çok şey öğrenmiş ve ömürlerine ömür katabilmişlerdir.

Bu ikisi, adı üstünde, uçlarda sayılabilecek bakışlardır. Gerçeklerle uygunluk taşıyan yanları da vardır; hiç uyuşmayan yanları da. Dolayısıyla, gerçekliği anlayabilmek bakımından hiçbirinin kendi başına geçerlilikleri bulunmamaktadır.

Bütün bu ve benzeri değerlendirmeler yararsız olmamakla birlikte, daha önemlisi, hâlâ sonlanmamış uzun yirmi yılın toplumun sınıfsal yapısında yarattığı değişikliklerdir. Yazıyı dört başı bayındır bir bilimsel incelemeye dönüştürmeye yönelik boşuna bir çabaya girmeden, bu değişikliklerden ikisi üzerinde durulabilir.

Bu en uzun yirmi yılda sermaye sınıfında “geleneksel” denebilecek ana kesimin kârları alabildiğine yükselmiş, sınıfın bir bütün olarak var oluş ve işleyiş koşulları son derece kolaylaştırılmıştır. İşçiler açısından grev yapabilmenin hemen hemen imkânsızlaştırılması, bunun simgesel bir göstergesi sayılabilir. Buraya kadarı Türkiye kapitalizmi açısından bir yenilik taşımıyor; eskiden de buna benzer dönemler yaşanmıştı.

Yenilik şurada: Cumhuriyet döneminin bu en uzun beşte birinde, sermaye sınıfı içinde yeni bir büyük zenginler kesimi yaratıldı. Düzen içi muhalefetin “beşli çete” yakıştırması da iki işe yaradı: Bir yandan palazlandırılmaları ve yapıp ettikleriyle çok fazla göz önünde olan bu kesimi tecrit etmenin, böylece durumun az çok farkında olan halkın gözünde bir tür sempati kazanmanın,  öte yandan eski, herkesin az çok bildiği, yerleşik kapitalistleri, dolayısıyla bütün olarak sermaye sınıfını temize çıkarmanın mümkün olacağı varsayıldı. Bu varsayımın ne kadar geçerlilik kazanacağı ise, en azından şimdilik, belirsiz görünüyor. Aynı belirsizliğin, yakın gelecekte, sermaye sınıfının köklü zenginleriyle bu “nevzuhur” para babaları arasında ne tür kavgaların yahut ittifakların yaşanabileceği konusunda da var olduğunu eklemek gerekiyor.

Toplumun sınıfsal yapısında ortaya çıktığı söylenebilecek ikinci bir değişikliğin ise emekçi yığınların içinde gerçekleştiği görülüyor. Belli bir abartma payı bırakarak, bunu kuru ekmeğe muhtaçken onu bulmayı ve ıslatıp yiyebilmeyi garantileme aşamasına yükselmiş bir kesim olarak betimlemekte sakınca yok. Bu oldukça geniş kesimin ideolojik ve buradan kaynaklanan politik tutumunu ise şöyle anlatmak mümkün: Artık sesi soluğu çıkmaz olmuş bir zamanların damat bakanının övgüler düzerken herhalde dil sürçmesiyle açık ettiği, büyük reis  aya gidiş geliş dörder şeritli yol yapacağız dese inanmaya hazır, daha genel olarak da dinin en ilkel öğretileriyle beslenen hatırı sayılır bir kalabalığın tutumudur bu. Daha önceki dönemler bir yana, 12 Eylül rejiminin hazırladığı elverişli zeminin katkılarıyla oluşturulmuştur.

En uzun yirmi yılın sonuna doğru Türkiye kapitalizmi, her yolun mubah sayıldığı bir yolsuzluk, her sabah değiştirilen kuralların değiştirenler tarafından çiğnendiği bir kuralsızlık dünyasına dönüşmüştür. Üstelik bu dünya koyu bir karanlığa bürünmüş görünmektedir.

Kadir Sev’in iki gün önceki yazısı şöyle bitiyordu:

“AKP, yaptığı her işi sır gibi saklıyor. Belki de iflas ettik. Belki de Varlık Fonundaki işletmelerin bir bölümü elden çıkarıldı. 2010 yılından bu yana varlık barışı olmayan günümüz geçmedi. Yurt dışındaki kayıt dışı paralarını getirenlere, bu paraları nasıl ve nereden kazandıkları sorulmuyor. Belki bu yöntemlerle kara paralar aklanıyor; borçlar finanse ediyor.

Göz gözü görmüyor ki nereden bilelim.”

Devletin yaptığı ve yapması gerekip de yapmadığı denetim işlerini en iyi bilenlerden, ayrıca hâlâ onları izlemekten vazgeçmeyip sabır ve inatla Resmi Gazete okuru olmayı sürdüren Kadir de bilmemekten yakınır durumdaysa, varın gerisini siz düşünün!

Marx ilkel birikimden söz ederken bunun böyle görülmesinin nedenini, sermaye ve ona uygun düşen üretim tarzının tarih-öncesi aşamasını oluşturmasına bağlamıştı. Bu değerlendirmeyi yaparken, emekçi kitleler sahip oldukları bütün üretim araçları ile eski düzenin sağladığı her türlü güvenceler ellerinden alınarak kendilerinin satıcısı durumuna getirildiler demiş ve eklemişti: “Onların mülksüzleştirilmesini  anlatan bu öykü, insanlık tarihine kandan ve ateşten harflerle yazılmıştır.

Kan ve ateşte kayda değer bir değişiklik yok. Ama bazıları yüzyıllardır bilinen, bazıları yeni yeni keşfedilen yöntemleriyle ilkel birikimin güncelliğini yaşıyor kapitalizm. Ömrü uzadıkça doymak bilmezliği de vahşeti de katlanarak artıyor.