Türkiye gündemine sadece manipülasyon amaçlı sokulan Kıbrıs’ta solu ve solculuğu ayırt eden sosyalizm hedefinden başka bir şey olamaz. Kıbrıs’ta çözüm sadece sosyalizm seçeneğinden türeyebilecektir.
Elli yıl geçmiş üstünden!
Kıbrıs 20 Temmuz 1974’ten bu yana uluslararası hukuk açısından bir “sorun.”
Adadaki siyasal yapılanma dünya çapında bir anlaşmazlığın konusu.
Baktım da, Barış Harekâtı’nın 40. yılı vesilesiyle yazmışım soL’da. Ondan bir yıl önce yine bu köşenin konusu Kıbrıs sorunu olmuş…
* * *
Yıllar, hatta on yıllar geçiyor ve Kıbrıs’ta pek de kritik bir yenilik gerçekleşmiyor… Yenilik olmasa da zaman zaman Türkiye egemen güçleri küçük dokunuş ve büyük laflarla tartışmayı güncellerler. Bu başlıkta inisiyatif hayli uzun zamandır Erdoğan’da. CHP genel başkanlarının Ecevit’in mirasını boş bırakmaları düşünülemez tabii. Ama Özel’in son gezisinden kalan da “yavru vatan değil kardeş ülke” diye bir reklam spotundan ibarettir.
Fazla bir değişiklik olmuyor ve Kıbrıs yılda bir resmi kutlamalar dışında kimsenin hatırına gelmiyorsa, bunun nedenini daha önce yazmışım… “NATO’suyla Washington’uyla Brüksel’iyle emperyalizm de, Ankara’sı, Atina’sı, Lefkoşa’sıyla ‘bizimkiler’ de, nihai çözümle, modellerle falan değil, ‘süreç yönetimi’ ile ilgileniyorlar. Mesele Kıbrıs’ı soldan uzaklaştırmaktı. Adanın nasıl bir statükoda birleşeceği, yasalar, dengeler... Hepsi palavra.”
Aslında siyasal mücadelede süreç yönetimi, çoğu zaman geleceğe ilişkin modellerden daha geniş yer tutar. Ama gündelik gerçekliğe demir atmış bir siyasal pratik gündelikçi veya oportünist olmanın ötesine geçmeyecektir. Türkiye’de ve dünyada Kıbrıs’la ilgilenen burjuva siyasal merkezler, devletler, partiler, kurumlar gündelikçi pozisyonlarını gizlemeyi bile denememektedir.
Veya şöyle diyeyim; geçmişin geçersizleşmiş ezberlerinde kalmış, “sözde ilkelerin” tekrarı gündelikçiliği gizlemeye yetmemektedir…
* * *
Önce tekrarlamak ve hatırlatmak durumundayım.
Kıbrıs’ın Britanya sömürgesiyken gündeme girmesi, anti-kolonyalist, anti-emperyalist hareketin yükselmesiyle sağlanmıştır. Bu hareketin içinde biri devrimci-komünist, diğeri burjuva Helen milliyetçisi iki eğilim olmuştur. Enosis’e, Ada’nın Yunan “ana vatan” tarafından ilhakına denk düşen ikinci eğilim, Yunanistan’ı Kıbrıs gündemine bağlayan köprü oldu. Türkiye ise, Kıbrıslı Türkler Ada’nın bağımsızlığı mücadelesinde ağırlık taşımadıkları için benzeri bir gündem bağına sahip olmadı. Ancak küçük Ada’nın jeostratejisi büyüktü! Bağımsız bir Kıbrıs, Sovyetler Birliği’yle barışık olabilir, anti-emperyalist Bağlantısızlar hareketine boyunu çok aşan bir enerji katabilirdi. Bu “tehdit” karşısında Yunan ve Kıbrıslı Rum egemenleri Enosis hayallerini bastırmalı, Ankara ise İngiliz sömürge yönetiminin artık bölgeye yetmediğini anlamalıydı. Ankara “anladı” ve 6-7 Eylül provokasyonu DP iktidarı onaylı bir MİT operasyonu olarak hayata geçirildi. Göz açıp kapayıncaya kadar Türkiye kayıtsızlıktan “Ya Taksim ya Ölüm” hamasetine geçti. Yani Yunan ilhakçılığına karşı Türk ilhakçılığı! Eşzamanlı olarak Kıbrıs, Türkiye kontrgerillasının, yani bildiğiniz NATO-Gladio uzantısı örgütün su yüzüne çıktığı ilk coğrafya oldu. Taksim/ilhak’ın da, Enosis’in de gerçekçi politika projeleri değil ideolojik işlevli sloganlar olduğunu herkes biliyordu. Lakin milliyetçi kitlelere, ikna edici bir hap yutturulmalıydı. Ülkenin kurtuluşundan emeğin kurtuluşuna açılabilecek yol, birbirine karşı düşmanlaştırılmış halkın kanıyla bloke edilebilirdi.
1961’de bağımsızlığını kazanan Kıbrıs Cumhuriyeti bir çözüm modeli değil, temel ilkesi Adanın geleceğinin sola kapatılması olan bir barut fıçısıydı. Gündeme emperyalizme karşı mücadeleyle giren Kıbrıs’ta, süreç yönetimine emperyalizm yanlıları da katıldı. Fıçı 1974’te patlatıldı. Kıbrıslı Rum faşistlerinin Atina’daki askeri cuntaya sırtlarını dayayıp attıkları adımı, Türkiye’nin sineye çekmesini kimse beklemiyordu. Elli yıldır Ada bölünmüş durumda…
* * *
Elli yıldır Kıbrıs’ın her kültürden halkının birinci gündemi Ada’nın yeniden birleşmesidir. Kıbrıs, iki NATO üyesi ülkenin nüfuz bölgelerine bölünmüştür. Kıbrıs, eski sömürgeci Britanya’nın çoktandır ABD’nin kullanımına sunmaktan kaçınmadığı iki çok kritik askeri üsse ev sahipliği yapmaktadır. Elli yıldır Kuzeyden ve Güneyden Kıbrıslılar akın akın ülkelerini terk etmişlerdir. Diasporası ülkede yaşayan nüfusla kafa kafaya gelen ülkeler, gelecek umudu kırılmış toplumlar sayılmaz mı?
Elli yıldır Kıbrıs’ın birleşmesi hedefine, en fazla, egemenlik alanı Güney’le sınırlı Kıbrıs Cumhuriyeti’nin AB üyeliğiyle yaklaşılmıştır. Ama gündem emperyalist bir çözüme bile kapalı tutulmaktadır! İlgili bütün taraflar ceplerinde bir silah tutmayı tercih etmektedirler…
Hepsi bu kadar değildir kuşkusuz. Ankara’nın iskân politikalarının demografiyi, ekonomik güç dengelerini, ideolojik ağırlıkları ne yönde değiştirmeyi amaçladığı tahmin edilebilir. Hele bu elli yılın yarısına yakını AKP iktidarında yaşanmışken! Ama Kuzeyde Kıbrıslılık buna direnmiş, örneğin laiklik bir toplumsal değer olarak korunmuştur. Güney ise Marksist-leninist olma iddiası tamamen kâğıt üstünde kalmış olsa da, bir sol partinin hükümete gelmesine sahne olacak ölçüde görece soldadır. Ne de olsa, kontrgerilla kurşunlarına 1965’te birlikte hedef olan Derviş Kavazoğlu'nun, Kostas Mişaulis'in ülkesidir burası! Ama Derviş ve Kostas’ın devrimci mirasının, milliyetçilikler, liberalizm ve emperyalizm yanlılığı tarafından alabildiğine kemirildiği de açıktır.
* * *
Bugüne gelindiğinde temel sorun şudur: Emperyalist çözümleri liberal demokrasi diye yutturmaya kalkanlara kapıyı kapatacak bir kuvvet örgütlenememiştir. Adada sol hareketlerin bugün geri mevzilere çekilmesinin arkasında bir dönem topluca liberal-emperyalist zokanın yutulmuş olması vardır.
Milliyetçi demagojiler karşısında da durum daha iyi değildir. Başkaları bir yana, Türkiye solunda 1974 müdahalesinin Batıya gösterilen dirençle bağlantılı algılanışı, zaman içinde Denktaşçılık biçimini alabilmiştir. Oysa en basiti NATO’ya karşı çıkmadan yurtseverlik olmaz.
Biz ise, on yıl önce olduğu gibi yine “o güzelim Adanın birliğini savunuruz.”
“Lefkoşa'yı bölen o aptal duvarlara, kum torbalarına nasıl katlanırız! Bu birliğin Kıbrıslı Türk ve Rumların kardeşliği üstüne bina edilebileceğini biliriz. Kardeşliğin, başkasının dilinde koca bir yalan, emekçilerin mücadelesininse en doğal parçası olduğu açıktır, sol için. O halde mücadele ederiz. Başka bir şey için değil, sosyalizm için mücadele ederiz. Toplu mezarların, Derviş Kavazoğlu'nun, Kostas Mişaulis'in acısını sosyalizmden başka bir şey söndürebilir mi? Gelinen noktada, ekmeğini aramak için adasını veya anakarasını terk eden emekçileri mücadele kardeşliğimize katmamız gerektiğini görmezden gelemeyiz. Konuştuğu dile, inandığı dine değil, emekgücüne bakarız biz. Bir de Kıbrıs'ın üstüne düşen gölgeleri ihmal edemeyiz. NATO üyesi iki kapitalist devletin, Yunanistan ve Türkiye'nin sakil gölgeleri olsa olsa bu iki ülkenin komünistlerinin öncülüğünde kaldırılır.”
“Çözüm” lafının koskoca bir yalan olduğu, yıllar geçse de pek bir değişim yaşamayan, Türkiye gündemine sadece manipülasyon amaçlı sokulan Kıbrıs’ta solu ve solculuğu ayırt eden sosyalizm hedefinden başka bir şey olamaz. Kıbrıs’ta çözüm sadece sosyalizm seçeneğinden türeyebilecektir. Bugünün verili güç dengelerine bakıp bu yaklaşımı gerçekçi bulmayanlar çok çıkacaktır. Ama diğeri, “kapitalizm altında bir çözüm” fikri, artık hiç mi hiç yoktur…