Aralık 2010’da organizasyonun yerine karar verilişinden bu yana, haftada ortalama 12 göçmen işçi Dünya Kupası hazırlıklarına ilişkin inşaat faaliyetlerindeki iş cinayetlerinde hayatını kaybetmiş.

Emekçi cesetleri üstünde bir 'güzel oyun'

En azından iki itiraza açık bir başlık bu. Birincisi, ölenler çoktan yok olup gittiklerine göre, cesetlerin üstünde yerine cesetlerle inşa edilmiş mekânlarda denebilirdi. İkincisi ve daha önemlisi, artık buna “güzel oyun” demenin neredeyse imkânsızlaştığı. Yeni kurallar ve anlayışlarla git gide daha iticileşmesi bir yandan, tam da kumarhane kapitalizmine uygun çeşitli düzeneklerin aracı olması bir yandan, tamlamadaki güzel sözcüğünün karşıtı ile değiştirilmesi gereği epeydir ortaya çıktı da yaygın kabul görmesi için biraz daha zamana ihtiyaç olabilir.

Şimdi gel de ta ne zaman “Futbol borsada değil, sahada güzel” diyen bizim Metin Kurt’u hatırlama!

Ne yazık aramızdan çok erken göçmüş bu futbolcu yoldaşımızın saptamasındaki doğruluğu bir kez daha ortaya koyacak “büyük gösteri”ye iki gün kaldı. Pazar günü başlayıp haftalarca sürecek ve her türlü sömürü ile yozluğa kim bilir kaçıncı kez tanık olacağız. O arada, kendi gitmiş adı kalmış o eski güzel oyundan bazı kırıntılar da araya sıkışır mı, bilinmez.

Aslında, çirkinlikler iki gün sonra sergilenmeye başlamayacak, çoktandır ortaya çıkmış durumda. Bunların bir bölümünün güncel ve derli toplu özetini Mustafa Kemal Erdemol kardeşim iki gün önce verdi. Halktv.com.tr’de Çarşamba günkü yazısını okumamış olanlara öneririm. Okumuş olanlar da yeniden göz atabilirler. Onun yazıp konuştuklarından öğrenmeye devam ettiğim konular arasına bu da katıldı. Futbolun ana vatanı olarak bilinen ülkede uzun yıllar yaşamış olmasının da payı vardır herhalde.

Katar’ın bu dünya kupasını satın almasının geçmişi epey eski, 12 yıl öncesine dayanıyor. Dünyanın parasını dökmüş Emir efendi, inşaatıyla, başka yatırımlarıyla, rüşvetiyle şusu busuyla 200 milyar dolarlardan söz ediliyor; ama pek müşteri çekemediği anlaşılıyor. Erdemol’un yazısından öğreniyoruz:

“Katar Emiri’nin milyarlarca dolar harcayarak ülkesine getirdiği bu büyük organizasyon herhalde bugüne kadar yapılanlar içinde en az seyircili olmasıyla da tarihe geçecek gibi görünüyor. Çünkü beklenen seyirci akını gerçekleşmeyince Katar çareyi komşu ülkelerden “kiralık taraftar” getirmekte bulmuş. Haberlerde var dünden beri.”

Batı basınında Katar’ın Avrupa dışındaki çeşitli kişi ve kurumlara verdiği rüşvetlerin 3 milyon avroyu bulduğu yazılıyor. Ayrıca, Avrupa futbolunun Zidane, Ferguson, de Boer, Guardiola gibi ünlü isimlerinin desteklerini yüklü ödemeler karşılığında satın aldığı aynı kaynaklarda haber olmuş.

Ayrıntılara girmeyelim. Bununla birlikte, “güzel oyun”un yerini alan “endüstriyel futbol”da hiçbir çirkinliğin şaşırtıcı olmayacağını ekleyelim.

***

Bunlar ve biraz sonra gelecekler, benim bir futbol düşmanı olduğum izlenimini yaratmamalıdır. Tam tersine, küçük bir çocukken bile bu oyuna düşkünlüğüm hiç eksik olmamıştır. Sadece seyirci olarak da değil üstelik. Metin’in sözünü ettiği arsadaki futbolu çok oynamışlığım vardır. 

Sözün gelişi, kötü bir örnek mi olacak, bilmem, ilk ve belki de son yumruk yumruğa kavgamı, dokuz on yaşlarımda, bir futbol maçı sonunda biz yenilmiş takıma laf atan çocukla yapmış ve ona birkaç yumruk patlattıktan sonra çevredekiler bizi ayırmıştı. İşin tuhafı, zavallı çocuğa neden vurdum diye ağlaya ağlaya eve dönerken evdekiler pencereden beni görüp zayıf not mu getiriyorum kuşkusuna kapılmışlardı; çünkü, aynı gün karne alma günüydü, rastlantıya bakın. Benim gibi bir inek öğrenci için zayıf notun sözü mü olurdu oysa!

Altmışlı yıllarda çok ünlü olan Belçikalı bir futbolcu vardı, adı Jurion’du galiba, gözlükle oynardı. Ben de ileri derecede miyop olduğum için hep gözlükle oynarken kendimi ona benzetirdim. Birkaç kez kırılan gözlüklerim daha fazla bir zarara yol açmayınca “verilmiş sadakalarım var olduğu” için paçayı kurtardığım anlatılmıştır.

Anılardan küçük bir bölüm bile anlatmaya kalksam, bizim genel yayın yönetmeni makası eline alır.  Almasına almaz da, alsa kim ne diyebilir, demek istiyorum. Yine de, son maçımdan hiç söz etmemek olmaz; çünkü, ellinci yaşımı devirmiştim. Elli yaşına kadar oynamayı bırakmamış futbolcu parmakla gösterilir herhalde. İstanbul’da, aralarında kendi oğlumun da olduğu yoldaşlarımla oynamıştık ve oyun süresinin yarıdan çoğunu yürüyerek geçirdikten sonra o maçın jübile maçım olmasına karar vermiştim. Bu arada, kendime haksızlık etmemek için, tecrübemle çok etkili olduğumu ve attığım paslarla parmak ısırttığımı belirtmeden geçmemem gerekir!

Şiir bile yazmışımdır futbol uğruna. Otuzbeş kırk yıl önce yazdığım, “Oyun Kurucu” başlığını taşıyan ve elli küsur yıllık dostum, sınıf arkadaşım, takım arkadaşım Tahsin Usluoğlu’na ithaf edilmiş bir şiirdir. Daha önce de bir yazıma almış olabilirim, şöyleydi:

herkesin bin türlü takıntısı vardır
ben en çok ayaktopunda dalgamı geçtim
kar kış demedim oynadım ahir ömrümde
akıl almaz bir ciddiyetle hem de
önemli bir sakatlığım olmadı çok şükür
kimseyi de kırıp dökmedim efendice oynadım
gözlüğümü hiç çıkarmadım neredeyse bilgince
gol atmayı değil attırmayı sevdim
bu oyunu yakıştırdım kendime ötekilerin içinde
o yüzden belki hep biraz avam kaldım
ne saatler geçirdim kafa yordum
sonunda iyice öğrendim artık hoşnudum
rüzgâr gibi bir adam olamadım ancak
peşime takıp bütün bir savunmayı gidemedim
onbinlerce insanı ayağa kaldıramadım
              üç dört kişinin arasından sıyrılıp
                   zıpkın gibi süzülürken karşı kaleye
biraz daha vaktim olsaydı keşke
ne şiirler yazardım biliyorum gönlümce 

***
Yeniden Katar’daki dünya kupasına dönebiliriz.

Aralık 2010’da organizasyonun yerine karar verilişinden bu yana, Erdemol’un yazısında aktardığı kaynaklara göre, haftada ortalama 12 göçmen işçi Dünya Kupası hazırlıklarına ilişkin inşaat faaliyetlerindeki iş cinayetlerinde hayatını kaybetmiş. Bunlar sadece 5 Güney Asya ülkesinden, Hindistan, Sri Lanka, Nepal, Pakistan ve Bangladeş’ten gelen işçiler. Ölenlerin toplamı 6500’ü buluyor.

Erdemol’un yazısından okumaya devam ediyorum:

“Bakın, bu rakamlara Filipinler ile Kenya da dahil olmak üzere birçok ülkeden Katar'a gönderilen çok sayıda işçinin ölümleri dahil edilmediği için toplam ölü sayısı çok daha yüksek olabilir. Ayrıca 2020'nin son aylarında meydana gelen ölümler de bu rakama dahil edilmemiştir. Kimi kaynaklar 14 bin işçinin öldüğünü söylüyorlar.

“O işçiler, ben evde televizyonda, başkaları da o stadyumlarda maç izleyip azalım diye yedi yeni stadyumun yanı sıra, yeni bir havaalanının, yeni yolların, yeni toplu taşıma sistemlerinin, yeni otellerin, Dünya Kupası finaline ev sahipliği yapacak yeni bir şehir de dahil olmak üzere düzinelerce yeni büyük projenin inşaatında öldüler. Düşerek, kafalarına darbe alarak, damarları kesilerek, demir saplanarak, elektrik akımına kapılarak. Bu işçilere kaçak olmalarına rağmen, inşaatlar yapılsın diye göz yuman Katar hükümeti, öldüklerinde ‘kaçak oldukları gerekçesiyle’ hiç bir haklarını tazmin etmedi onların. Öldükleriyle kaldılar. O işçiler teker teker değil ‘katar katar’ öldüler. 22 tren katarına denk geliyor sayıları.

Bu lanet Kupa’da, 22 kişinin tekme vurduğu top, top değil, 6 bin 500 işçinin kafatasıdır.

Seyredersem gözüm kör olsun…”

Bitirirken yazmazsam rahat edemem: Mustafa Kemal yazısının son satırındaki yemini ederken bir ayağını kaldırmıştır, sanıyorum. Onun yerinde ben olsam öyle yapardım. Bizim eski güzel oyundan hiç mi bir şey kalmamış diyerek arada bir göz atmadan edemeyeceğimi biliyorum çünkü.